31 Mart Yerel Seçimleri toplumun gündemi olmaya devam ediyor. Açık ki, İstanbul seçimlerinin “YSK darbesi” ile gasp edilmesinin yol açtığı gerilimler önümüzdeki döneme damgasını vuracak. Söz konusu gerilim ve kriz alanlarının 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine kadar tırmanması, seçimin ardından ortaya çıkaracak sonuçlar üzerinden de yeni boyutlar kazanması kaçınılmaz görünüyor.
31 Mart seçimlerinin ardından toplumun çok farklı kesimleri seçimlerin gerici-faşist blok için politik-moral bir yenilgi olduğu gerçeğini çeşitli vesilelerle dile getirdiler. AKP de bu gerçeğin tümüyle farkındaydı ve yenilginin üstünü örtmek için harekete geçti. Sermaye düzeninin mevcut yasa ve kurallarını tanımayarak aldığı darbeyi bir parça hafifletmek için İstanbul seçimlerini “yenileme” yoluna gitti. Ancak, 24 Haziran seçimi ile ikinci bir yenilgi yaşama ihtimali oldukça büyük. İkinci kez böyle bir sonuçla karşılaşırsa eğer, bugüne kadar seçimler yoluyla arkasına aldığı toplumsal desteğinin giderek zayıflaması ve meşruiyetinin tümüyle tartışmalı hale gelmesi kaçınılmaz olacak. Bu sonuç aynı zamanda AKP için sonun başlangıcı demektir...
Sermaye sınıfının AKP’ye desteği
Sermaye sınıfı 2002 seçimlerinden itibaren AKP’ye tam destek verdi. 2002’den bugüne AKP iktidarı baskı, sömürü ve kölelik düzenini her açıdan tahkim etti. Sermaye sınıfı için adeta “dikensiz bir gül bahçesi” yarattı. 17 yılda dizginsiz sömürünün yolunu açarak sermaye sınıfının palazlanmasını ve karlarının patlatmasını sağladı. İşçi ve emekçileri açlığa, yoksulluğa, işsizliğe ve geleceksizliğe mahkum etti. Kırıntı düzeyindeki hak ve kazanımları adım adım tasfiyeye yöneldi. Sendikal örgütlenme hakkını fiilen kullanılmaz hale getirdi. Grevleri erteledi/yasakladı. Faşist baskı ve zorbalıkta sınır tanımadı. Sermayenin demir yumruğu olarak tek adam rejimini kurmaya girişti.
Ancak sermaye düzeni çok ciddi bir kriz içinde ve işbirlikçi büyük sermaye işlerin artık eskisi gibi yürümeyeceğinin bilinciyle hareket etmektedir.
31 Mart seçimleriyle birlikte AKP’nin güç kaybetmekte olduğuna dair belirtilerin arttığını gören işbirlikçi büyük sermaye, AKP ile ilişkilerinde yeni bir yola girmenin hesaplarını yapıyor. İstanbul seçimlerinin iptalinin ardından TÜSİAD kodamanlarının 17 yılın ardından en sert açıklamalarını yapmak zorunda kalması bundan dolayıdır.
31 Mart seçim sonuçları hem AKP’nin kendi iç bünyesindeki çekişmeleri derinleştirerek yeni bir alternatifin yaratılması bakımından, hem de İmamoğlu şahsında “sol” bir alternatifin ortaya çıkması bakımından büyük sermayeyi daha açık bir tutum almaya yöneltti. Böylece Erdoğan’sız yeni bir dönemin kapısı aralanmaya çalışılıyor. Bunlar, TÜSİAD'ın 15 Mayıs’taki açıklamalarının, kendiliğinden bir çıkışın değil, tümüyle planlı bir hazırlığın ürünü olduğunu göstermektedir.
Sahte “umut” ve hayallere kapılmamak
Sermaye düzeni gelinen yerde içinden çıkılamaz çok yönlü bir krizle karşı karşıya bulunuyor. Bu kriz günden güne derinleşmekte ve dolayısıyla yönetilmesi giderek zorlaşmaktadır. Bunun karşısında toplumun çok farklı kesimlerinin talep, özlem ve hoşnutsuzlukları büyüyerek kendine kanal açmaya çalışmaktadır.
Öte yandan, başta TÜSİAD kodamanları ve tüm öteki sermaye çevreleri, 31 Mart seçimleri ile birlikte “yapısal ekonomik reformlar” paketinin acil olarak uygulamaya konulmasını istediler. Ancak İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi yeni bir siyasal belirsizlik ortamına yol açtı. Oysa sermaye sınıfı işçi ve emekçilere fatura edilecek bir sosyal yıkım saldırısının bir an önce başlatılmasının sabırsızlığı içindeydiler. Ancak, iç ve dış politika alanlarında siyasal belirsizliklerin daha da artması sermaye sınıfının kaygı ve korkularını çoğalttı. Dolayısıyla, sermaye cephesinde düzen siyasetinin yeni bir yönelime sokulmasının arayışını güçlendirdi.
Bu arayış, sermaye adına ve lehine “aynı gemideyiz” söylemiyle toplumsal bir uzlaşma ve işbirliği ortamı yaratmayı amaçlamaktadır. Ancak, sermaye sınıfının tercih ettiği bir “Türkiye ittifakı”nın önünde ciddi engeller var. 19 Mayıs 1919’un 100. yılı vesilesiyle Samsun’da bir araya gelen düzen siyasetinin sunmaya çalıştığı “Samsun Ruhu”nun hayata geçirilmesinin koşulları pek bulunmamaktadır.
31 Mart seçimlerinin topluma bir parça “nefes” aldırdığı ve kısmi bir rahatlama sağladığı açık. Bunun toplumun çok farklı kesimlerinde geleceğe dair iyimser bir beklenti yarattığı da tartışmasız bir gerçek. Kuşkusuz gerici-faşist iktidarın politik ve moral açıdan darbelenmesi ve korku atmosferinin bir parça dağıtılması devrimci siyasal mücadelenin geleceği bakımından önem kazanmaktadır. Ancak bunun geçici bir durum olduğu unutulmamalıdır. İşçi ve emekçilerin talep ve özlemleri her geçen gün daha da büyümektedir. Kriz içindeki sermaye düzeninin bu talep ve özlemleri karşılayacak imkanları ise hızla tükenmektedir. Dolayısıyla, sermayenin düzen içi alternatifler yaratarak işçi ve emekçilerin mücadele isteğini ve arayışını düzen kanalları içinde boğmaya yönelik hesaplarını boşa çıkarmak devrimci siyasal mücadelenin geleceği bakımından tayin edici bir öneme sahiptir.
Bu nedenle, işçi ve emekçileri düzen içi arayışlar konusunda, keza ağırlaşan sorunların düzen zeminlerinde çözülebileceği yanılsamasına karşı sistemli olarak uyarmak kritik bir önem taşımaktadır. Özellikle önümüzdeki süreç içerisinde, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi olmadan kalıcı hiçbir kazanım ve başarının elde edilemeyeceğinin altı döne döne çizilmelidir.