Menzil tarikatının şeyhi diye anılan Abdulbaki Erol’un ölümünün ardından yaşananlar, Türkiye’de din istismarına dayalı karanlık yapıların “gövde gösterisi” yapacak güce ulaştığını gösterdi. Bu karanlık yapıların devlet kurumlarındaki kadrolaşması, Menzil Köyü’nde düzenlenen cenaze gösterisinde belirgin bir şekilde sergilendi. Devlet katında yönetici konumunda olan kişilerin kullandığı “çakarlı araçlar” gözle görülecek kadar yoğundu. Fiyatları milyonları bulan çakarlı araçların çokluğu, bu karanlık yapının devlet katında ele geçirdiği ya da belli pazarlıklar karşılığında kendisine sunulan mevkilerin yaygınlığını da gösterdi.
Karanlık örgütün gövde gösterisi
Adına tarikat denen bu karanlık örgütlenme, ölen kişinin 14 Mayıs’tan önce yaptığı açıklama ile seçimlerde Tayyip Erdoğan’ı desteklediğini ilan etmişti. Şaibeli seçimlerle Saray rejiminin işbaşında kalması bu tarikatı daha da cesaretlendirmiş hem medyada hem sosyal medya alanında daha görünür olmaya başlamıştır. Medya üzerinden propagandayı arttıran Menzil, Abdulbaki Erol’un cenazesini Saray rejiminin de desteği ile bir gövde gösterisine dönüştürdü.
15 kilometrelik bir araç konvoyu oluşturan tarikat mensupları birçok kentten yola çıkarak Adıyaman’ın Kahta ilçesine bağlı Menzil Köyü’ne gittiler. Adıyaman’da insanlar enkaz altında can verirken kılı kıpırdamayan Türk Hava Yolları özel ek seferler düzenleyerek, tarikatın gövde gösterisine katılacakları taşıdı. Tarikatın tahkim ettiği ve bir tür “kurtarılmış bölge” haline getirilen Menzil Köyü’nde toplanan kalabalığın katıldığı cenaze Saray’dan beslenen medya tarafından canlı yayınlandı.
Orta çağ artığı ideolojisini topluma dayatmak için Saray rejiminin pervasız adımlar attığı günlerde yaşanan bu olay, tarikatın AKP-MHP koalisyonundan güç alarak bu gösteriyi yaptığına işaret ediyor. Yakın zamana kadar medyatik olmamaya çalışan bu örgütün gövde gösterisi yapabilecek bir özgüven kazanması, devlet içindeki dayanaklarının hiç olmadığı kadar arttığını gösteriyor. Menzil ve onun gibi karanlık örgütleri araştıran gazetecilerin ortaya koydukları gerçekler sağlık, milli eğitim, içişleri ve adalet bakanlıklarında Fethullah Gülen cemaatinin boşalttığı yerlerin, Menzil başta olmak üzere tarikatlar tarafından doldurulduğunu ispatlıyor.
Sermayenin de rejimin de organik birer parçası…
21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken akla ziyan sahtekarlıklarla yüz binleri peşinden sürükleyen bu karanlık örgütlerin yaygınlığı ve güç kazanması tesadüf mü? “Gavs” (bir tür evliya) diye anılan Abdulbaki Erol’a biat edenleri bir tür köleliği kabul edecek derecede körelten Menzil gibi tarikatlar, ağlarına düşürdükleri kitleyi orta çağ artığı zihniyetle zehirleyip teslim alırken, şefleri ise vahşi kapitalizmin temsilcileri olarak faaliyet yürütüyor. Geçen yıllarda Fethullahçıların olduğu gibi, Menzil tarikatına bağlı kapitalistlerin kurduğu bir sermayedarlar örgütü bile var. Yeni tarikatın şefleri sermaye sınıfının organik birer parçası haline gelmiş durumdalar.
Orta çağ artığı ideoloji ile teslim aldıkları müritleri kaba bir şekilde sömürerek büyük servetler biriktiren tarikatlar, bu ideoloji ile işçilerin de bir kesimini zehirleyerek, sınıfsal kimliklerini yozlaştırıyorlar. İşçiler ve emekçiler arasında bu zehri yayarak sadece kendi sefil çıkarlarına değil, bütün sermaye sınıfına hizmet ediyorlar. Etkiledikleri kitlenin oy potansiyeli ve sahip oldukları mali güce dayanarak siyasal alanda da bir taraf haline gelmiş, iktidar ve ranttan aldıkları payı hızla arttırmışlardır. Bazı haberlere göre, ABD’deki Yahudi lobisinde etkin olan kişilerle bir petrol rafinerisine ortak bile olmuşlar.
Sermaye sınıfı ve onun devleti ise onlarca yıldan beri işçi sınıfı hareketi ile ilerici-devrimci güçlere azgın bir şekilde saldırırken bu gericilik odaklarının önünü açtı. Bir dönem iktidarın aparatı olan dinci-ırkçı örgütler, son 20 yıllık süreçte sisteme damga vuran, rejime egemen olabilecek güce ulaştırıldı. Özel mülkiyet ve ücretli emek gücünün sömürüsüne dayalı olan sermaye iktidarı, siyasal alanı dinci-ırkçılara teslim etmiş durumda. Menzil tarikatının hem MHP hem AKP hem BBP ile yakın ilişkiler içinde olması tesadüf değil. Bunlar aynı sınıfın, aynı siyasal anlayışın, aynı karanlık zihniyetin temsilcileridir. Dolayısıyla bu örgütlenmeler artık vahşi kapitalist sistemin birer organik parçası haline gelmiş/getirilmiştir. Hal böyleyken din ve “maneviyat” üzerine vaazlar vermeleri, kaba sahtekarlıktan başka bir anlam taşımıyor.
“Ders çıkarmayan” AKP mi?
Bu karanlık yapıların devleti ele geçirmesine karşı çıkan, onların icraatlarını teşhir eden bazı gazeteci veya analizciler, Fethullah Gülen örgütünün darbe girişimini örnek vererek, AKP’nin olaylardan ders almadığını öne sürüyorlar. Buna göre, AKP “FETÖ” olayından ders alsaydı Menzil ve onun gibi karanlık yapıların önünü açmazdı. Kimileri Tayyip Erdoğan’la bazı müritlerini uyardıklarını ancak dikkate alınmadıklarını anlatıyor.
Vurgulamak gerekiyor ki, bu bakış açısı sorunun püf noktasını gözden kaçırıyor ya da saklamaya çalışıyor. Çünkü AKP-MHP koalisyonu ne yaptığını gayet iyi biliyor. Bu koalisyonun bizatihi kendisi bu tür karanlık yapılardan oluşturulmuştur. Dolayısıyla onlarsız varlığını sürdürmesi mümkün değil. Bunlar hem büyük bir servet birikimine sahipler hem karanlık örgütleri var hem devlet kurumlarını ele geçirmişler. Aralarında zihniyet bakımında kayda değer bir fark bulunmuyor. Tümü de dincilik ve ırkçılıkla maluller. Bu, onların bir tür ideolojik çimentosudur.
Ülkenin daha karanlık bir dehlizin içine sürüklenmesi, emekçilerin bu karanlık yuvalarında sersemletilmesi sadece AKP-MHP etrafındaki kapitalistlerin/vurguncuların değil, sermaye kodamanları ve emperyalistlerin de tercihidir. Son seçimde dinci-faşist koalisyona verilen destek buna işaret ediyor. Dolayısıyla bu karanlık örgütlenmeleri ve oynadıkları rolü sistemden bağımsız bir olay olarak ele almak büyük bir yanılgı ya da bilinçli bir çarpıtma olacaktır. Bunlar, sermayenin siyasi tercihlerinin, emekçilere reva gördükleri kokuşmuş/karanlık dünyanın tezahüründen başka bir şey değiller. 20 yıldan beri devletin tepesinde oturtulan kişinin tarikat şefi için Hürriyet gazetesinde tam sayfa başsağlığı ilanı yayınlaması, devlet-tarikat ilişkisi hakkında net bir fikir veriyor.
Gericiliğe karşı mücadele her yönüyle sınıfsaldır!
Menzil tarikatının Saray rejiminin katkılarıyla gerçekleştirdiği gövde gösterisi laiklik ve laikliğin savunulması tartışmalarını bir kez daha tetikledi. Onlarca yıldan beri zaman zaman gündeme getirilen bu tartışmalarda, genelde düzenin şu veya kurumuna umut bağlanarak laikliğin savunulabileceği var sayıldı. Denebilir ki, en çok umut bağlanan kurum TSK idi. Generallerin laik olduğu var sayılarak, dinci gericiliğin ülkeye egemen olmasının önünü kesecekleri var sayılırdı. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Amerikancı generaller her zaman sola/sosyalizme saldırmış, işçi sınıfı hareketini hedef almıştır. Ama aynı zamanda dinci gericiliğin her türüne alan açmış, gelişip serpilmesinin önünü açmıştır.
12 Eylül askeri faşist darbesi, Türk-İslam sentezini topluma dayatmış, dinci-ırkçılığı rejimi ideoloji haline getirmiş ve bu proje sayesinde Saray rejiminin egemenliğine yol açılmıştır. Bu süreçte kimi cılız çıkışlar olsa da ordu dahil düzenin hiçbir kurumundan laikliği gerçek anlamda savunan bir tutuma rastlanmamıştır. Devletin bürokratik ve militarist aygıtlarına ırkçıların yanına şeriatçılar yerleştirilmiş, Türk-İslam sentezini savunan kadroların devleti yönetmesi sağlanmıştır. Dolayısıyla generallere umut bağlayanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Doğu Perinçek gibi bir dönem postal yalayanlar dahi “bu generaller kağıttan kaplandır” türü laflar etti. Bugün Perinçek’in kendisi de aveneleriyle birlikte dinci-faşistlerin hizmetine girmiştir.
Düzenin “sol” temsilcisi sayılan CHP’den de bu konuda kayda değer bir çabaya rastlanmamıştır. Tersine kitle tabanının laiklik konusundaki hassasiyetine rağmen, o çarpık/güdük olan laikliğin adım adım ortadan kaldırılmasına destek vermediyse eğer izlemekle yetinmiştir. CHP ve şefi Kemal Kılıçdaroğlu’nun dinci-gericiliğe şirin görünmek için attığı adımlar, bu noktaya gelinmesine çanak tutmuştur. Bu konuda geçmişte “laiklik şampiyonu” havalarında olan Perinçekçiler de dinci-faşist rejime dalkavukluk yaparak, sermayenin ve emperyalistlerin bu projesine hizmet etmiştir. Görüldüğü üzere (son dönemde epey seyrekleşen) boş nutuklar bir kenara bırakılırsa düzenin hiçbir kurumu ya da siyasi temsilcisi ülkenin gericiliğinin koyu karanlığı içine itilmesi projesine itiraz etmemiştir.
Saray rejiminin seçimlerden sonra attığı adımlar, yarı şeriatçı-ırkçı bir rejim kurma ajandasını hiç olmadığı kadar fütursuz bir şekilde uygulamaya başladığına işaret ediyor. Tüm eğitim kurumlarına şeriatçı ideolojiyi çocuklara empoze edecek kadrolar yerleştirildi. Karma eğitim tartışmaya açıldı. Konsereler, festivaller yasaklandı. Dinci-ırkçı örgütler tüm festivallerin yasaklanmasını talep etmeye başladı. İçkiye sürekli yapılan zamlar, gerici yaşam biçimini dayatmanın bir parçası olarak kullanılıyor. Kız çocuklarının 14 yaşında evlendirilmesi gerektiğini ifade edenlerin sayısı günden güne artıyor. Kadın katilleri “savcı-hakim-yargıç” kılıklı tarikat mensupları tarafından kayırılıyor. İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldıranlar "Medeni Kanunu" da şeriata uydurmak istiyorlar vb…
Hal böyleyken bu koyu gericilik dayatmalarına karşı durabilecek tek güç toplumsal muhalefettir. Kapitalistler ve onların düzeni laikliğin esas düşmanı olduğu gibi, emekçileri gericiliğin karanlığında boğma projesinin temel dayanağıdır aynı zamanda. Böyle bir sitemin işçilere, emekçilere reva göreceği tek şey kaba köleliktir. Zira bu zihniyet sadece gerici, cinsiyetçi, zorba, tüm ilerici değerleri hedef almakla kalmıyor, hak arama mücadelesinden de nefret ediyor. Onların derdi, hakları için mücadele eden, onurlu duruş sergileyen işçi ve emekçileri sindirip, şeyhine biat edip köleliğe şükreden bir yığın yaratmaktır.
Toplumun ilerici birikimini temsil eden toplum kesimlerinin tepkisinin önemini göz ardı etmeden vurgulayalım: Bu koyu gericilik dalgası işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesi geliştirilmeden püskürtülemez. Emekçilerin bir kısmının bu gericilik tarafından zehirlenmiş olmaları bu gerçeği değiştirmez. Zira bu sistemde gericiliğe karşı durabilecek, laikliği savunabilecek başka bir toplumsal güç ya da sınıf bulunmuyor.
Kapitalizmin egemenliği yıkılana kadar rejim şeriatçı gericiliği de şoven ırkçılığı da döne döne yeniden üretmeye devam edecektir. Toplumların gerçek anlamda aydınlığa kavuşabilmesi için kapitalist barbarlık düzenin yıkılması şarttır. Bunu da ancak devrimci sınıf partisi önderliğinde mücadeleyi yükselten işçi sınıfı ve emekçi müttefikleri başarabilir.