AKP-MHP iktidarının sayısal verilerle oynayarak gerçeği örtbas etme çabası pek çok alanda sürüyor. Enflasyon, işsizlik rakamları kâğıt üzerinde düşürülüyor. İşçi cinayetleri, meslek hastalıkları rapor edilmiyor. Kadın cinayetleri basına yansıyanlardan dahi az gösteriliyor. Pandeminin etki ve sonuçları da aynı akıbete uğruyor. Koronavirüs verileri tam olarak açıklanmıyor, ölüm oranları bilinmiyor. AKP-MHP rejiminin toplum sağlığını gözetmek gibi bir gündemi elbette yok. Kriz ve pandemiyi, parçası oldukları sermaye sınıfı adına yönettiler. Sermayenin maliyet unsuru olarak gördüğü işçi-emekçilerin yaşamlarını kısıtladılar. Sınıfın mücadeleyle kazandığı haklarının gasp edilmesinde öncü rol oynadılar. Bu yolla sermayenin yüklerini hafiflettiler. Sonuç olarak, patronlara bin bir çeşit teşvik, emekçi sınıflara ise ölümlerden ölüm beğendirdiler.
Bilindiği üzere, gelişmişliğiyle övünen pek çok Avrupa ülkesinde ölüm ve bulaş oranları hayli yüksek seyretti. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 'ne göre klinik belirti ve semptomlara bakılmaksızın her Covid-19 enfeksiyonu pozitif olan kişi Covid-19 vakasıdır. Türkiye’de ise bu ölçüt bir yerden sonra kullanılmamaya başlandı. Hastaneye intikal etmiş koronavirüslü hastalarla, yatış işlemi verilmek durumunda kalınan ağır hastalar vaka kabul edildi. Testi pozitif olmasına rağmen semptom göstermeyenler koronavirüs tablosuna dahil edilmedi. Her vakada pozitif sonuç vermeyen PCR testlerine tabii tutulanları bir kenara koyuyoruz. Sağlık Bakanı Koca'nın, “Her vaka hasta değildir. Çünkü testi pozitif çıktığı halde hiçbir semptom göstermeyenler var ve büyük çoğunluğu bunlar oluşturuyor.” pişkin sözleri hatırlanacaktır. İşte, bu sınırlandırılmış kriterleri baz alan Türkiye, dünyadaki bu yüksek oranlara işaret edip koronavirüsle mücadelede Avrupa'ya örnek olduklarını ilan etti. Turistlerin gelebileceği yaz sezonu resmi Covid-19 rakamları düşürülerek, İngiltere ve Almanya'ya turistlerin Türkiye'de sağlıklı seyahat edebilecekleri söylendi. ABD, İngiltere ve İtalya'ya göstere göstere yapılan yardımlarla “güçlü devlet” imajı çizilmeye çalışıldı. “Örnek ülke” olma görüntüsü için ambulans uçak şovları eksik olmadı. Kerameti kendinden menkul açıklamaların ardı arkası kesilmedi.
Türkiye'nin çizdiği bu pembe tablonun gerçek olmadığı, açıklamalarının doğruyu ifade etmediği sağlık-meslek örgütleri, ilerici-devrimci-demokrat kurumlar ve muhalefet partileri tarafından döne döne ortaya kondu. İktidarın çarpıtmaya dayalı “sürdürülebilir “pandemi politikası bu kesimler tarafından sürekli olarak eleştirilere konu oldu. Salgın sürecinin bilimsel yöntem, şeffaf veri ve ilgili tüm kesimlerin katılımıyla etkin, koordineli bir şekilde yönetilmesi çağrıları AKP-MHP bloğu tarafından tahammülsüzlük, dahası saldırılarla karşılandı.
14-18 Eylül 2020 tarihlerini "Yönetemiyorsunuz, Tükeniyoruz Haftası" ilan eden TTB, hedef tahtasına çakıldı. İktidarın küçük ortağı, TTB'yi kapatma tehditleri savurdu. Salgın konusunda bilimsel bir merciiyi “insan ve toplum sağlığı hakkında asılsız şaibe ve şüpheleri körüklemekle” suçladı. MHP'li bir başka isim, TTB'nin salgın hakkında verdiği günlük rakamları şişirilmiş bularak, bunun tamamen siyasi çıkarlar gereği, kasıtlı yapıldığını ileri sürdü. Çözüm olarak Marksist yuvası ilan ettiği TTB'nin, sağlık alanındaki tekelinin kırılmasını ve başka bir meslek odasının açılmasını talep etti. Cumhur ittifakının şefi Erdoğan, çoklu baro çalışmasının bir benzerini TTB için de yapmak gerektiğini söyleyerek gözdağı vermeyi sürdürdü. Aynı konuşmasında TTB'nin seçilmiş Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı'yı da terörist ilan etti. Bununla birlikte, “Çarklar dönüyor, işçiler ölüyor” diyen İSİG meclisi üyeleri, Covid-19 raporlarını kamuoyuna sunmak isterken gözaltına alındı. Kayahan Pala örneğinde olduğu gibi, bilime dayalı öngörülerini toplumla paylaşan bilim insanları cezalandırılmaya, bu yolla birçoğu engellenmeye, halk-çevre-işçi sağlığına dair mücadele yükselten ilerici, devrimci kurumlar susturulmaya çalışıldı. İşin özü, dinci-gerici iktidar salgın karşısında akıl ve bilim dışı bir yaklaşımla, baskı ve yasak politikası izledi. Tedbir adına ise “maske, mesafe, hijyen” formülasyonunu öne çıkardı; yani maliyetleri doğrudan işçi-emekçinin cebinden çıkan bireysel önlemleri!
Gelgelim, toplumsal muhalefet odakları tarafından ısrarla dile getirilen gerçeklere sırt çevrilse de gelinen yerde mızrak çuvala sığmıyor. Gerçekler daha baskın hale geliyor. Salgın yerine sayıları kontrol etmeye dayalı politikalar iflas ediyor. Pandemi krizinin yönetilmediği döne döne meydana çıkıyor.
Ardı sıra itiraflar
Sağlık bakanlığının hasta sayılarının yanında pozitif vakaları gösteren 29 Eylül tarihli belgesi açığa çıkmış ve bu belgeye göre 10 Eylül tarihli yeni hasta sayısı 1.512, pozitif vaka 29.377 olarak kaydedilmişti. Bunun üzerine açıklama yapmak durumunda kalan bakanlık, “Başkasına bulaştırmadığı sürece, semptomu olmayan, sadece taşıyıcı olan kişi sayısının önemi yok” diyerek temel stratejilerinin sürü bağışıklığı olduğunu itiraf etmiş oldu. Yine bu ay içerisinde, ülke genelinde toplam ölü sayısının 6.800 olduğu söylenirken, CHP'li İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Antalya belediyeleri bu sayıyı 8.850 olarak bildirmişti. Rejimin gerçekleri hasıraltı etme politikası altında koronavirüsün yayılması hızla sürüyor, süreç kontrol edilemiyor. Toplum içinde virüs bulaşmayanların etrafındaki çember daralıyor. Bu durum haliyle devletin çarpıtmaya dayalı pandemi politikası için de benzer sonucu beraberinde getiriyor.
Nitekim, 25 Kasım tarihinde Koca “Artık açık test politikasına geçtiğimiz kabul edilebilir.” diyerek, semptom göstermeyen pozitif vakaların da günlük tabloya ekleneceğini duyurdu. Gerçeklerin gizlenemez boyutlara ulaşması, belediyelerden gelen açıklamalar, kamuoyunun giderek artan baskısı elbette ki bu duyurunun yapılmasında belirleyici bir yerde duruyor. Pozitif vakaların listeye eklenmeye başlanmasının bir başka nedeni de DSÖ'nün yüksek vaka sayısı olan ülkelere aşıda öncelik tanınacağı yönündeki açıklamasıdır. Bu algoritmanın tabloya dahil edilmesiyle toplam günlük vaka sayısı, yani pozitif olan herkesin sayısı 28 bin 351'lere çıktı. O, koronavirüsle mücadelede en etkili ülkelerden biri olarak lanse edilen Türkiye, bu yeni verilerle yine “en”lere ulaşmayı başardı ve Avrupa’da pozitif vakalarda ilk sıralara yükseldi. Bu durum gerçekte önlenebilecekken pek çok insanın yaşamını yitirdiğinin de bir itirafıydı. CHP'li belediyelerden yansıyanlar ve TTB'nin eline ulaşan bilgiler, günlük toplam vakayı ortaya koyan sayıların dahi gerçeği yansıtmadığını, durumun çok daha vahim olduğunu ortaya koyuyor.
Sorumlular hesap versin!
Türkiye'de salgın toplum için felaket noktasına getirilmiş durumdadır. Salgınla mücadeleyi sayıları kontrol etmeye indirgeyen iktidar ve şefi Erdoğan, bu tablonun bizzat sorumlusuyken saklanamaz boyuttaki ağır bilançonun hesabından kaçmaya çalışıyor. Basına, pandemideki vahametin sorumluluğu Bilim Kurulunda diyen Erdoğan asıl niyetini de dile getirmiş oldu. Kuşkusuz Bilim Kurulu bu yıkımdan sorumludur ama tam da sarayın bir aparatı olarak! Bilim Kurulu'nun sınırları da söylemleri de Erdoğan'ın iki dudağı arasındadır. Şefinden bağımsız karar almayan, tedbir açıklamayan Bilim Kurulu, şimdilerde Erdoğan'ı aklama aracına dönüştürülmek için yine Erdoğan tarafından kullanılmaktadır. Sorumlu kimdir? Doğru ya, ekonomideki kötü gidişattan damat Albayrak, dolar-euro yükselişinden Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal, pandeminin hızla yayılmasından da bilim kurulu sorumludur. Bütün ülkelerin kıskandığı, dünya liderlerine ders veren, Türkiye'de en'lere imza atan, başkanlık sisteminin başı, o akıl kumkuması Erdoğan bütün bu olanlardan bihaber, bilgilendirilmemiş, dolayısıyla sorumlu da değil! En büyük sorumlu kim mi? “Maske, mesafe, hijyen” kurallarına uymayan halk! İşçisi, emekçisi, yoksulu...
Evet, krizin, pandeminin, açlığın, sefaletin, kitlesel ölümlerin sorumlularından hesap sormadıkça en büyük suçlu bu kapsamlı yıkımın bedelini ödeyen işçi ve emekçiler olmaya devam edecek!