Kamu Toplu İş Sözleşmesinde emekçilerle alay ediliyor

KESK tablosunun moral bozuculuğuna rağmen mücadele olanakları tükenmiş değildir. KESK ilan ettiği TİS talepleriyle etkin bir işyeri çalışması yapar, kamu emekçileri içerisinde güçlü bir propaganda örgütleyebilirse, yine de belli bir canlanma ve toparlanma yaratabilir. Halihazırda devam eden KHK direnişlerini ve açlık grevlerini bu bakımdan değerlendirme isteği gösterilirse önemli bir etki de ortaya çıkarılabilir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 17 Ağustos 2017
  • 08:56

2018-2019 yıllarını kapsayan kamu TİS görüşmelerinin son oturumu 14 Ağustos Pazartesi günü gerçekleşti. Sendikaların TİS tekliflerini 24 Temmuz’da alan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kendi teklifini bugüne kadar bilinçli olarak bekletti. Zira son iki üç dönemdir Çalışma Bakanlığı şahsında AKP iktidarı, Kamu TİS sürecini yerine getirilmesi gereken zorunlu bir prosedür olarak görüyor. Ciddiyetinin sınırlarını da bu bakış tayin ediyor. Sonuç olarak Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu 14 Ağustos tarihli görüşmede, kamu emekçileriyle alay edercesine, her iki yıl için altı aylık dilimlerle yüzde 3’lük ücret artışı önerisi sundu.

Kamuda yetkili sendika olan Memur-Sen hükümet programlarında olabilecek bir dizi gerici talebin yanında ücret artışlarında birinci altı ay için %10, ikinci altı ay için %6, üçüncü altı ay için %10, dördüncü altı ay için ise %8’lik zam talep etti. Kamu-Sen yüzdelik zam yerine ücretlere seyyanen net 150 TL, % 10 + %10 artış istedi. Bu artışların üzerine ekonomik büyüme ve refah paylarını içeren yüzde 3’lük zam; 2019 yılı için ise yine Ocak ayından itibaren seyyanen net 150 TL ve %8 + %8 artış ile yüzde 3 oranında ekonomik büyüme ve refah payı artışı talep etti.

KESK ise ‘sosyopolitik’ içeriğe sahip bir TİS teklifi sundu. OHAL ve KHK’lerin kaldırılması, ihraç edilmiş emekçilerin eski pozisyonlarında işlerine geri iade edilmeleri bunların başında geliyor. Ücret kısmında ise çeşitli yardımlardan arındırılmış olarak, en düşük maaşın 3 bin 450 TL olması talebi bulunuyor.

Ana taleplerini ifade ettiğimiz ve 25 Temmuz’da sunulmuş olan bu TİS taslaklarının ardından 14 Ağustos’ta Kamu İşveren Heyeti de teklifini sunmuş oldu. KESK’in her iki eş başkanının ihraç edilmiş olmasını gerekçe gösteren bakanlık, bu nedenle KESK’in TİS kurulunu müzakereci olarak tanımadı ve başka bir isim listesi istedi. KESK ise bu tutumu protesto ederek TİS görüşmelerinden tümden çekildiğini açıkladı. TİS görüşmelerine katılan Memur-Sen başkanı Ali Yalçın bakanlık teklifinin “eski Türkiye’nin” teklifi olduğunu, kendi tekliflerinin ise AKP’nin 16. kuruluş yıldönümüne istinaden yüzde 10+6 olduğunu söyledi. Zira Kamu-Sen başkanı İsmail Koncuk da teklifi ciddiyetsiz bulduğunu ifade ederken, Memur-Sen yüzünden işlerin bu hale geldiğini söyledi ve bakana teşekkür etti. Daha sonra basınla konuşan İ. Koncuk Memur-Sen iş bırakma kararı alırsa destekleyeceklerini söyledi.

Kamu TİS görüşmelerinde gelişmelerin özeti bu biçimde. Bu tablo gelecek haftalarda devam edecek olan görüşmelerin seyri ve muhtevası bakımından bize bir fikir vermektedir. Muhtemeldir ki bakanlığın açıkladığı rakamların bir iki puan üstüne çıkmasıyla sözleşme, yetkili sendika olan Memur-Sen ile bağıtlanacaktır.

16 yıllık AKP döneminde kamu emekçilerinin ücretlerinde yüzde 60’ın üstünde bir erime yaşandığı bizzat bu yandaş ve faşist sendikalar tarafından dile getiriliyor ve kamuoyuna duyuruluyor. Buna rağmen ikiyüzlü açıklamalar ve arkasında durmayacakları kesin olan tekliflerle emekçileri oyalayabiliyorlar. Biri TİS masasında kendisi bakımından gerçeklikten kopuk rakamlarla kamu emekçileri kitlesini beklentiye sokup ardından AKP ve “yeni Türkiye” güzellemesi yapıyor. Diğeri itiraz ediyor gibi görünerek, hükümete akıl veriyor ve bulduğu her fırsatta bakanlığa yaranmaya çalışıyor. Birinin esas işlevi AKP’nin kamu alanında yapmak isteği ne varsa onların önünü açmak ve olabildiği kadar kolaylaştırıp meşrulaştırmak. Diğerinin ise Twitter üzerinden sahte ‘sağ muhalefet’. Oysa her ikisi de biliyor ki ne kamu emekçileri mücadelesinde ne de kamu TİS görüşmelerinde ifade edilenler dışında esasa dair bir rol ve önemleri var. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası süreç bu ikisinin gerçek yüzlerini öylesine açığa serdi ki onurları olsa insan içine çıkamayacak halde olmalılardı.

Düşünün ki Memur-Sen ve Kamu-Sen’den on binlerce kamu çalışanı ihraç edilmiş, tutuklanmış ve açığa alınmış. Memur-Sen kendi üyesi başta olmak üzere tüm ihraç edilen emekçileri darbeci ve terörist olarak damgalayıp OHAL ve KHK’ler eliyle yapılan her şeyi benimsiyor. Üstelik bunu onursuz bir biçimde emekçi kamuoyu önünde savunup dile getiriyor ve böylece olan biten her şeyi meşrulaştırmaya çalışıyor. Dolayısıyla sıkıştığı bir alandan AKP’ye soluk taşıyarak ona biçilmiş olan gerçek rolünü yerine getirmiş oluyor. Kamu-Sen ise rica minnet ve yaranma tutumuyla, hiç değilse açıkta olan üyelerinin durumlarının gözden geçirilmesini ancak isteyebiliyor. Bu iki sendikanın gerçek tablosu böyleyken ve bırakalım kamu emekçileri kitlesini, kendi üyeleriyle kurdukları ilişki düzeyi bile ayaklar altındayken, nasıl bir TİS sonucu ortaya çıkabilir ki? Aslına bakılırsa her iki sendika da kendi sınırları ve gerçekliklerinin farkındadır. Bu farkındalıktan kaynaklıdır ki Çalışma Bakanı’nın sunduğu alaycı tekliften sonra masadan kalkmaları gerekirken, ancak bakanın toplantı bizim için bitti demesinden sonra sahte protestolar düzenleyip teklifi değerlendiremeyiz diyebiliyorlar.

Bu dönemki TİS görüşmelerinde hangi rakamlar üzerinden tartışma yürütülürse yürütülsün kamu emekçilerinin ücretler ve sosyal haklar kadar en önemli gündemlerinden biri de OHAL bahanesi ve KHK’ler eliyle gerçekleşen ihraçlar, açığa almalar ve sıranın ‘bana’ ne zaman geleceği sorusudur. İş öyle pişkin bir keyfiliğe vardırıldı ki, cemaatle ilişki, darbeci olmak, ‘terörle iltisak’ vb. iddialar iktidar yandaşları arasında bile büyük ölçüde inandırıcılığını yitirmiş durumdadır. Eğitim-Sen üyeleri bir yana özellikle okul müdürleriyle şu ya da bu nedenle sorun yaşamış, darbeyle, cemaatle hiçbir ilgisinin olmadığı bilinen yüzlerce Eğitim Bir Sen üyesi ihraç olmuş ya da açıkta bekletilmektedir. Bunu ise Eğitim Bir Sen eliyle yapıyorlar ve herkes de aslında ne olup bittiğinin farkında. Haliyle bu tabloda herhangi bir neden olmasa da alakasız bir biçimde herkes kendisinin ihraç olabileceğini veya açığa alınabileceğini düşünebilmektir. Tüm sendikaların kamu çalışanları içinde yaptıkları anketlerde güncel olarak öne çıkan en temel sorun budur. Bu temel sorun üzerinden adım atıp, üyelerine sahip çıkan bir tutum ortaya koymayanların, ücret ve sosyal haklar bakımından olumlu herhangi bir sonuç alması da mümkün değildir.

KESK bu tablonun neresinde?

Her dönem olduğu gibi bu dönem de kritik rol KESK’e düşmekteydi. Ne var ki KESK de darbe sonrası süreçte bir hayli sendeledi ve hala bu durumdan kurtulabilmiş değil. KESK’in bürokratik uzlaşmacı ve reformist yapısına yaptığımız eleştiriler bilinmektedir ve bu bakımdan esasa dair bir şey değişmemiştir. Her şeye rağmen OHAL ve KHK saldırı dalgası KESK’in yeniden toparlanabilmesi ve güçlü bir ileri çıkış için birçok meşru zemin yaratmıştı. Şimdilik KESK’in ileri unsurlarını tasfiye etmeyi hedeflemiş olan ihraç saldırıları toparlanma ve kamu emekçileri kitlesinin tamamına güven verebilmek için önemli fırsatlardı. On bini aşkın KESK üyesinin açığa alınması, 7 Şubat ihraçları ve Barış imzacısı akademisyenlerin ihracı ve bunun yarattığı direnme atmosferi öne çıkan fırsatlardan birkaçıydı. Saldırılar karşısında güçlü bir direnişçi tutum örgütlemek ve bunda bir nebze bile olsa başarılı olmak sadece KESK ve kamu emekçileri kitlesi bakımından değil, tüm toplumsal muhalefet için de ön açıcı ve cesaretlendirici bir rol oynayabilecekti.

Ne var ki bu zeminler değerlendirilemedi, protesto sınırını aşmayan eylemler, yarıda bırakılan koca eylem programlarıyla yetinildi. KESK’in sendelemesi derken esas dikkat çekmek istediğimiz de buydu. Direnişi seçmek ve bunu örgütlemek yerine dostlar alışverişte görsün sınırlarını aşmayan eylemlerle aslında saldırılar karşısında iradi bir gerileme yaşandı. Direnişi örgütlemek yerine üyelerle mali dayanışmayı örgütleme yolu tutuldu. Dayanışma kartları basıldı, üyelik aidatları arttırıldı, dayanışma geceleri düzenlendi. Ancak Nuriye ve Semih yeterince sahiplenilmedi, KESK İstanbul Şubeler Platformu’nun örgütlediği üç merkezdeki eylemler birkaç yöneticinin özel duyarlılığı dışında direnişçilerin kendi iradelerine bırakıldı. OHAL’in en yoğun uygulandığı Kürt kentlerindeki tıkanmaya yaratıcı çözümler üretilemediği gibi yapılan merkezi direniş önerilerine de kulak tıkandı. Şimdiki TİS döneminde de benzer bir vurdumduymazlık ve işleri oluruna bırakma tutumu bulunuyor.

Aktarılan KESK tablosunun moral bozuculuğuna rağmen mücadele olanakları tükenmiş değildir. KESK ilan ettiği TİS talepleriyle etkin bir işyeri çalışması yapar, kamu emekçileri içerisinde güçlü bir propaganda örgütleyebilirse, yine de belli bir canlanma ve toparlanma yaratabilir. Halihazırda devam eden KHK direnişlerini ve açlık grevlerini bu bakımdan değerlendirme isteği gösterilirse önemli bir etki de ortaya çıkarılabilir.

Bütün bunlarla birlikte KESK kendi geleceği bakımından da güçlü, direnişçi ve tutarlı bir sınıfsal politik hat izlemek zorunluluğuyla karşı karşıya. Ya kendi tükenişini bekleyerek yaşayacak ya da tabloyu bir yerden tersine çevirecek. Zira halihazırda KESK kendi kitlesini harekete geçirme yeteneğini kaybetmiş bir sendikadır. KESK’in dinamiği olarak övünen o sendikal gruplar için bile tablo böyledir. Yarın ise üyesiz bir tabela sendikası olma riskiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla KESK TİS sürecini ve TİS taleplerini de bu gözle ele alabilmelidir.

KÇB’li bir kamu emekçisi

İLİŞKİLİ HABERLER