Tayyip Erdoğan geçtiğimiz yılın sonunda, “Yok Kürt sorununu çözmektir, yok şudur, yok budur. Türkiye’de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” demişti. Bugün ise, “temizlik harekâtı” olarak tanımladığı “Pençe-Kilit operasyonu”nun, bitti denilen Kürt hareketi “bitene kadar” sürdürüleceğini vaaz ediyor. Kürt halkına saldırganlıkta sınır tanımayan Erdoğan, kendi iktidarı boyunca Kürt sorununu kaçıncı kez “çözdü” ve Kürt hareketini kaçıncı kez “bitirdi” bilinmiyor. Bilinen ise, Kürt sorununun bütün bir ağırlığıyla sermaye devletinin kâbusu olmaya devam ettiğidir.
Sarayın Savunma Bakanı Hulusi Akar ise, operasyonda çok güçlü askeri teknoloji kullandıklarını ve son üç yılda düzenlenen “pençeler serisi”nin en büyüğü ve kapsamlısı olduğunu belirtti. “Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhuriyet tarihimizin en yoğun günlerini yaşıyor” iddiasında bulundu. 24 Temmuz 2015’ten bugüne kadar 34 bin 175, 1 Ocak’tan itibaren ise 1987 “terörist”in etkisiz hale getirildiği yalanlarını söyledi. Yakıp yıkmakla, Kürt halkını ve gerillaları katletmekle övündü.
Türkiye’de AKP eliyle izlenen sözde “barış-çözüm süreci” politikası, AKP gericiliğinin kendi iktidarını güçlendirme hesabının kirli bir aleti olmaktan öte bir anlam ifade etmiyordu. Bunun içindir ki inkar ve imha politikasına en kudurgan bir şekilde geri dönüldü. Zira dinsel-şoven gericiliğin en saldırgan temsilcisi olan bir partinin ve onun dümeninde bulunduğu iktidarın, Kürt ulusunun eşitlik ve özgürlük istemini karşılaması düşünülemezdi. Bu onun dinci-ırkçı kimlik ve konumuna yabancıydı. Bırakalım kendi topraklarındaki Kürt halkının taleplerini karşılamayı, Kürdistan’ın öteki parçalarında yaşayan Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak için dizginsiz bir saldırganlık sergiliyor. Yıllardır gerçekleşen sınır ötesi askeri harekatların temel sebeplerinden biri de budur.
Sınır ötesi harekatın hedefleri
Gündemdeki sınır ötesi operasyon, elbette aynı zamanda iç politika hesaplarının, yaklaşan seçimlerin ve AKP’nin iktidarını sürdürme çabasının bir ürünüdür. Rejim, emekçileri aldatıp sersemleten öteki tüm araçları çoktan tüketti. En etkili araç olan ve yıllardır en rezil şekilde kullanılan din bezirganlığı da eski işlevini yitirmiş durumda. AKP-MHP iktidarının elinde kudurgan şoven-milliyetçilik dışında bir şey kalmamıştır. Şoven-milliyetçilik zehrini, katlanarak büyüyen sosyal sorunların üstünü örtmek, sosyal mücadele dinamiklerini patlamadan bastırmak ve saray rejimini korumak için kullanıyor. Sınır ötesi harekâtı da bu konuda etkili bir silah olarak görüyor.
Fakat bunlar gerçeğin bir yanını oluşturuyor. Kendi içindeki Kürt sorunuyla bunalan Türk devleti, dışardaki Kürtlerin her kazanımını bir tehdit olarak görüyor. Kürt halkının kazanımlarından, somut olarak Rojava’daki fiili özerkliğin yasallaşmasından duyduğu büyük korku, sınır ötesi saldırganlığın bir başka temel nedenini oluşturuyor. Erdoğan’ın “Suriye’de terör örgütünün başını da er geç ezeceğimizden kimsenin şüphesi olmasın” açıklaması da bunu gösteriyor. Dolayısıyla Kürt sorunu, bölge politikasının temel unsuru olmaya devam ediyor.
Öte yandan bu son operasyon ile Türk devleti, Kürdistan bölgesinde ve Suriye’de varlığını daha da güçlendirmek istiyor. Her operasyonda, Irak Kürdistanı’na üsler kurarak kalıcı olarak yerleşmek yoluna gidiyor. İKB’de 12 askeri üssün yanı sıra 40’tan fazla askeri noktaya sahip olduğu biliniyor. Son operasyonla bunlara yenilerini eklemeyi, Kürdistan bölgesini PKK’ye karşı mücadelenin merkezi haline getirmeyi amaçlıyor. Yanı sıra Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinden Kürdistan doğalgazına ilişkin planlarını gerçekleştirmeyi ve Şengal’i kontrol altına almayı hedefliyor. Kürtler arasında düşmanlığı körüklemek, Kürt partileri arasında çatışmayı kışkırtmak da kirli hedefleri arasında.
Türk sermaye devleti sınır ötesi harekatta ve hedeflerini gerçekleştirmede işbirlikçi KPD’nin ve emperyalistlerin desteğine sahiptir. KDP işi Türk sömürgecileriyle suç ortaklığı yapma noktasına vardırmıştır. Onun sınıfsal konumu ve kimliği, emperyalist politikalara ve Türk burjuvazisinin Kürt düşmanlığına alet olmasına zemin hazırlıyor. On yıllardır Amerikan emperyalizmine tam bir sadakat göstermesi, Türk devletiyle ilişkilerini güçlendirip işbirlikçi çizgiyi derinleştirmesi, işbaşındaki yönetimin sınıfsal konumundan bağımsız değildir.
Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük özlemi boğulamıyor
Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ulaştığı gelişme düzeyi ve sağladığı kimi kazanımlar, Türk devletinin korkularını büyütüyor, onu Kürt halkına ve hareketine karşı daha büyük saldırılara yöneltiyor. Irkçı hezeyanlar eşliğinde sürdürülen sınır ötesi harekât ve yapılan açıklamalar, Kürt halkının kazanımlarının tasfiyesini hedefleyen saldırıların sürdürüleceğine işaret ediyor.
Fakat ‘80’lerin ortasında bugüne, içerde ve dışarda sürdürülen “teröristleri bitirme” operasyonlarının hiçbiri, Kürt halkının mücadelesini boğma ve Kürt hareketini “bitirme” noktasında beklenen sonucu vermemiştir. Zira demokratik Kürt hareketi gücünü haklı ve meşru bir davadan ve bu davanın yükünü omuzlamış olan Kürt halkıyla birleşip kaynaşmayı başarmış olmasından almaktadır. Dolayısıyla son sınır ötesi harekatının da, Kürt hareketine belli darbeler vurmayı başarabilse bile öncekilerin akıbetini paylaşma ihtimali yüksektir.
Türk devleti için PKK’nin askeri gücünün tasfiye edilmesi temel önemdedir. Bununla birlikte onun için asıl önemli olan, hareketin politik bakımdan ulaştığı düzey ve Kürt halkının önemli bir bölümü üzerindeki tartışmasız etkisidir. Bu etki, seçimlerde görüldüğü gibi Kürt halkını kendi tercihleri doğrultusunda harekete geçirmeyi başaracak düzeydedir.
Yıllardır PKK’ye ve yasal alandaki Kürt hareketine karşı izlenen provokasyonlar, kanlı operasyonlar, katliamlar, seçilmiş temsilcileri ve siyasetçileri de kapsayan kitlesel tutuklamalar, belediyelere atanan kayyumlar ve parti kapatmalar, Kürt halk kitlelerini düzenden koparmaktan başka sonuç vermemiştir. Tüm “yok etme ve ezme” politikalarına rağmen, belli zayıflamalar yaşasa da, Kürt hareketi hala da Kürdistan’ın en etkin politik gücüdür ve Kürt halk kitlelerinin önemli bir bölümü üzerinde etkisini sürdürmektedir. Demek ki mücadele yolunu tutan bir halkın ulusal eşitlik ve özgürlük özlemi karşılanmadan, o halkı susturmak, bu özlemin politik temsilcisi ve taşıyıcısı olan bir hareketi şiddet ve zorbalıkla yok etmek mümkün değildir. Kırk yılı aşan süreç bu gerçeği defalarca kanıtlamıştır.
KDP ve Güney Kürdistan
Kürt halkı payına önemli bir kazanım olan Güney Kürdistan, büyük oranda ABD emperyalizminin Irak’ı işgalinin bir ürünü oldu. Bu, Türk devletini ilan ettiği “kırmızı çizgiler”den vazgeçmek zorunda bıraktı. Dolayısıyla Güney Kürdistan’ın işbirlikçi yönetimi, ABD’yi kurtarıcı görürken, sömürgeci Türk devleti ile suç ortaklığı yapmayı da sınıfsal çıkarlarına uygun gördü. Gelinen aşamada da, eğer iddialar doğru ise, işbirliğini Türk ordusuyla doğrudan operasyonlara katılarak kardeş kanı dökme noktasına vardırdı.
Ancak Barzani yönetiminin şimdiki statüsünü borçlu olduğu ABD emperyalizmine ve suç ortaklığı yaptığı Türk devletine bu derece “güvenmesi”nin, ona hangi akıbeti hazırlayacağı belli değildir. Bugünkü kazanımını koruyup koruyamayacağı da belirsizdir. Bağımsızlık referandumu karşısında Türk devleti başta olmak üzere sömürgeci bölge devletlerinin ve ABD’nin gösterdiği gerici direnç, fazlasıyla uyarıcıdır. Dolayısıyla Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin statüsü de tehdit altındadır. Bu tehdidin temel kaynaklarından biri Türk devletidir. Zira fiili durumu kabullenmek zorunda kalsa da Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin tasfiyesi, hala da Türk devletinin temel arzuları arasındadır.
Türk devletinin tüm saldırganlığına rağmen Kürt hareketinin politik etkinliği Türkiye Kürdistan’ını aşıp diğer parçalara da yayılmış bulunmaktadır. Rojava’daki fiili özerk yapı ve Barzani ailesinin büyük ayrıcalıkları, yolsuzlukları ve Güney halkının öfkesine neden olan politikalarının da bir sonucu olarak PKK’nin Güney Kürdistan’da da güç kazanması, bunun somut kanıtıdır. KDP’nin Türk devletinin sınır ötesi operasyonlarına verdiği utanç verici destek, bu gelişmelerle de bağlantılıdır.
Güney Kürdistan’da ayrıcalıklı bir tekel kuran ve Kürt emekçilerin çıkarlarına sırtını dönen KDP, bölgede PKK’nin alternatif bir güç olarak gelişmesini kendi çıkarlarına tehdit olarak görmektedir. Türk devleti de etkinliği öteki parçalarda da büyüyen Kürt hareketini ezmek peşindedir. Bu konuda KDP’nin de desteğini almakta, onu kirli suçlarına alet etmektedir. Son sınır ötesi harekât, Güney Kürdistan’daki burjuva-feodal önderliğin Türk devletiyle girdiği ilişkinin düzeyini ve içeriğini anlamak bakımında da uyarıcı olmuştur.
İşçi sınıfı ve Kürt sorunu
Bugün Türk devleti sınır ötesi operasyonlarda belli bir başarı kazansa dahi, bunun Kürdistan’daki mücadele üzerinde beklenen düzeyde etki yaratması olanaklı görünmüyor. Zira Kürt ulusal sorunu yerli yerinde durmakta, çözümünü dayatmakta ve bu dava Kürt halkına mal olmuş bulunmaktadır. Bu sorunu yok saymak, bu uğurda verilen mücadeleyi boğmak, Kürt hareketini bitirmek beyhude bir çabadır. Kürt halk kitleleriyle birleşmiş, onun eşitlik ve özgürlük mücadelesin taşıyıcısı olmuş bir harekete ağır darbeler vurmak mümkün olsa da onu bitirmek mümkün görünmüyor.
Öte yandan, Kürt ulusal hareketinin ve halkının Türk devletinin sonu gelmeyen saldırı dalgası karşısında yalnızlıktan kurtulamamış olması, temel bir sorun olmaya devam ediyor. Bunun gerisinde, Türkiye işçi ve emekçilerinin Kürt halkının kendileriyle eşit haklara sahip olması gerektiği bilincinden yoksun olması ve bundan dolayı da Kürt halkının haklı davasına gerekli desteği sunmaması gerçeği durmaktadır. Zira verili bilinci düzen bilincidir. Henüz devrimci bir önderlikle birleşememenin getirdiği temel önemde bir zayıflık ve zaaftır bu. Bu aşılamadığı sürece, ne yazık ki Kürt halkı daha büyük bedeller ödemek zorunda kalacaktır. Kürt hareketi ise girdiği politik yönelimin yanı sıra yalnız kalmanın ve boğucu bir kuşatmayla yüz yüze olmanın da bir sonucu olarak daha büyük zaaf ve zayıflıklarla karşı karşıya kalacaktır.
Dolayısıyla Kürt halkının ulusal davasının haklılığını ve meşruluğunu Türk işçi ve emekçilerine mal etmek, devrimci-ilerici akımların güncel sorumluluğu ve temel önemde bir görevidir. Bu da işçi sınıfı ve emekçileri sosyal mücadeleye çekmek, düzen ideolojileriyle, önyargılarıyla ve kültürüyle yoğrulan emekçilere bu mücadele içinde yeni bir bilinç kazandırmak demektir. Özetle işçi sınıfına kendisine ağır bir sömürü, düşük ücret ve kölece çalışma koşulları dayatan sermaye iktidarının Kürtleri de zorbalıkla temel ulusal haklarından mahrum bıraktığı, dolayısıyla düşmanın ortak olduğu bilinci kazandırılmalıdır. Bu da ısrarla işçi sınıfına gitmek ve onu devrimci bir sınıf hareketinin yaratılması sürecine kazanmakla mümkündür.
Öte yandan, iki halkın ilişkilerinin daha fazla yara almasına, birbirinden uzaklaşmasına fırsat vermemek, halklar arasında düşmanlık yaratacak tutumlardan uzak durmak, sosyal mücadelenin önünü tıkayacak yaklaşımlardan kaçınmak özel bir önem taşıyor. Halkları birbirine yakınlaştıran, birleştirip kaynaştıran bir mücadele çizgisi izlemek, Kürt halkı ve hareketinin haklı davasına Türk emekçileri nezdinde daha güçlü bir meşruluk kazandıracaktır.
AKP-MHP iktidarı, şovenizm ve ırkçılık zehrini kullanarak Kürt ve Türk halklarının ortak mücadele birliğini engellemek için çırpınıyor. Zira iki halkın devrimci mücadele birliğinin sağlanması, sermaye iktidarının kâbusu olacaktır.