Önder Babat, 3 Mart 2004’te Taksim İmam Adnan Sokak'ta Devrimci Hareket dergisinin bürosundan çıkarken vuruldu. O günden bu yana Babat’ın vurulduğu sokakta tek bir delil araştırması yapılmadı. Yukarıdan ateş edilerek vurulduğu belli olmasına rağmen kamera kayıtlarına bakılmadı. Kafasından çıkan mermi çekirdeğinin eşleştirilmesi yapılmadı, herhangi bir şüpheli şahıs “bulunamadı” ve Türkiye’de hukuki süreç başlatılmasına engel olundu. AİHM’e yapılan başvuruda, dosyaya bakan devlet yetkililerinin cezalandırılmaları talep edildi. Önümüzdeki mart ayında ise 20’nci yılını dolduracak olan dava dosyası, zamanaşımına uğratılarak kapatılmak isteniyor. Sermaye devleti, 20 yıl boyunca yargıyı ve medyayı kullanarak bu cinayeti örtbas etmeye çalıştı. Cinayetin failini soranlara saldırarak, ölümüyle ilgili yalan haberler yayarak, otopsi yapılmasını engelleyerek Babat’ın bilinçli ve kasıtlı şekilde katledildiğini gizlemeye çalıştı. Faili meçhul bırakılmaya çalışılan Babat dosyası, sermaye devletinin kirli katliam zincirine eklenen yeni bir halka oldu.
***
Sermaye devletinin komünistleri Karadeniz’de alçakça katletmesiyle temelleri atılan katliamcı politikalar, 1960’larda CİA patentli “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, 1970’te tezgahlanan 12 Mart darbesinin ardından kurulan faşist rejim, 1974’ten itibaren ülkücü faşist tetikçilerin sokaklara salınması, 1980’de ABD-NATO destekli 12 Eylül faşist darbesi ve 1990’lı yıllarda mafya ve çete aparatlarıyla sürdürüldü.
Sermaye devletinin kirli ve kanlı politikalarıyla anılan 1990’lı yıllarda yaşananlar ise bizzat failleri tarafından da sık sık itiraflara ve ifşalara konu oldu. O yıllarda işlenen katliam ve cinayetlerin failleri AKP iktidarı döneminde bir bir aklandı. Öte yandan, katliamlara, faili meçhul (belli) cinayetlere yenileri eklendi ve failleri cezasız bırakma politikası sürdürüldü.
Önder Babat cinayeti vesilesiyle 2000 sonrası döneme bakıldığında, o süreçte yaşananların 90’lı yılların karanlığını aratmadığı görülür. Yukarıda andığımız katliamlar; yaşananların yalnızca bir kısmı. Tetikçileri ve hedefleri farklı olsa da sermaye devletinin failleri koruma politikasının kuruluşundan bugüne aynı noktada durduğunun kanıtı niteliğindedir. Faillerin cezasız bırakılması, sermaye devletinin kirli-kanlı politikasının bir parçasıdır.
Hedefte devrimciler, emekçiler, Kürt halkı ve gençler var
Tarihin en barbar katliamlarından biri olan 19 Aralık’ta onlarca devrimcinin ölümüne sebep olanlar yargılanmadı. Planlayanlar ve icra edenler ağır insanlık suçu işlemiş olmalarına rağmen 24 yıldır korunmaktadır.
Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, aylarca hedef gösterilmesi ve tehdit edilmesinin ardından 19 Ocak 2007’de öldürüldü. Dink’in katili Ogün Samast, en az 27 yıl cezaevinde kalması gerekirken 16 yıl 10 ay yattıktan sonra, “topluma adapte olabileceği” iddia edilerek 15 Kasım 2023’te tahliye edildi. Dink cinayetinin faillerinden biri olan Yasin Hayal’in işlediği suçlar ise Trabzon polisi tarafından örtbas edildi. Mc Donald’s şubesini bombalama dosyası saklandı, telefon kayıtları dahi incelenmedi. Sadece 11 ay tutuklu kalan Hayal, bu sürenin 3 ayını da akıl hastanesinde geçirdi. “Akıllı” raporu aldıktan kısa bir süre sonra nöbetçi mahkeme heyeti tarafından 2005’te tahliye edildi.
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde 28 Aralık 2011 tarihinde savaş uçaklarının bombardımanı sonucu 34 kişi katledildi. Bu barbarca olayın ardından Meclis’e sunulan raporda operasyon esnasında “kimlik tespiti yapmanın imkânsız olduğu” belirtilerek, “olayın kasten yapıldığına dair bir delilin bulunamadığı” iddia edildi. Mahkeme sürecinin sonunda dosya hakkında “takipsizlik” kararı verildi. AİHM ise, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle 17 Mayıs 2018’de başvuruyu reddetti.
7 Haziran seçimlerinde hezimete uğrayan AKP iktidarı, 20 Temmuz 2015’te beslediği IŞİD çeteleri eliyle Urfa’nın Suruç ilçesinde SGDF’li gençleri katletti. Katliama dair açılan ve yıllarca sürüncemede bırakılan davanın son duruşmasında, gerçek failler bulunmadan Ankara Gar Katliamı’ndan tutuklu tek sanık Yakup Şahin’e 34 kez ağırlaştırılmış hapis cezası verilerek dosya kapatıldı. Firari sanıklar için süren davada ise sanık sandalyeleri hala boş ve avukatların talepleri karşılanmıyor.
Eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi 28 Kasım 2015’te, Sur’daki Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması yaptığı sırada canlı yayında öldürüldü. İlk olay yeri incelemesi yapılmadı, yüz gün sonra yapılan inceleme ise Elçi’nin vurulduğu sokakta değil etrafında yapıldı. Cinayet anına ait tek görüntü polise ait ve “bozuk.” Avukatların çabasıyla şüpheli tetikçi sayısı 30’dan 4’e düşürülmüş olsa da hala kayda değer bir yargılama yapılmadı. Elçi'nin ömrü boyunca mücadele ettiği, faili meçhul cinayetlerde defalarca karşısına çıkan kirli yöntemlerin kendisine de uygulanması, sermaye devletinin cinayet işleme konusundaki pervasızlığının çarpıcı örneklerinden biridir.
Üniversite öğrencisi Kemal Kurkut 2017 Newroz’unda polis kurşunuyla katledildi. Valilik “canlı bomba” olduğunu iddia etti. Ancak gazeteci Abdurrahman Gök’ün çektiği fotoğraflar, Kurkut’un aleni bir şekilde vurulduğunu kanıtladı. Polis Y.Ş. hakkında “olası kastla öldürme” suçundan dava açıldı. 17 Kasım 2020’de görülen karar duruşmasında sanık polis hakkında beraat kararı verildi.
***
Sermaye devleti her dönem işçilere, emekçilere, devrimcilere yönelik baskı ve zor politikaları uygulamıştır. Özellikle her yeni sosyal, siyasal ve ekonomik saldırı dalgası öncesinde toplumsal mücadele güçlerine yönelik kirli ve kanlı politikalarını “yasal” ya da gayrimeşru zeminler üzerinden hayata geçirmiştir. Ancak on yıllara yayılan bu politikalar mutlaka direniş duvarına çarpmış, mücadele nesilden nesile aktarılarak sürdürülmüştür. Sermaye devletinin korkusu tam da devam eden bu mücadeledir. Kuruluşundan bugüne yaşananların hesabı bu çürümüş düzeni temellerinden sarsıp yıkacak bir mücadele ile sorulabilir ancak.