Dünya ve Türkiye’de toplumsal muhalefetin yükseliş içinde olduğu yıllardı. Kapitalizm genişliyor ve buna paralel olarak sınıf hareketi de yükseliyordu. İşçi sınıfı da mücadelede öne çıkıyor, Kavellerde açtığı direniş yolunu 15-16 Haziran’la taçlandırıyordu. Gençlik hareketi de 68 kuşağıyla birlikte güçlü atılımlar yapıyor, gençlerin safını mücadeleden yana belirlemesiyle birlikte gelişen hareket kendi yolunu açıyordu. Sınıfsız sömürüsüz dünya özlemi büyüyordu.
Böylesi bir dönemde Ulaş, ODTÜ’yü kazanmıştı. Fikir Kulüpleri Federasyonu’na katıldıktan sonra, Dev-Genç’in kuruluşunda yer almıştı. O da fırtınalı günlerde yolunu seçmiş, devrimci mücadeleye adım atmıştı. Öfke ve dinmeyen enerjisiyle eylemlere ön safta katılıyor, emperyalizmle iç içe olan ve gençliğin bu hareketini durdurmak için terör estiren devletin karşısına militanca çıkıyordu. “Vietnam Kasabı” olarak bilinen Robert Komer’ın arabasının ODTÜ’de yakılması eylemine de bizzat katılmıştı. Gençlik hareketinin içinde kendi önderleri belirmeye başlamıştı. Ulaş’ta bunlar arasındaydı.
Sermaye devleti ise Amerikan emperyalizminden aldığı güçle beraber silahını gösterip gelişen muhalefeti boğmak istiyordu. Ancak bu kolay olmayacaktır. Çünkü önünü alamadığı bu toplumsal mücadele dalgası gün geçtikçe büyüyordu…
Artık gelinen yerde gençlik hareketi ve toplumsal muhalefet düzenin kalıbına sığmıyor, kendi çıkış yolunu arıyordu. Solda öne çıkan iki ana eğilim, düzen sınırlarını aşamıyordu. TİP’in parlamenterist çizgisi ve düzenin sınırlarını aşmak istememesi, MDD çizgisindekilerin ise düzenin ordusundan medet ummaları gün geçtikçe büyüyen hareketi sınırlıyordu. O siyasal atmosferde 71’ devrimci kopuşu gerçekleşmişti. Mahir’ler, Deniz’ler, İbo’lar mücadele dinamiklerinin devrime akması için çalışıyorlardı. Bardakçı’da safını THKP’C’den yana belirlemişti. THKP’C’nin kuruluşunda ve genel komitede yer aldı.
Sermaye iktidarının buna cevabı “faşist darbe” oldu. ABD emperyalizmine yaslanan generaller 12 Mart 1971’de darbe yapmış ve cadı avı başlatmıştı. Tabi bununla beraber baskınlar, işkenceler, tutuklamalar da gün geçtikçe artıyordu. Denizleri yakalayan sermaye iktidarı, artan toplumsal muhalefete gözdağı vermek amacıyla idam kararı almıştı. Ancak siper yoldaşlığının üstün örneklerini veren Ulaş Bardakçı ile Hüseyin Cevahir bu karara karşı eylem düzenlemişlerdi. Denizlerin idam kararını durdurmak ve baskıların son bulması için İsrail Başkonsolosu Elrom’u kaçırırlar. Daha sonraları ise Ulaş tutsak düşer. Ancak arkadaşlarıyla beraber tünel açarak firar eder.
19 Şubat 1972 sabahında ise, önce Fındıkzade’ye baskın düzenlenir ve Ziya Yılmaz yakalanır. Ardından Ulaş’ın Arnavutköy’de kaldığı ev kuşatılır. Ancak Ulaş, buna karşı “Asıl siz teslim olun!” diyerek direnişi tercih eder ve ölümsüzleşir. Adı, nesillerin isminde yaşar…
Ulaş Bardakçı’dan öğreneceğimiz çok şey var. Yılmak bilmeyen enerjisiyle eylemlere ön saflarda katılırdı ve öfkesini devrime kanalize etmesini başarmıştı. Her ne kadar aynı örgütten olmasalar dahi Deniz ve yoldaşlarının idam kararını durdurmak için İsrail Başkonsolosu Elrom’un kaçırılmasında yer aldı. Yani siper yoldaşlığının en ileri temsilcilerinden bir olduğunu göstermişti.
Ölümsüzlüğünün 51. yıldönümünde Ulaş Bardakçı’yı saygıyla anıyoruz…
S. Sancar