Saray rejiminin “dezenformasyonla mücadele” diye adlandırdığı “sansür yasası” mecliste kabul edildikten sonra Erdoğan tarafından imzalanarak Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Basın meslek örgütleri ve toplumun farklı kesimlerinin tüm itirazına rağmen sokakta püskürtülemeyen yasa mecliste kabul edildi. Bundan sonra yasanın uygulamasıyla birlikte ortaya çıkacak sonuçlara karşı gösterilecek tepkiye bağlı olarak yasa ya geri çekilecek ya da başka alternatifler bulunacak…
Yasanın meclisten geçtiği gün Bartın’da madenci katliamı yaşandı. Maden katliamı ile ilgili rapor ve belgelerin basında yayınlanması üzerine Saray rejiminin sözcüleri “dezenformasyon” yapıldığını iddia etti.
Erdoğan ise yaşananın bir “kader planı” olduğu demagojisine sarıldı. Kaderin bile bir planı var Erdoğan’a göre. Oysa önlenebilir iş cinayetleri için sermaye iktidarının uyguladığı planlarla sadece kapitalistlerin kârı ve çıkarları korunup kollanıyor.
Sansür ve “kader planı” mı yoksa “Saray rejiminin planı” mı?
Asıl dezenformasyon AKP-MHP iktidarının “planı”nda işliyor. Örneğin, şu son haftalarda yaşananlar bu planın nasıl işlediğini çok somut olarak gösteriyor.
“Dil, din, ırk ayrımı gözeterek yayın yaptığı” gerekçesiyle 3 gün TELE 1 kanalının ekranının karartılmasına karar veren RTÜK, Halk TV’nin de “Sözüm Var” programına 5 kez yayın durdurma cezası verdi. Evrensel ve BirGün gazeteleri ise ilan yasakları ve haber editörleri ve yazarlarına açılan davalarla susturulmaya çalışılıyor.
TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın Medya TV’ye yaptığı açıklamalarında, TSK’nin Irak Kürdistan’ında kimyasal silah kullandığına dair iddiaların araştırılmasını istemesi gerekçe gösterilerek hakkında soruşturma başlatıldı.
Çok planlı ve sistematik bir süreç işletiliyor. Önce tüm toplumun ses çıkarabilecek ve tepki gösterebilecek kesimleri hedef gösteriliyor, sonra soruşturmalar açılıyor ardından gözaltı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılıyor.
Yaşanan olaylar göstermektedir ki, gerçeğin işçi ve emekçilere ulaştırılmaması için her türlü yasal-hukuki düzenleme devreye sokuluyor. Gazeteler ilan yasaklarıyla, televizyonlar ekran karartma cezalarıyla, sosyal medya meclisten geçen “sansür yasasıyla” zapturapt altına alınmaya çalışıyor.
Saldırılar sokakta püskürtülür, haklar mücadele ile kazanılır!
Dezenformasyonun kelime anlamı kasıtlı olarak yanlış bilgi yayılmasıdır. AKP-MHP iktidarının her türlü gelişmeye ya da tepkiye “dezenformasyon” dediğine maden katliamı hakkında yaptıkları açıklamalar üzerinden bir kez daha tanık olduk. Maden katliamının ardından “İletişim Başkanlığı” bir açıklamayla “resmi açıklamalar” dışındaki açıklamalara itibar edilmemesi gerektiğini ifade etti. Emniyet güçleri ise sosyal medyada yapılan paylaşımlarla ilgili soruşturma başlattı. Bu saldırılar yeni değil elbette. Dün olduğu gibi bugün de yarın da olacaktır.
2019 yılından bu yana işletilen sürecin geldiği aşama gözler önündedir. 2019 yılında RTÜK’ün yetkileri genişletildi ve yurtdışı haber sitelerini içeren çevrimiçi yayınları teftiş etme yetkisine de sahip oldu. RTÜK, internette yayın yapan medya kuruluşlarını denetlemeye başladı. Türkiye’deki “bağımsız gazeteler” BİK reklamlarından elde ettikleri gelirlerle ayakta kalıyorlar. Oysa BİK, reklamların çeşitli gazetelere nasıl dağıtıldığı veya medyaya verilen cezalar hakkında kamuya açık rapor sunmuyor. Dahası BİK, çeşitli gerekçelerle “muhalif gazetelerin” ilanlarını keserek susturmaya çalışıyor.
AKP-MHP rejiminin trol orduları/tetikçileri gazetecileri, sanatçıları, haber sitelerini hedef göstererek ve kirli bilgi yayarak gerçeği manipüle etme görevini yerine getiriyor. Bunun yanı sıra “köşesinden gereğini” yapan tetikçileriyle de tüm topluma gözdağı verilmeye çalışılıyor.
Tüm bu saldırılar ifade özgürlüğüne, haber alma ve haber verme hakkına yöneliktir. Ancak hiçbir dönem ne haber alma hakkı ne de ifade özgürlüğü engellenemedi/engellenemez. Her durumda inatla gerçekleri dile getiren basın emekçileri ve devrimciler vardı ve var olacak. AKP-MHP iktidarı, önünde baskı ve zorbalığı tırmandırma dışında bir yol kalmadığı için gerçekleri tersyüz etme çabasını arttıracaktır. Hak ve özgürlük mücadelesine yönelik baskı ve zorbalık kapsamına giren bu saldırılarsa ancak sokakta verilecek mücadeleyle püskürtülebilir.