Savaş çığırtkanlığı ve şoven histeriye karşı...

İşçilerin birliği halkların kardeşliği!

Her onurlu işçi ve emekçi sermayenin uşakları tarafından körüklenen yapay ayrımlara karşı durmalı, işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarına sarılmalı, hem baskı ve sömürüye hem de savaş kışkırtıcılığına ve şovenizme karşı omuz omuza mücadele etmelidir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 29 Eylül 2017
  • 06:10

Savaş naraları atmak burjuvazi adına siyaset yapanların sık başvurdukları gösterilerden biridir. Elbette yeri geldiğinde ağır yıkım ve kıyımlara yol açan fiili savaşlara başvurmaktan da geri durmazlar. Burjuvazinin sınıf çıkarları ve zorba rejimin bekası için kan dökmek “olağan” bir iştir. Öncesi bir yana, AKP iktidarının Suriye’yi yakıp yıkan savaşı pervasızca körüklemesi ve 7 Haziran seçim hezimetinin ardından kirli savaşı yeniden tırmandırması bu konuda çarpıcı örneklerdir. Bu ve benzer icraatlar burjuva devletin de siyasal İslamcı iktidarın da ölüm ve yıkımı mubah kabul eden “fıtratları”nı gözler önüne seriyor. 

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bağımsızlık için referandum gerçekleştirmesi, bir kez daha savaş naralarının yükseltilmesine vesile oldu. “Bir gece ansızın gelebiliriz” türünden laflar eden AKP’nin şefi, orduyu Irak ve Suriye sınırına yığarak, militarist güç gösterisinde bulundu. Yandaş/besleme medyadaki tetikçiler ise, her zamanki kraldan çok kralcı tutumlarıyla Musul’la Kerkük kentlerinin işgalinden söz etmeye başladılar. Bu söylemlerle hem ırkçı-şoven histeriyi körüklemek hem güç gösteri yapmak istiyorlar.

***

Heves etseler de verili koşullarda IKBY’ye saldırmaları mümkün değil. Barzani-AKP ilişkilerinin boyutu kimse için bir sır değil. Barzani kişisel servetinin bile önemli bir kısmını Türkiye’ye yatırırken, İsrail’e sevk edilen IKBY petrolünden AKP şefinin yakınları da pay alıyor. Tarafların çıkarları iç içe girmiş durumda. Hal böyleyken AKP şeflerinin yüksekten atması, daha çok iç politikayla ilgilidir. Bununla birlikte gerici-faşist dikta rejiminin bekası gerekli kılarsa eğer askeri saldırıyı içeren bir ahmaklığa da başvurabilirler.

Militarist/ırkçı bir söyleme muhtaçlar. Zira gerici uygulamaların yaygınlaştırılması, baskı ve zorbalığın derinleştirilmesi, sosyal yıkım saldırılarının arsızca sürdürülmesi gibi icraatlara karşı biriken toplumsal tepkiyi pasifize etmek istiyorlar. Bunun için ırkçı-şoven söylemi yaygınlaştırıyor, savaş çığırtkanlığını yükseltiyorlar. Bu kirli söylemlerle işçi ve emekçileri sersemletip, ciddi bir engelle karşılaşmadan dikta rejimin tahkimini sürdürmek istiyorlar.

***

Hatırlatmak gerekiyor ki, Türk sermaye devleti 1990’lı yıllardan beri Barzani hareketiyle işbirliği yapıyor. Barzani güçleri, ‘90’lı yıllarda PKK’ye karşı tetikçi olarak da kullanılmıştı. Bu ilişkiler AKP iktidarı sürecinde daha da ivme kazandı. Öyle ki, son dönemde Rojava’da PYD’ye, Irak’ta ise merkezi hükümete karşı “Barzani atı”na oynayan AKP iktidarı, bu süreçte IKBY bölgesindeki pazarların %80’ini ele geçirmeye de muvaffak oldu. Bölgeyi yakından izleyenler, orada faaliyet gösteren Türk mahreçli şirketlerin büyük çoğunluğunun “yandaş sermaye”ye ait olduğunu belirtiyorlar.

AKP-Barzani ilişkileri bu kadar yakın olmasına rağmen tehditlerin ortalığı kaplaması, ırkçı-şoven zihniyetin dışa vurumudur aynı zamanda. Yönetimi altındaki Kürtleri katleden, Suriye’deki Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak için yanıp-tutuşan bir zihniyetin Iraklı Kürtlere destek olması mümkün mü? Barzani, çıkarlarına hizmet ettiği sürece kıymetlidir. Aksi halde “aşiret ağası” diye aşağılanır, “ya dediğimizi yaparsın ya sizi açlığa mahkum ederiz” tehditlerine maruz kalır.

***

Barzani’nin misyonu ya da referandum kararının haklılığı/meşruluğu tartışmasından bağımsız olarak vurgulayalım; ırkçı/şoven histerinin yükseltilmesi sadece Kürt emekçilerini değil, Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerini hedef alan rezil bir kampanyadır. Yanı sıra bu kampanya sermaye sınıfının hizmetindeki AKP iktidarının yayılmacı heveslerini de yansıtıyor.

Yayılmacılık,  savaş çığırtkanlığı ve ırkçı/şoven histerinin yayılması burjuvazi ve onun adına iktidarda bulunan AKP için gereklidir. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin talep ve ihtiyaçları ise doğaları gereği bambaşkadır. İki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişki ve çatışma, hem güncel hem de tarihsel taleplerin karşıt olmasını zorunlu kılıyor. Örneğin savaş ve ondan türeyen her tür musibetin bedeli emekçilere fatura edilirken, savaş çığırtkanları saraylarında sefahat sürmeye devam ediyorlar.

***

AKP iktidarının yaydığı zehirli propagandaya karşı özellikle öncü/ilerici işçi ve emekçilerin uyanık olması büyük önem taşıyor. Zira bu zehirden etkilenen emekçiler savaş kışkırtıcıları tarafından kolaylıkla aldatılabiliyor. İşçi emekçi kardeşleriyle birleşip sömürü ve kölelik düzenine karşı mücadele edeceklerine, savaş kundakçılarına alkış tutuyorlar. Bu ise sınıf kimliğinin yozlaşmasına, emekçilerin yapay ayrımlarla parçalanmasına ve kölelik zincirlerinin daha da kalınlaşmasına zemin düzlemekten başka bir işe yaramıyor.

Birleşip kenetlenmek; tam da bu koşullarda işçi sınıfı ve emekçiler için hayati önemdedir. Her onurlu işçi ve emekçi sermayenin uşakları tarafından körüklenen yapay ayrımlara karşı durmalı, işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarına sarılmalı, hem baskı ve sömürüye hem de savaş kışkırtıcılığına ve şovenizme karşı omuz omuza mücadele etmelidir.