İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararı 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi. Kararın duyurulduğu 20 Mart’tan itibaren kadınlar, LGBTİ+’lar sokakları ve meydanları terk etmedi. Pandemi önlemi adı altındaki “yasaklar”, polis saldırıları, gözaltılar, kurulan barikatlar karara karşı mücadeleyi engelleyemedi. Eylemlerde sadece fesih kararı protesto edilmedi, yanı sıra gerici-faşist iktidarın kadın düşmanı politikaları, Deniz Poyraz’ın katledilmesi, Elmalı Davası’yla gündemde olan çocuk istismarına karşı tepkiler de ortaya konuldu. Fesih kararı yürürlüğe girmiş olsa da, kadınlar bu kararı tanımama iradesini koyarak süreci geride bıraktılar.
* Fesih kararı için 20 Mart’ta gece yarısı kararnamesine imza atan tek adam rejiminin şefi, 1 Temmuz’da da açıklama yapmaktan geri durmadı. “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı Tanıtım Toplantısı”nda konuşan Erdoğan “Bizim kadına yönelik şiddetle mücadelemiz İstanbul Sözleşmesi'yle başlamadığı gibi bitecek de değildir” diyerek hamaset yaptı ve sözleşmeden geri çekilme gerekçesini hatırlatarak yine LGBTİ+’ları hedef gösterdi.
* Tek adam rejiminde yasaların kağıt parçasından ibaret olduğunu Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi ile ilgili verdiği karar bir kez daha gösterdi. Fesih kararının iptali için Danıştay’a yapılan başvuru 3’e karşı 2 oyla reddedildi. Kararın gerekçesinde, “tek adam”ın imzasının anayasadan, yasalardan, uluslararası sözleşmelerden daha üstün olduğu açıklandı:
“Yürütme yetkisinin Anayasa gereğince Cumhurbaşkanına ait olması, milletlerarası andlaşmaların feshedilmesinin yürütme yetkisine ilişkin olması ve TBMM’ne milletlerarası andlaşmaların feshedilmesine ilişkin olarak Anayasa ve kanunlarda herhangi bir görev veya yetki verilmemiş olması hususlarının birlikte değerlendirilmesinden milletlerarası andlaşmaların feshine ilişkin işlemlerin, kaynağını Anayasadan alan yürütme yetkisi ve görevi kapsamında Cumhurbaşkanı tarafından yapılacağı, uygun bulma kanunu sonrasında milletlerarası andlaşmayı onaylayıp onaylamama konusunda takdir yetkisi bulunan Cumhurbaşkanının, yürütme faaliyetine ilişkin fesih yetkisini kullanırken yasama organının bir işlem tesis etmesine gerek bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.”
* Geçtiğimiz günlerde “pandemi sürecinde kadına yönelik şiddet tolere edilebilir düzeyde” diyen kadın bakan Derya Yanık, Erdoğan’ın açıklamasının ardından yeni bir skandala imza attı. Tüm veriler kadına yönelik şiddetin arttığını ortaya koyarken, “Kadına yönelik şiddette ve ev içi şiddette en alt sıralardayız… Cumhurbaşkanımız, kadın hakları hassasiyeti konusunda eleştirilecek son insandır” deme arsızlığını gösterebildi. Bu pervasızlık, iktidarın kadın düşmanı politikalarını hız kesmeden sürdüreceğini gösteriyor.
* İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı yürütülen süreç, kadın hareketinin toplumsal muhalefetin en diri kesimlerinden biri olduğunu ortaya koydu. 19 Haziran mitingi Deniz Poyraz’ın katledilmesinin hemen ardından gerçekleşti. İstanbul Valiliği’nin yasaklama girişimlerine rağmen miting gerçekleşti. 1 Temmuz’da başta Taksim olmak üzere kadınlar militan bir şekilde sokaklara çıktılar. İstanbul’da, İzmir’de, Mersin’de, Bursa’da kolluk güçleri eylemleri engellemeye çalıştı. Ancak kadınlar geri adım atmadı. Taksim’de kadınlar barikatları aştılar, son dönemlerin en coşkulu eylemini gerçekleştirdiler.
* Geride kalan süreç olumlu yanların yanı sıra zayıflıkları, kadın hareketinin sınıfsal karakterini de bir kez daha ortaya koydu. Sinbo Direnişçisi Dilbent Türker’in fesih sürecinde karşı karşıya kaldığı ustabaşı saldırısı ve çıplak arama işkencesine karşı çok sınırlı bir sahiplenme, bunun açık bir örneği oldu. Direnişçi Türker yaşadığı saldırıların sözleşmenin iptalinden bağımsız ele alınamayacağını vurguladığı halde, kadın hareketi onun çağrısına güçlü bir sahiplenme ile yanıt veremedi.
* Sürecin, sorunun kaynağına ve kalıcı çözümüne işaret edilmeden fesih kararının geri çekilmesi talebi sınırlarında ele alınması, hareketin küçük-burjuva karakteriyle bağlantılı bir zayıflıktı. Sözleşmenin iptalinin, kadınların ve LGBTİ+’ların hak ve özgürlüklerine saldırı kapsamında, yasal düzenlemelerin uygulanması-korunması talebinin ön plana çıkartılarak işlenmesinin, toplumun diğer ezilen kesimlerine yönelik saldırı politikalarının bir parçası olarak ele alınamamasının gerisinde bu zaafiyet vardı.
* Sözleşmenin iptaline karşı bildiri dağıtımları, yol kesme eylemleri vb. üzerinden geniş kesimler taraflaştırılmaya çalışıldı. Ancak, sınıf hareketinin verili tablosu, işçi ve emekçiler başta olmak üzere kitlelerin örgütsüzlüğü de sözleşmenin sahiplenmesinin önüne geçti. Fesih kararına tepki feminist hareket ve ilerici-devrimci kadınlarla sınırlı kaldı.
* İstanbul Sözleşmesi’nin feshine karşı süreç, tüm zayıflıklarına karşın, tek adam rejiminin gerici-baskıcı politikalarına, erkek egemen sisteme, kadına yönelik şiddete karşı kadınların öfkesinin dışa vurulduğu bir süreç olarak örgütlendi. Ve kadınların ifade ettiği gibi, sözleşme gayrimeşru bir şekilde feshedildi fakat bu süreç bitmedi.
* Açığa çıkan tablo ise, kadın mücadelesinin kalıcı kazanımlar elde edebilmesinin devrimci bir sınıf hareketinin gelişmesine bağlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu.