Sermaye diktatörlüğünün tek adam diktatörlüğü biçimine bürünmesi sermaye için sınırsız olanaklar ve imkanlar yaratıyor. Fakat diktatörün dengesiz, şizofrenik davranışları sermayenin genel çıkarları için bir sorun halini alabilir. Diktatörün on milyonlarca işçi ve emekçinin açlık ve sefaleti pahasına kapitalistlere nurlu ufuklar açma çabası, böylesi bir davranış sayılabilir.
İşçi sınıfı ve emekçilerin en basit mesleki örgütlenmesine bile tahammül etmeyen, hak arama mücadelesinin yollarını devletin yargı-polis gücü ve zoruyla tıkayan diktatörlüğün, toplumu zapturapt altında tutabilmesi için bundan fazlasına ihtiyacı vardır. Kaba zor ve şiddetin, polis ve yargı terörünün kamufle edileceği ideolojik bir örtü gerekiyor ona. İktidardakiler, şizofrenik bir hal alan “bölünme”, “parçalanma” vb. korkusunu “beka” sosuna bulanmış milliyetçi-faşist ideolojiyle teskin etmeye çalışıyorlar.
İç politika gibi dış politikası da şizofrenik bir hal alan sermayenin diktatörü cambazlıklar yapıp, her tarafa yaranarak veya her tarafı aldatarak, gemisini yüzdürebileceğini hesaplıyor. İktidarda kalmak için ilkesizliği, pragmatizmi ve hilekârlığı, ikiyüzlülüğü ve aldatmayı amentü yapan diktatör, şiddeti ve militarist araçları da sınırsızca kullanmaktan geri durmuyor. Durmanın, saltanatı için ölüm demek olduğunu biliyor. İçeride estirilen polis ve yargı terörünü dış politikada savaş kışkırtıcılığı, gücünün yettiği yerlerde ise savaşı yaygınlaştırma çabası tamamlıyor. İçeride ve dışarıda önüne çıkan her engeli savaş ve şiddet makinasını takviye etmenin, milliyetçi histeriyi körüklemenin olanağına dönüştürmeye çalışıyor. İktidarının/sarayının bekasını memleket bekası olarak pazarlayarak, dinsel sosa bulanmış milliyetçi-faşist ideolojiden bir zırh oluşturuyor.
Sarayın sefahat ve savaş düşkünlüğü
Kendisine, çevresine ve yandaşlarına sınırsız sefahat sunan saray, emekçilere ise mutlak bir yoksulluğu ve açlığı dayatarak, ülkeyi toplu intiharların girdabına atıyor. Suriye’nin topraklarını işgal ederek, Libya ve Suriye’nin petrol zenginliklerini yağmalayabileceği hayalleriyle yanıp tutuşuyor. Başkent Trablus’a sığınmış, bölünüp parçalanmış ülke içerisinde hiçbir ağırlığı olmayan, geleceği belirsiz hükümetle askeri anlaşmalar yaparak, Libya’nın petrol yataklarını yağmalamaya hevesleniyor. Bahçeli üzerinden “İhtiyaç hasıl olursa Libya’ya asker göndermek aynı zamanda bir beka meselesi olur” açıklamaları yaptırılarak, yeni savaş alanlarının fitili tutuşturuluyor. Akdeniz’de yeni gerilim ve çatışma alanlarının zemini yaratılıyor. Nereden bakılırsa bakılsın Osmanlı hanedanlığınınki gibi muazzam bir çöküşe doğru doludizgin yol alıyorlar.
“Dostum” “hayal kırklığı” ve ağırlaşan fatura
“Dostum” dediği Trump’la, Trump’ın aşağılayıcı mektubundan sonra yaptığı görüşmede, pazarlıklar karşılığında yaptırımların ertelendiği, Ermeni soykırımı yasasının gündemden kalktığı ilan edilmişti. Yaptırımlar ve Ermeni soykırımı tasarılarının ABD senatosunda yeniden oylanıp kabul edilmesi, sarayın “dostum” söylemlerinin dayanaktan yoksunluğunu bir kez daha tescilledi. Efendiyle uşak arasındaki “dostluğun” bir sınırı vardır.
Ermeni soykırım yasasını ve yaptırımları yeniden gündemine alan ABD senatosu, bu girişimini “Erdoğan bizi hayal kırklığına uğrattı” diye gerekçelendiriyordu. Verilen fakat yerine getirilmeyip de “hayal kırıklığına” yol açan vaatlerin neler olduğu Türkiye halklarına açıklanmadı. Yapılan kirli pazarlıkların içeriği ve kapsamının bir sır olarak saklanmasına devam edilecektir. Saray ve avenesi yapılan kirli pazarlıkları açıklamak yerine hiçbir inandırıcılığı olmayan, kaçıncı defa olduğunu söyleyenlerin de unuttuğu boş palavralarla ortamı bulandırıyor. Gerçeklerin anlaşılmasını engellemeye ve Ermeni halkına karşı işlenen tarihi suçlarının üzerini kapatmaya çalışıyor. Kaldı ki, ABD senatosunda Ermeni soykırım yasa tasarısının yanı sıra, ABD Kongresi’nde, Rus doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak olan Türk Akımı projesi, S-400’ler ve F-35’lerle ilgili yaptırım öngören yasa tasarısı da kabul edildi. Efendileri tarafından kesilen “hayal kırklığı” faturası oldukça yüklü olacak gibi gözüküyor. Saray ve avenesinin canhıraş çırpınışlarının arkasında bu gerçek yatıyor.
Bayatlamış eski nakaratlar, gerçekler ve “ciddiyet” imtihanı
Sahte ve hiçbir inandırıcılığı olmayan “İncirlik ve Kürecik’i kapatırız” salvolarıyla, “hayal kırklığına” uğrattıkları efendileri tarafından kesilen faturanın yükünü hafifletmeyi hesaplıyorlar. Onların bu içi kof atıp tutmalarının, efendilerinin nezdinde bile hiçbir tutar yanı yoktur.
Erdoğan ve tayfasının defalarca yaptıkları bu ve buna benzer çıkışlarının ne kadar anlamsız ve desteksiz olduğunu, ABD Savaş Bakanı Mark Esper Belçika’da gazetecilere yaptığı açıklamayla dışa vuruyordu. Esper, “Bu konu daha önce bana getirilmedi. İlk olarak gazetelerde okudum, bu nedenle mevkiidaşım ile konuşup tam olarak ne demek istediklerini ve ne kadar ciddi olduklarını anlamam gerekiyor” diyerek, Türkiyeli uşaklarının “ciddiyetlerini” sorguluyordu. Efendileri tarafından ciddiyet sorgulamasına tabi tutulan uşakların dillere destan ciddiyetsizliklerini herkesten çok efendileri biliyorlardır.
Çok değil daha bir hafta önce Esper’in mevkidaşım dediği, NATO tezgahından geçmiş Hulusi Akar, 11 Aralık günü TBMM’de kimi parlamenterlerin yaptığı NATO eleştirilerine, “NATO üyeliğimizden veya müttefikliğimizden vazgeçmek gibi bir niyetimiz söz konusu değildir. … Türkiye sadece kendi sınırlarını değil, NATO sınırlarını da korumaktadır. Türkiye’nin güvenliği, NATO dahil, tüm Avrupa’nın güvenliğidir. NATO, Türkiye’yle çok daha güçlü ve anlamlıdır. Bunu tartışmaya açmak anlamsızdır.” karşılığını veriyordu.
Erdoğan ise, “Biz, NATO’nun merkezindeyiz. Hala NATO’nun merkezindeyiz. NATO’dan uzak durmak gibi bir niyetimiz ya da girişimimiz yoktur. Hiçbir yere gitmiyoruz, NATO’dayız” diyordu. Söylenen sözlerin sıcaklığı daha geçmemişken, verilen sözler ve yapılan anlaşmalar ortadayken, sizlerin sahte çıkışlarınıza hiç kimse inanmaz, efendileriniz ise hiç inanmazlar. Efendiler uşaklarını iyi tanırlar. Uşakların, iç kamuoyuna yönelik milliyetçi histeriyi körüklemek için yaptıkları böbürlenmeleri ciddiye almaz, yüz yüze ne konuştuklarını önemseyerek, onları “ciddiyet” sınavına tabi tutarlar.
Anti-emperyalizm ya da ulusalcıların efendi değiştirme tutkuları
Sermaye diktatörlüğünün dayandığı kapitalist mülkiyet ilişkilerine ve bu ilişkilerin parçası olduğu uluslararasılaşan kapitalist üretim sistemine karşı çıkma programına sahip olmadan, sahte bir anti-emperyalizm, daha çok da anti-Amerikancı lakırdılarla anti-emperyalistlik taslayanlarla doludur ülkemiz. Erdoğan ve şürekasının yanı sıra eski generallerin buluşma alanı olan Perinçek’in “Aydınlık”ı benzeri tescilli sermaye uşakları gibi, Suriye’nin işgali için evet oyu veren partiler de bu yalan ve aldatma kervanına katılmaktan geri durmuyorlar. Oysa, NATO ve emperyalistlerle yapılan ikili ve çok yönlü anlaşmaların altında bunların imzaları vardır.
Özellikle “sol” ve hatta sosyalist geçinen ulusalcı cenahın kabaran anti-amerikancılığının da bir sınıırı vardır ve bu sınırlarının kapısı bir başka efendinin kucağına açılıyor: “ABD yaptırımlarına cevap vermek için gündeme getirilebilecek alternatif S-400 hava savunma sisteminin, Doğu Akdeniz’i kapsayacak şekilde aktive edilmesi olabilir.” Putin sizleri ne kadar takdir etse azdır!
Kim ki anti-emperyalist olmak iddiasındaysa uluslararasılaşan kapitalist üretim sürecinin ve sisteminin bir parçası olan Türk kapitalizmine ve onun yayılmacılık ve talancılığına, emperyalist sistemin bölgedeki üssü olmasına, TÜİK’in çarpıtılmış rakamları üzerinden emekçilere açlık sınırında bir ücreti layık gören sermayeye ve onun diktatörüne karşı savaşmak zorundadır. Gerisi laf-ı güzaftır.