AKP iktidarı, arabuluculuk sistemini iş mahkemeleri ve ticari mahkemelerin ardından aile mahkemelerinde de hayata geçirmeye hazırlanıyor. 2019 yılının başından itibaren hazırlıkları yoğunlaştırılan Aile Mahkemeleri’nde arabuluculuk sistemi adımlarının yakın zamanda atılması bekleniyor.
2012 yılında iş mahkemeleri ve ticaret mahkemelerinde gündeme gelen arabuluculuk sisteminin gerekçesi, “yargıda yoğunluğu hafifletmek” olarak lanse edilmişti. Oysa o dönem afişlerde öne çıkartılan “kazan-kazan” şiarının da gösterdiği gibi, aslında birilerinin, somutta da “sermayenin” kazanması amaçlanıyordu. Özetle, her yanıyla dökülen yargının olağan mekanizmalarının da devre dışı bırakıldığı, gizli kapaklı bir şekilde “yargılamanın” yapıldığı arabuluculuk sistemi, “iş yükünün azaltılması”nı değil, sermayenin üzerindeki yükleri hafifletmeyi hedefliyordu.
Şimdi sırada zorunlu aile arabuluculuğu var. Adalet Bakanlığı tarafından konuyla ilgili yapılan açıklamada, “Toplumsal barışa katkı sunacağını düşündüğümüzden ve aile kurumunun korunmasına katkı sağlayacağına inandığımızdan düzenlemenin faydalı olacağını düşünüyoruz” denilmektedir.
AKP iktidarı tarafından “Aile Arabuluculuğu”na övgüler dizen söylemlere rağmen, ortada hukuksal bir düzenleme bulunmadığı gibi, mevcut tablo kendi içinde çelişkiler de barındırıyor. Öyle ki, yapılan açıklamalarda, aile arabuluculuğu boşanma, nafaka, tazminat, velayet vb. konulara bakabilecek. Ancak Arabuluculuk Kanunu’na göre, kadına yönelik şiddet arabuluculuğun kapsamı dışında. Ayrıca her ne kadar hükümlerini uygulamasa bile Türkiye’nin imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’ne göre de “her türlü şiddet olayında” arabuluculuk yasaklanıyor.
Ancak yasa koyucular, şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak göstermek niyetindeler. Kadınların karşı karşıya kaldığı psikolojik, ekonomik vs. şiddeti yok saymaya devam ediyorlar. Oysa ki, aile arabuluculuğuna konu edilen başlıklarda (başta boşanma olmak üzere, velayet, mal paylaşımı vb.) kadınlar çok yönlü şiddet ile karşı karşıya kalıyorlar.
Tüm bu handikaplarla beraber, “sosyal uzlaşı” adı altında kadınların boşanmalarını engellemek amacını taşıyan aile arabuluculuğu, kadınlar için çok ciddi sorunları barındırıyor.
Emekçi kadınların, çok yönlü baskı ve kuşatmanın ardından zorlukla verebildikleri boşanma kararlarının gerisinde şiddet öğesi belirgin bir yer tutabilmektedir. Ağır ve sancılı süreçlerin ardından verilen boşanma kararlarında “arabuluculukla” kadınları “zorunlu” olarak ve “kapalı kapılar ardında” ikna sürecine dahil etmek, kadınların güvenliğini ciddi anlamda zora sokacağı gibi, şiddetin kapılarını da aralayacaktır.
“Özel alanın mahremiyeti” gerekçesiyle “gizli” olacağı iddia edilen arabuluculuk görüşmeleri ise, kaçınılmaz olarak şiddetin gizlenmesi sonucunu doğuracaktır.
Aynı zamanda bin bir zorluklarla karşıya karşı kalan emekçi kadınlar, üstüne bir de ücretli olan arabuluculuk hizmetinden faydalanabilmek için mali yükün de altına girmiş olacaklar.
Bir başka nokta ise, arabulucuların kimler olacağı tartışmasıdır. Hukukçuların dışında arabulucuların kamu görevlileri olması, imamların arabuluculuk yapacağını düşündürtmektedir. Müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesiyle birlikte, İslami referanslarla imamların kamu yaşamındaki rolü arttırılırken, “danışmanlık merkezlerinde” imamlara yeni roller biçilirken, imamların tam da kendi misyonlarına uygun olarak, kadınları “ikna” etme süreçlerine dahil edilmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.
“Ailenin bütünlüğü” her şeyin başı!
Adalet Bakanı Gül, aile arabuluculuğunu şu sözlerle tanımlıyor: “Kültürümüz ve değerlerimiz ailenin devamını sağlamaktan yana, boşanma en son çaredir. Boşanma sürecinde taraflar eğer sorunlarına gerçekten çözüm bulamıyorlarsa elbette evlenmek gibi boşanmaya da hakları mevcut. Günümüzde boşanma aşamasındaki tarafların en büyük eksikliği iletişim ve empati kurulmamasıdır. Arabuluculuk müessesesi bu anlamda toplumun psikolojik ve sosyolojik olarak yükünü çekecek, toplumu rahatlatacak bir kurum görevinde olacak. Toplumun temel taşı olan ailenin korunması, sorunların çözümü, boşanma oranlarının azalması amacıyla yapılan çalışmaları çok değerli buluyoruz.”
AKP iktidarı, kadınların haklarını korumak, özellikle kadına karşı ayyuka çıkan şiddeti engellemek yerine “aileyi ve aile bütünlüğünü korumak” temelinde çalışmalarını sürdürüyor. 2016 yılında gündeme gelen “boşanmaların önlenmesi komisyonu”nun kararlarından biri olan zorunlu aile arabuluculuğu, nafaka kanunu vb. planların hepsi, aynı amaca hizmet ediyor. Her ne olursa olsun, aileyi korumak ve kadınları aile içinde tutmak!
Toplumun en küçük birimi olarak tanımlanan “aile”, egemenler için iktidarı sürdürmenin en temel dayanaklarından biridir. İktidar sahiplerinin bunun için pek çok gerekçeleri var: Toplumu ve özellikle emekçileri denetim altında tutmak, daha pasif ve edilgen görülen kadınlara bu denetimde özel bir rol biçmek, sistem tarafından yerine getirilmesi gereken toplumsal görevlerin (ev ve çocuk bakımı vs.) bizzat aile içinde kadınlar tarafından yerine getirilmesini sağlamak vs… AKP iktidarı açısından, tüm bunlara ek olarak İslam’a dayalı bir toplumu kültürel ve sosyal olarak inşa etme hedefi için de kadınların aile içinde tutulmalarına ihtiyaç var.
Zorunlu arabuluculuk sistemi hayata geçirildiği koşullarda, bundan en başta emekçi kadınlar etkilenecektir. Tıpkı zorunlu iş mahkemeleri arabuluculuğunda öncelikle işçi ve emekçilerin olumsuz olarak etkilenmesi gibi…
Yasalar her zaman toplumsal mücadelenin ardından topallayarak gelir. İşçilere, emekçilere ve kadınlara saldırı niteliği taşıyan, kapitalist erkek egemen düzenin bekası için gündeme getirilen bu yasalar da ancak toplumsal mücadele ile paramparça edilebilecektir.