Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), bundan 53 yıl önce Türkiye kapitalizminin gelişim sürecinin etkisiyle gelişen sınıf hareketinin ürünü olarak doğmuştur.
1960’lı yıllarda İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) tarafından düzenlenen ve 100 bin işçinin katıldığı Saraçhane mitingi, Kavel Direnişi vb. mücadelelerle işçi sınıfı kendi rotasını çizmeye başlamıştı. Kavel Direnişi ile grev hakkı kazanılmış, sıra yeni bir mücadele örgütünün kazanılmasına gelmişti. Kavel Direnişi sırasında Türk-İş’in mücadele karşısında aldığı tutuma işçilerin gösterdiği tepki sonucu; 23 sendika başkanı ve 45 yönetici ortak bir açıklamayla konfederasyonla ilişkilerini kesti. İşçilere grev hakkının tanındığı 1963 yılından sonra, işçi sınıfı eylemlerinin belirgin bir şekilde arttığı görülmüştür. Türk Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile Türk Maden İş sendikası arasında yürütülen toplu sözleşmelerin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine Sungurlar Kazan fabrikasında 17 Ağustos 1964 tarihinde grev yapılmış, bu grev karşısında Türk İş yönetimi, sendikadan grevi sona erdirmesini istemiştir. İşçiler ise Türk İş’in bu tutumunu dinlememiştir. Böylece bazı sendikaların Türk İş’ten kopuş süreci başlamıştır. 1966 Ocak ayında gerçekleşen Paşabahçe Grevi ile bu kopuş doruk noktasına ulaşmıştır. Paşabahçe grevi Türk-İş’in izlediği ihanet çizgiyi daha belirgin hale getirmişti. Türk-İş yönetimi işçilere eylemi sonlandırma çağrısı yaparken, Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez Büro-İş sendikaları “Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesi”ni kurdular. Ardından da bu nedenle geçici sürelerle konfederasyondan ihraç edildiler.
Devamında T. Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler, Lastik-İş Genel Başkanı ve TİP Ankara Milletvekili Rıza Kuas, Basın-İş Genel Başkanı İbrahim Güzelce, T. Gıda-İş Genel Başkanı ve TİP Tekirdağ Milletvekili Kemal Nebioğlu ile T. Maden-İş (Zonguldak) Genel Başkanı Mehmet Alpdündar tarafından 13 Şubat 1967’de DİSK’in kuruluş dilekçesi verildi. DİSK’in ilk genel başkanı Kemal Türkler oldu.
*
1960’lı yıllar dünya çapında sosyalizmin prestijinin arttığı, ulusal kurtuluş mücadelelerinin emperyalizm karşısında başarıya ulaştığı, Vietnam’dan Latin Amerika’ya devrimlerin yaşandığı, antifaşist ve antiemperyalist mücadelelerin dalga dalga dünya ölçeğinde yayıldığı bir zaman dilimiydi. Elbette bunun Türkiye’de de karşılığı olacaktı. Türkiye işçi sınıfı da hem bu politizasyondan etkilenmiş hem de verdiği mücadelelerle anlamlı kazanımlar elde etmişti.
1970’te DİSK’in tasfiye edilmesi için yapılan saldırıya 15-16 Haziran Direnişi ile yanıt verilmişti. Böylece hala daha aşılamayan en yüksek eşiğe gelmiş olan işçi hareketi mücadele tarihine, sayısız fabrika işgalini, grevi, direnişi, sokak eylemini, kitlesel gösterileri, yüzbinlerin katıldığı 1 Mayıslar’ı yazdırmayı başarmıştı.
Türkiye devrimci hareketini bastırmak, olası bir devrimi engellemek ve 5 Ocak kararlarını hayata geçirmek için devreye sokulan 12 Eylül askeri faşist darbesi ile işçi sınıfının tüm bu kazanımları ezildi. 12 Eylül askeri faşist darbesiyle kapatılan ve yasaklanan DİSK, 1992 yılında yeniden açıldığında ise artık 70’li yılların söylemlerinden uzak durmaktaydı. Zira bugün hala DİSK’e hâkim olan çizgi mücadeleci değil diyalogcu bir çizgidir.
Kuruluşunda TİP’in, sonrasında TKP’nin ve günümüzde daha belirgin olarak CHP’nin ideolojik etkisi altında olan DİSK’te sendikacılık parlamentoya girmenin bir eşiği olarak kullanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde sermaye örgütleriyle yan yana gelmek, ortak platformlarda buluşmak, bu yeni çizginin en popüler örnekleridir. Tekstil patronlarının taleplerini dillendirmek için gazetelere tam sayfa ilanlar bile vermişlerdir.
DİSK’e hâkim olan sendikal anlayışın vardığı noktanın yerini göstermesi açısından Greif İşgali bir turnusoldür. Yine belediyelerdeki yetkisini belediye başkanlarıyla girdiği ilişkilerle sağlayan örgütlenme anlayışı, işçiye çektiği silahla ölen Lastik İş başkanı gerçeği, muhalif Gebze şubesini bölen Birleşik Metal örnekleri DİSK’in halini göstermesi açısından ibretliktir. Bu çizginin örneklerini gösteren kuşkusuz fazlaca yaşanmışlık vardır. Sendika ağalığının kurumsallaştığı, sınıf mücadelesinin masabaşı çözümlere kurban edildiği, mücadeleyle korunamayan hakların diyalogla yitirildiği böylesine bir sendikal anlayışta “söz, yetki, karar” hakkına yer kalmamıştır.
Ancak DİSK’i yaratan tarihsel ve sosyolojik koşullar geçerliliğini yitirmiş değildir. Zira en elverişsiz koşullarda bile yakılan Greif ateşi işçi sınıfının kendi yolunu mutlaka açmayı başaracağını bir kez daha göstermiştir.