Sivas Katliamı’nın 31. yılı…

Katliamcı devlet geleneği gerici-faşist rejim eliyle sürdürülüyor

İşçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına, çevreye, hatta tüm canlı yaşama düşman olan gerici-faşist rejime ve onun temsil ettiği sermaye düzenine karşı mücadeleyi büyütmek gelinen yerde yaşamsal bir önem kazanmış bulunuyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Temmuz 2024
  • 18:04

Sivas Katliamı’nın 31. yılındayız. 33 insanın yaşamını yitirdiği, onlarcasının yaralandığı Sivas Katliamı, Türkiye tarihinin en barbar katliamlarından biri olarak kayıtlara geçti.

Sermaye devletinin karanlık merkezlerinde planlanan katliamın tetikçiliğini ise dinci-faşist çeteler yaptı. Katliama çağrı yapan bildiriler devlet eliyle basılıp çoğaltıldı, provokasyon aparatı olarak gerici “yerel” basın harekete geçirildi, dinci-faşist güruhlar Sivas’ta ve çevre illerde devlet tarafından organize edildi… Özetle, daha önce Maraş’ta ve Çorum’da sermaye devleti tarafından hayata geçirilen kanlı senaryo bu kez Sivas’ta devreye sokuldu. Sivas ilk değildi, son da olmadı. Çok değil iki yıl sonra Gazi Mahallesi’nde Aleviler, ilerici ve devrimci güçler hedef alındı. Gazi halkının direnişle yanıt verdiği katliamda 22 kişi hayatını kaybetti.

Harcı kan ve katliamla yoğurulmuş olan sermaye devleti aynı yıllarda Kürt halkına dönük birçok saldırı ve katliamın da altına imza attı. Köy yakmalar, gözaltında kaybetmeler, yargısız infazlar, kitle katliamları vb. kirli savaş yöntemleri ile onlarca Kürt emekçi katledildi. Aynı yıllarda hapishanelerdeki devrimci tutsaklar da hedefte idi. Buca’da, Ümraniye’de, Ulucanlar’da gerçekleştirilen planlı devlet katliamlarında birçok devrimci tutsak yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı.

Katliamcı devlet geleneği gerici-faşist rejim eliyle sürdürülüyor

Türkiye’de sosyal mücadelelerin gelişip toplum çapında güç olduğu ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda dinsel gericiliğin ve ırkçı-faşist akımların önü bizzat emperyalistler ve işbirlikçi sermaye iktidarı eliyle açıldı. Gelişen toplumsal mücadelenin önünü almak hedefini taşıyan bu kirli politika doğrultusunda Komünizmle Mücadele Dernekleri, ırkçı-faşist komando kampları vb. paramiliter yapılar kuruldu. Bu adımları dinsel gericiliği ve ırkçı-faşist zihniyeti siyaset alanında temsil eden partilerin kuruluşu takip etti.

Emperyalistler ve sermaye iktidarı bu iki gerici akımda temsil edilen paramiliter yapıları yeri geldiğinde kanlı provokasyonları tertiplemek için, yeri geldiğinde ise işçi sınıfı ve emekçileri mücadeleden alıkoymak için etkili bir şekilde kullandı. NATO-CIA beslemesi bu yapılar 12 Eylül’e uzanan süreçte tetikçi olarak birçok katliamın altına imza attılar. Gelinen yerde ise hem dinsel gericilik hem de ırkçı-milliyetçilik sermaye düzeninin iktidar gücü olarak emekçilerin başına musallat edilmiş bulunuyor:

Bizzat emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi, bu güçleri sosyal uyanışa ve mücadeleye karşı, bunun siyasal ifadesi olan sola ve devrime karşı besledi, organize etti ve etkili biçimde kullandı. Fakat zaman içinde bu güçler burjuva sınıf düzeninin elinde basit araçlar olmaktan çıktılar ve gelinen yerde ona hükmeden bir gelişme düzeyine ulaştılar. Bunun önünü ‘50’li yıllarda Bayar ve Menderesler açtılar. ‘60’lı ve ‘70’li yıllarda bunu Demireller sürdürdüler. Aynı şeyi ‘80’li yıllarda Kenan Evrenler ve ardından Turgut Özallar yaptılar. ‘90’lı yıllarda yeniden Demireller yaptılar.” (Tarihsel temelleriyle Türkiye’de dinsel gericilik – H. Fırat, www.tkip.org)

Dünden bugüne sayısız katliamda ve provokasyonda etkili bir şekilde kullanılan dinci-faşist akımlar gelinen yerde bir iktidar gücü olarak faşist tek adam rejimi ile temsil edilmektedir. Sermaye düzeninin bataklığında türeyen, her adımda önü açılan ve palazlandırılan dinci-faşist akımlar gelinen aşamada Türkiye kapitalizminin organik bir bileşeni konumuna erişmiştir. AKP-MHP iktidar bloğunun temsil ettiği siyasi rejim ise burjuva cumhuriyetin evrimi içerisinde geldiği noktayı ifade etmektedir:

Dinsel gericiliğin çatı partisi AKP, onun temsil ettiği zihniyet, ideoloji, kültür, bunların maskelediği toplumsal güçler, sınıfsal çıkarlar ve sermaye grupları, cemaat ve tarikatlardan vakıflar ve derneklere kadar bin türlü oluşum, örgüt ve kurum, günümüz Türkiye’sinin en katı gerçeklerinden ve mevcut kapitalist düzenin en temel yapıtaşlarından biridir. Dolayısıyla tüm bu yapı ve ilişkileriyle dinsel gericiliğe karşı mücadele, kurulu sermaye düzenine ve emperyalizme karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır.” (TKİP VI. Kongre Bildirisi, www.tkip.org)

“AKP bir sermaye kliğinin değil fakat tüm kesimleriyle büyük burjuvazinin dolaysız çıkarlarının bugünkü temsilcisidir. Bazı sermaye kliklerinin onun iktidarından daha fazla yararlanmaları bu genel gerçeği değiştirmemektedir ve tüm sermaye kesimlerinin ona tam desteği bunun böyle olduğunu ayrıca göstermektedir. AKP’nin yaratmakta olduğu siyasal düzen, evrimi içinde burjuva cumhuriyetinin bugün vardığı yerdir.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi, www.tkip.org)

 Günümüz Türkiye’sinde işçi sınıfına ve emekçilere sefalet dayatan, demokratik hak ve özgürlükleri zorbalıkla ayakları altına alan, faşist baskı ve saldırıları her adımında tırmandıran, mazlum Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak için içeride ve dışarıda kirli savaş politikasını aralıksız uygulayan gerici-faşist iktidar, katliamcı geleneğini de aralıksız sürdürüyor. Türkiye tarihinin en vahşi katliamı, Ankara’nın göbeğinde bu iktidarın denetiminde gerçekleştirildi. Roboski’de, Suruç’ta, Diyarbakır’da gerçekleştirilen katliamlar dizini gerici-faşist rejimin genetik kodlarını açıkça ortaya koydu. Çok değil, bir buçuk yıl önce Maraş merkezli depremlerde yaşanan insan kıyımı ve ortaya çıkan acı tablo, dinci-faşist iktidarın ne denli barbarlaşabileceğini gözler önüne serdi. Soma örneğinde olduğu gibi, iş cinayetleri adeta katliam boyutlarına ulaştı. Kadın cinayetleri ise gündelik yaşamın “olağanı” haline getirildi. AKP-MHP iktidar bloğunun kirli ve kanlı siciline ilişkin daha birçok örnek verilebilir, ama bu kadarı dahi nasıl bir düzenin hüküm sürdüğünü ortaya koymak için yeterlidir.

***

İşçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına, çevreye, hatta tüm canlı yaşama düşman olan gerici-faşist rejime ve onun temsil ettiği sermaye düzenine karşı mücadeleyi büyütmek gelinen yerde yaşamsal bir önem kazanmış bulunuyor. Tam da bu nedenle, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere; toplumun ezilen, yok sayılan, baskı altında tutulan kesimleri bu ölüm ve yıkım düzenine karşı omuz omuza vermeli, hakları, özgürlükleri ve gelecekleri için örgütlü mücadeleyi güçlendirmelidir. İnsanca yaşam koşullarının elde edilmesi de gerici-faşist kuşatmanın parçalanıp atılması da bugüne kadar yaşanan kanlı katliamların hesabını sormanın da yolu buradan geçmektedir.