Özgürlük, barış, demokrasi... Dincisinden liberaline, milliyetçisinden sosyal-demokratına burjuvazinin bilcümle temsilcisi, içinden geçmekte olduğumuz süreçte bu üç sözcüğü dilinden düşürmüyor. Hayata geçirdikleri ve gündemlerine aldıkları her türden gerici politikayı “özgürlükler” ya da “demokrasi” söylemi ile paketliyorlar. Tıpkı ABD emperyalizminin Afganistan’ı işgale giriştiğinde “Ortadoğu’ya demokrasi götürüyoruz” yalanına sarıldığı gibi...
Bugünün Türkiye’sinde reformist sol çevreler ve Kürt ulusal hareketi de varlık zeminini ve mücadele çizgisini bu kavramlar üzerinden tanımlıyor. Toplumun önüne -bizzat kapitalizmin yarattığı sorunların çözüm adresi olarak- “barış” ve “demokrasi” programı ile çıkıyorlar. Bir farkla; burjuvazi kitlelerin özgürlük ve barış özlemini istismar ederek kendi sefil politikalarını hayata geçirmeyi amaçlarken, reformist sol çevreler “daha iyi ve yaşanabilir bir kapitalizm” bakışı ile hareket ediyor.
Siyaset alanının bu denli karmaşık bir hal aldığı, çizgilerin belirsizleştiği, söylemlerin iç içe geçtiği bir süreçte, emekçi kitlelerin sınıf eksenli bir ayrışma üzerinden saflaştırılması ve mücadeleye kazanılması ise fazlasıyla kritik bir önem taşıyor.
Özgürlük ve barış savaşan işçilerle gelecek!
Emperyalist-kapitalist sistem kriz ve bunalımlarının derinleştiği, yapısal çelişkilerinin giderek keskinleştiği bir dönemden geçiyor. Burjuvazi kendi açmazlarının faturasını işçi sınıfına ve emekçi halklara fatura ederek ayakta kalmaya çalışıyor. Yerel ve bölgesel savaşlar, vahşi kitle katliamları, gün be gün tırmanan faşist baskı ve terör, işsizlik, yoksulluk, artan servet-sefalet uçurumu vb. toplumsal sorunlar tam da bu zemin üzerinde hayat buluyor.
Açık ki, kapitalist barbarlığın zıvanadan çıktığı ve bütün bir insanlığı tehdit ettiği günümüz dünyasında, emekçi kitlelerin “özgürlük”, “barış”, “demokrasi” istemleri giderek daha da yakıcı bir hâl almaktadır. Kapitalizmin yarattığı kapsamlı sorunlar üzerinden öne çıkan bu taleplerin, sorunun kaynağı olan düzene karşı tutarlı-devrimci bir mücadele yürütülmeksizin elde edilemeyeceği, dahası dişe diş mücadelelerle kısmi kazanımlar sağlansa bile kapitalizm koşullarında kalıcılaşamayacağı deneyimlerle sabittir. Kaldı ki, dünya ölçeğinde siyasal gericilik burjuvazinin temel bir eğilimi olarak öne çıkmaktadır. Bugün bir dizi ülkede kazanılmış hak ve özgürlükler rafa kaldırılmakta, polis devleti uygulamaları yaygınlaşmakta, savaş politikaları her geçen gün daha da tırmandırılmaktadır...
Bu nedenle; gerek özgürlükler alanının genişletilmesi, gerek demokratik hakların korunması ve çoğaltılması, gerekse savaş politikalarının dizginlenmesi için, işçi sınıfının merkezinde olduğu tutarlı-devrimci bir mücadelenin örgütlenmesi olmazsa olmazdır. Dahası, bu sorunların kalıcı bir çözüme kavuşması ise toplumsal bir devrim sorunudur. Bu gerçeklik atlanarak dile dolanan “özgürlük, barış, demokrasi” söyleminin toplumu maniple etmenin ötesinde beş para değeri yoktur. “Sosyalistler, ikiyüzlü laf cambazlarının, demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli, her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe, demokratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar.” (Lenin, Barış Sorunu Üzerine)
Özgürlük devrimde, barış sosyalizmde
1 Eylül Dünya Barış Günü yaklaşırken, burjuvazi ve liberal sol çevreler bir kez daha kitlelerin karşısına “özgürlük”, “barış” ve “demokrasi” söylemleri ile çıkmaya, kapitalist sömürü düzenini çözümün adresi olarak göstermeye hazırlanıyor.
Bu koşullarda gerek burjuvazinin sergilemeye hazırlandığı bu orta oyununu bozmak, gerekse liberal sol çevrelerin barış söylemi üzerinden yaydığı ham hayalleri teşhir etmek, işçi ve emekçilere bizzat kapitalist sömürü düzeninin yarattığı sorunların gerçek ve kalıcı çözümünün devrimde olduğunu anlatmak ise önemli bir yerde duruyor.
Güncel planda öne çıkan bu görev, herkesten önce sınıf devrimcilerinin ve sınıf bilinçli öncü işçilerin omuzlarına büyük sorumluluklar yüklüyor.