İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret için üretimden gelen gücünü gösteremeyen işçi sınıfı bir kez daha açlık sınırının altında bir asgari ücrete mahkûm edildi. Sermayesi, cumhurbaşkanı, AKP’si ve sendikacısı ile düzen güçleri, bir toplu sözleşme satışını daha, işler karışmadan, herhangi bir “mikrofon kazası” yaşamadan “başarıyla” tamamladılar.
2020 yılında geçerli olacak asgari sefalet ücretine karşı işçilerden eylemli bir tepki gelmese de milyonlarca asgari ücretli, açıklanan sefalet zammından hiç de memnun değil. İşçi ve emekçilerdeki hoşnutsuzluğun gerisinde hayat pahalılığı karşısında alım gücünün düşmesi, ekonomik krizin artan faturası, süreklileşen zamlar gibi oldukça fazla geçerli sebep var. Öte taraftan işçi sınıfı için kayıp bir yıl olarak geride kalan 2019’da Erdoğan AKP’sinin patronlara hangi yardımları yaptığını, ne tür vergi afları getirdiğini, onları hangi iflaslardan kurtardığını, sermayeye nasıl ek kaynaklar yarattığını, hangi teşviklerde bulunduğunu herkes biliyor. İşçi ve emekçiler, sermaye iktidarının güya işçilerin işsizlik güvencesi olan İŞKUR fonunu nasıl sonuna kadar patronların yağmasına açtığını, vergi yükünü nasıl da emekçilerin sırtına yüklediğini, işçilere gelince yok denilen devlet bütçesinin sıra sarayın ihtişamına, şovlara, gösteriş olsun diye yapılan harcamalara gelince nasıl yağmaya açıldığını bu son bir yıl içinde fazlasıyla gördüler. Seslerini çıkaramasalar da tepkilerini eylemlerle gösteremeseler de bunları içlerine sindirebilmiş değiller.
İşçiler için açıklanan son sefalet zammı bir yıldır biriken tüm adaletsizliklerinin üzerine geldi. Milyonlarca asgari ücretli yeni yıla buradan gelen bir öfkeyle girdi. İşçilerde biriken hoşnutsuzluğu sömürü düzeninin temsilcileri de gördü. Sermaye hükümeti AKP’nin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın işçilerin daha iyi bir asgari ücret beklentilerini gelecek yıla havale etmek istemesinin gerisinde bu var. Çalışma Bakanı, bir sonraki asgari ücretin tüm tarafların antlaşmasıyla hayata geçirileceği müjdesini vererek, biriken bu tepkiyi yatıştırmaya çalıştı. Sermaye sözcüleri yeni yıla nasıl girilmişse öyle devam edileceğini düşünüyor olmalılar ki milyonlarca işçinin öfkeli girdiği 2020’de, bu öfkenin örgütlenip eyleme geçirilmesini şimdiden engellemeye çalışıyorlar.
İşçilerde biriken öfkeyi yalnızca AKP ve kapitalistler görüyor ve buna karşı yalnızca onlar önlem alıyor değil. İşçi sınıfının ayağındaki pranga işlevine sahip sendikal bürokrasi de durumdan haberdar. Türk-İş bürokrasisi, talepleri karşılanmadığı aldatmacasıyla sözleşme masasını terk etmesinin ardından yaptığı açıklamalar ile güya tepkisini gösterdi. Hak-İş te açıklanan zamdan hoşnut olmadığını ifade etti. Sendika ağaları tümüyle bir tiyatro olan asgari ücret pazarlıklarında başından sonuna kadar rollerini oynadılar. Masa başlarında atıp tutanların, “milyonları sokağa dökeriz” diyenlerin, asgari ücret görüşmelerinde sözde masayı terk edenlerin döndükleri yer eylem alanları değil, kendi rahat koltukları oldu. Ancak işçi ve emekçilerin nezdinde bu yalanların bir itibarı kalmadı. Sömürü çarkının dişlileri arasında bulunan bu sendikal anlayış fazlasıyla teşhir olmuş durumda.
Kuşkusuz bu farkındalık işçi sınıfı için anlamlıdır. Fakat farkına varmak ancak değiştirme iradesiyle birleştiğinde sonuç üretebilir. Sendikal ihanet şebekesinin böylesine ayan beyan yalan söyleyebilmesi, işçileri bu kadar kolay aldatabilmesi işçi sınıfının ne kadar örgütsüz olduğunu bir kez daha göstermektedir. Bu örgütsüzlük sadece sendikasız işçiler için söz konusu değildir. Çeşitli sarı sendikalara üye konumunda olan on binlerce işçi de kendi gelecekleriyle ilgili karar hakkını sendika ağalarına bıraktıkları, tabanda birliklerini sağlamadıkları için gerçek manada örgütsüzdür.
İşçi sınıfı patronları sırtından atmak istiyorsa, mücadelenin temel bir ayağını da sendikal ihanet şebekesini alt etmek hedefi üzerine kurmalıdır. Sömürü çarkını parçalama mücadelesi, bu çarkın dişlilerinden biri olan sendikal ihanet kırılamazsa başarıya ulaşamaz. Sermaye sınıfının karşısına “İnsanca yaşamaya yetecek ücret”, “İnsanca çalışma koşulları” vb. taleplerle, düzen sendikacılığının karşısına da işçi sınıfının tabanda birliğini sağlayacak “söz, yetki, karar hakkı” gibi devrimci sınıf sendikacılığının ilkeleriyle çıkılmalıdır. Bu ilkeleri hayata geçirmek, sınıf örgütlerini sermaye memurlarından kurtarmak, sendikal bürokrasinin denetimi dışında kalabilen devrimci sendikal mevzileri ise işçi sınıfı için örnek mücadele kalelerine çevirmek, bugünün de yarının da önemli görevleri arasında yer alıyor.