- Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Neden ihraç edildiğinizi düşünüyorsunuz? İhraçtan bu yana neler yaşadınız? Ne tür hak ihlalleri ile karşı karşıya kaldınız? Hukuki süreciniz hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Fatma Zehra Fidan: 672 nolu KHK ile ihraç edilen sosyoloji doçentiyim. Bir zamanlar cemaat dershanesinde çalıştığım için “terör örgütüne sempati duymak” gerekçesiyle ihraç edildim. Adli sürecim olmamasına rağmen OHAL Komisyonu’ndan ve idari mahkemeden ret cevabı aldım. Oğlum, Bylock kullandığı iddiasıyla 4 yıl 8 ay cezaevinde kaldı. Mahkemenin en son verdiği tutanakta “Bylock kullanıp kullanmadığı tespit edilememesine rağmen ceza alması uygun görülmüştür” gibi bir ifade yer alabildi. Gelinim de kayıtlı olduğu sendika (Aktif Sen) nedeniyle ihraç edildi. Sohbete katıldığı gerekçesiyle bebeğiyle birlikte 3,5 ay cezaevinde kaldı. Kızım “Fatih Üniversitesi mezunu” olduğu gerekçesiyle açığa alındı, sekiz gün gözaltında tutuldu, sonra ihraç edildi. Kızım Fatih Üniversitesi mezunu değildir, Dumlupınar mezundur. Kızım takipsizlik almasına rağmen OHAL Komisyonu’ndan ret almış, işine hala dönememiştir.
Sorunuz bir gazete röportajında cevaplanamayacak kadar kapsamlı bir soru. Bu yüzden sadece bazı noktalara işaret etmeyi deneyeceğim. Kredi borcumuz nedeniyle evimizi satmak zorunda kaldık. Arta kalan parayla geçinirken iş aradık. İki yıl boyunca hiçbir yerde iş bulamadığımız gibi, korkunç bir toplumsal dışlanmaya maruz kaldık. Kıymetli vekilimiz, kendisi de KHK mağduru Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sosyal medyadaki duyurusu sayesinde bir giyim firmasında işe girdim. Burada müşteri hizmetlerinden depoda paket açıp paket yapmaya kadar bütün departmanlarda çalıştım. Yeri geldi yer süpürdüm, yeri geldi mankenlik yaptım, fotoğraf çektim. Firmamda iki buçuk yıl çalıştıktan sonra kendi isteğimle ayrıldım. Şimdilerde online ve home ofisimde aile danışmanlığı hizmeti veriyor, terapötik etkileri olan grup çalışmaları yapıyorum.
Bir aileden dört kişinin bu karanlık çukura atıldığı düşünülürse ne kadar ağır bir süreç yaşadığımız tahmin edilebilir. Ancak biz, -geriye dönüp baktığımızda bunu çok daha iyi fark edebiliyoruz- ne yaptığımızı ve yapmadığımızı bilen namuslu insanlar olarak, hiçbir zaman umudumuzu ve mücadele gücümüzü kaybetmeden, çok güzel bir sınav verdik, vermeye devam ediyoruz. Karşılıklı sevgi, güven ve dayanışmayla bugünlere geldik, daha güzel günlere ulaşacağımızdan da eminiz.
Yasemin Ceylan: Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışıyordum. 8 Mart 2017’de gözaltına alındım, halen mahkeme süreçleri devam ediyor. İhraç olmamın nedeninin sadece iktidara boyun eğmemek, muhalif olmak olduğunu düşünüyorum. Çünkü “hukuksuz bir bankada paranın olması” ya da “gazete almak” suç olarak karşıma çıktı. Bir yandan da aslında devletin kendi istemediğini çalıştırmaması, bir anda işsiz bırakması benim gibi ihraçların dışında halihazırda çalışan kamu emekçileri için de başka bir sopa gösterme şekli. Aslında iktidar şunu söylüyor: “Eğer bana biat etmezseniz akıbetiniz bu. Ya susup bana boyun edeceksiniz ya da siz de 152.000 memur gibi kapı dışarı edileceksiniz.” Özetle ihraç olmamın nedeni bir taraftan iktidara boyun eğmemek, diğer taraftansa toplumda korku iklimini genişletmek olduğunu düşünüyorum.
İhraç edildikten sonra hayatım tepetaklak oldu. İhraç olduğumda doktora yeterlilik sınavına hazırlanıyordum, 29 Nisan’da ihraç oldum. Haziran ayında sınava girdim. Defalarca bu süreçte intiharı düşündüm. Sadece çocuklarım ve inancım beni bundan vazgeçirdi. Böyle bir ülkede yaşamak toprağın altında olmaktan daha zor geldi. Gözaltına alındığımda o kadar ne olduğundan habersizdim ki gidip ifade verip okula döneceğimi zannediyordum. Gözaltına götürülürken bile “Benim ders çalışmam lazım” diyordum. Benim için işim hayatımda çok kıymetli bir noktada, çünkü işim benim için emeğim demek. Yıllarca tek başıma tırnaklarımla bu noktaya geldim. Ben inşaatçı bir babanın çocuğuyum. Babamın beni ne zorluklarla okuttuğunu biliyorum. 53 tane torun arasında sadece ben şehir dışında okudum ve hiç kimsenin torpili olmadan emeğimle kazandım. İşim elimden alındı. Öğrenciliğim boyunca hep şuna dua etmiştim: “Allah’ım başıma eğdirmeden yüzümü kızartmadan bir iş nasip et.” Gerçekten öyle bir işim oldu. Her noktasında emeğim vardı. Halen doktora yapıyorum. Halen işime dönmek için çabalıyorum. Halen işimi yapıyorum.
Bu süreç, ciddi sosyolojik araştırmaların yapılacağı bir süreç. Doktoramı bitirdikten sonra onları da yapacağım. Gözaltına alındığımda bile gözaltı koşulları ile ilgili yapılacak bir çalışmayı tasarladım. Gözaltından çıktığım gün psikolojik olarak böyle bir çalışmayı yapacak kadar güçlü olmadığımı düşündüğüm için ertelenmiş çalışmalarımdan bir tanesi oldu. Karar mahkemesinden bir hafta sonra eşim gözaltına alındı ve 5,5 ay hapiste yattı. Eşimin mahkeme süreçleri halen devam ediyor. Eşim işinden atıldı. Özelde çalışıyordu. Eşim elektrik-elektronik mühendisi ve şu anda inşaatlarda elektrikçi olarak çalışıyor. Akrabalarımızdan bazıları 3 yıl boyunca bir şekilde bizimle görüşmediler, telefonlarımızı açmadılar. Eşim 5 farklı üniversite mezunu olmasına karşın hiçbir yerde iş bulamadı. Özetlemek gerekirse, bu süreçte iki anlamda ciddi şekilde yıprandık. Birincisi psikolojik olarak, diğeri ise maddi olarak…
Bu sürecin en yıpratıcı tarafı belirsizlik. Her an ne olacağına dair hiçbir fikrimiz yok. Beraat de edebilirsiniz hapse de atılabilirsiniz. Geleceğe dair herhangi bir plan yapamıyoruz. O belirsizliğin ortasında sadece mücadele ederek ayakta kalıyoruz. KHK’lılar platformları kurulana kadar bir şey yapmadan sadece bekliyordum. İnsanı daha fazla yıpratıyor bu çaresizlik fikri. En azından şu anda bir umudum var.
Münir Korkmaz: 29 yıllık öğretmen iken, 675 sayılı KHK ile, 29 Ekim 2016 yılında hiçbir soruşturma geçirmeden, bir gecede direkt ihraç oldum. KESK ve Eğitim-Sen’in ilk kuruluşundan itibaren aktif üyesi idim. Yaşamım boyunca demokrasi ve barış mücadelesi içinde aktif olarak bulundum. İhracımın bu nedenle olduğunu düşünüyorum. İlk gençlik yıllarından beri siyasi iktidarın gazabına uğradığım için ihraç edilmem çok sürpriz olmadı. Ailem ve sosyal çevrem ihracımdan sonra her türlü maddi ve manevi dayanışmayı gösterdiler. Ancak öğretmenlik mesleğini çok sevdiğim için bu süreci kolay atlatamadım, çünkü ben öğrencilerimden ayrılmıştım. Bu bir nevi yaşam damarının kesilmesi anlamına geliyordu. Öğrenci görmek bile uzun süre beni çok fazla etkiledi. Yaklaşık beş yıldan beri okul yanından dahi geçmek istemiyorum. İhracımın ilk haftasında psikiyatriye gittim ve ihraç durumumu izah ettim. O günden beri anti-depresan kullanıyorum ve bu süreci daha rahat atlatmaya çalışıyorum.
İşin gerçeği ben ihraca çok yabancı değildim, çünkü aynı şeyi 12 Eylül faşist cuntası döneminde, 1983 yılında yaşamıştım. 1983-87 arasında da ihraç süreci yaşamış, ancak 1987 yılında mahkeme kararı ile göreve dönmüştüm. Tabii o süreç daha farklıydı. En son yerel seçimlerde (31 Mart yerel seçimleri) Adana Çukurova ilçesinden Adana Emek ve Demokrasi Güçleri’nin adayı olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nden belediye meclisi seçimlerini kazanarak, Adana belediye meclis üyesi oldum. 2 ay görev yaptıktan sonra elimden mazbatam alındı. İhracımdan hemen sonra yargı süreci başlamıştı. Ancak hemen akabinde OHAL Komisyonu kuruldu, OHAL komisyonuna başvurumu yaptım. O kadar yıl geçmiş olmasına rağmen hala OHAL Komisyonu’nda dosyamın incelenmesi devam ediyor. Belediye meclis üyeliği ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne başvurdum ancak AYM yetkisizlik kararı verdi. O davam da şu anda AYM’de.
- İhraç öncesi siz ile ihraç sonrası sizi karşılaştırır mısınız? Ekonomik, sosyal, kültürel, ideolojik fikirlerinizde değişiklik oldu mu? Oldu ise bu değişimde neler etkili oldu? Geçmişinizle bugününüz ve yarına dair umutlarınız arasında benzerlik ve farklılıklar nelerdir?
Fatma Zehra Fidan: Oldum olası insanlara karşı güzel düşünce ve niyetler taşıyan bir insanım. Dindar olmayan, oldukça seküler bir ailede ve çevrede büyüdüm, bu çevrede Allah sevgisini buldum. On bir yaşımdan beri içimde şiddetli bir sevgi vardır, Allah’a karşı. Bu nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, böyledir. İnsan hayatı, dünyayı ve diğer insanları kendisinden hareketle değerlendirir. Ben de kendisini “dindarlıkla” tanımlayan insanların hep “Allah aşkı” penceresinde anlam bulduğunu düşünür, onları tanımadan bile öyle severdim. Bu sürecin bana hediyesi bu duygumun yıkılması, tarumar olması oldu.
“Bu kadar acı bir tecrübe nasıl hediye olur” diye düşünebilirsiniz. Hayatım boyunca gerçeğe uyanmak en birinci amacım oldu. En kötü gerçeklik en iyi hülyadan iyidir, tasavvurlar dünyasında yaşamak en korkunç aldatmacadır. Hayatımdaki en büyük değişiklik bu kitleye olan duygu ve düşüncelerimin çok karanlık bir zemine taşınması oldu. Bunu sadece iktidar ve onu sevenler bağlamında söylemiyorum; bu süreç bana dindar kimliğin çapına, çıkmazlarına, kendi içindeki çelişkilerine ayna tutması bakımından çok aydınlatıcı oldu.
Değindiğim gibi, seküler bir ailede ve sosyal çevrede yetiştiğim için sola/sosyalizme çok mesafeli değildim zaten. Üstelik Ege Üniversitesi’nde sosyoloji lisans, Muğla’da yüksek lisans eğitimini aldım. Bu bakımdan sol ideolojiyle yaka paça olmuşluğum ve onları korkunç bir sınırda görmüşlüğüm hiç olmadı. Ege’de zaman zaman yürüyüşlere katılan bir öğrenciydim üstelik. Bu nedenle muhafazakar çevredeki arkadaşların itirafları gibi itiraflarım yok. Ancak bu süreçte sokak eylemlerinin gücünü daha fazla fark ettiğimi söylemem gerekir. Hayatımın hiçbir döneminde sorgulamaktan ve irdelemekten kaçınmadım. Ancak bu dönemde çok daha özgürleştiğimi mutlulukla görüyorum. Devlet eliyle atıldığımız çukurda öğrendiklerimiz hiçbir eğitim sisteminde öğrenilemeyecek şeyler. Bu bakımdan her anım için şükrediyorum ve tek anımı dünyaları verseler değişmiyorum. Daha ne katkı olsun, değil mi?
Yasemin Ceylan: İhraç öncesi ve ihraç sonrası kendimi karşılaştırdığımda açıkçası ideolojik olarak çok büyük bir değişim yaşadığımı düşünmüyorum. Zaten devletçi de milliyetçi de birisi değildim. İçimde milliyetçiliğe dair küçük kırıntılar varsa da onlar bu süreçte tamamen ortadan kalktı. Milli değerlere dair ciddi bir öfke barındırıyorum çünkü devlete ve millete dair birçok şey bizlere yapılan zulmü hatırlatıyor bana. Bu toplumda Kürtlerin, Alevilerin, LGBTİ+ bireylerin neler yaşadığını ve onlara yapılan haksızlıkları dün de biliyordum. Bunlara dün de karşı çıkıyordum ama bunun için aktif bir mücadelenin içerisinde değildim. Bu süreç belki bende en çok bu noktada bir değişme neden oldu. Tweet atarak ya da sokakta bir eylemin parçası olarak dün hak ihlali olduğunu düşündüğüm halde mücadelesinin parçası olmadığım şeylerde şu anda o mücadelenin bir parçasıyım. Bu süreçte örgütlü mücadelenin ne kadar önemli olduğunu ve emekçi olarak her birimizin devletin ve sermayenin karşısında ne kadar güçsüz bir noktada kalmış bulunduğunu fark ediyor insan. Bugün gördüm sendikalı değilim, fakat işe döndüğümde ilk yapacağım şey sendikaya üye olmak ve sarı bir sendikaya değil.
Münir Korkmaz: İhraç öncesi ben ihraç sonrası ben arasında çok büyük bir değişimin olduğunu düşünmüyorum. Çünkü ihraç öncesinde de hayata bakışım aynıydı. İhraç sonrasında da hayata bakışımda çok büyük bir değişiklik olmadı. Hayata başladığım andan itibaren devletin antidemokratik yapısını, tekçi niteliğini bildiğim için çok fazla bir hayal kırıklığı yaşamadım. Devletin yapısını bildiğin için ona göre bir düşünce yapısı oluşmuş. Zaten cumhuriyet tarihi boyunca bu devlet kendine bir düşman bulmuş. Şu anda aynı şeyi biz KHK’lılara yapıyor. Bu KHK meselesinin çözümü bu ülkenin tam anlamı ile demokratikleşmesinden geçiyor. Onun için zaten KHK’lılar son süreçte hep demokrasi mücadelesinden yana taraf oldular. Bu ülkenin geleceğine dair asla umudumu kaybetmedim ve bu umutla mücadele ediyorum. KHK’lar ilk çıktığında eğer gerçek anlamda bir mücadele hattı oluşturulmuş olsa idi inanın bu süreç bu şekilde uzamamış olurdu.
- KHK’lara karşı mücadele yeterli mi? KHK’lara karşı mücadelede KHK’lı platformlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? KHK’lı platformlarının size katkıları nelerdir? Neden KHK’lı platformlarında örgütlenmeyi tercih ettiniz?
Fatma Zehra Fidan: Başımıza gelen bu mezalime karşı ne yapabiliriz diye düşünüp hiçbir eylem yapamazken, KHK İzmir Platformu’nun açılışında buldum kendimi. Yani KHK Platformlarının başlangıcından beri mücadelenin içindeyim. KHK Platformları bu süreç içinde çok yol kat etti. Özellikle cemaat bağlantılı arkadaşlarımızın bu özellikteki örgütsel çalışmalara katılmakta zorlanması, katılmaması, daha pek çok nedenlerle platform çalışmaları elbette yetersizdir. Ancak sürecin başından beri çalışmaların içinde olan ve gözlemleyen bir KHK’lı olarak çok daha güzel bir noktaya taşındığımızı ifade etmem gerekir.
Bu çalışmalarda motor görevini sol kökenli arkadaşlarımız yapmış, bizlerin (muhafazakarların) deyim yerindeyse hımbıllığını yüksünmeden taşımışlardır. Bunun için onlara şahsen ben minnet borcu hissediyorum. Ayrıca soldaki arkadaşlarımız ve sol zihniyet, çoğunluk itibariyle çok nazik ve anlayıcı bir tutumla muhafazakar kesime yaklaşmıştır. Bu, oldukça şık bir insani duruş örneğidir. Bunun için de herkese teşekkür ediyorum. Ancak cemaat bağlantısı iddiası nedeniyle kuyuya atılan arkadaşlarımız zaten çok temiz, namuslu, işini hassasiyetle ve en yüksek sorumluluk duygusuyla yapan kişiler olarak kendi eksikliklerini kapatma yoluna gittiler ve çok yol kat edildi. Çok yol kat ettik. Bu mesele Türkiye toplumu için paha biçilmez bir değer taşımaktadır. Çünkü son tahlilde “beş benzemez” diye tarif ettiğimiz insanlar birleşmiş, aynı hukuksuzluğa maruz kalmak ve buna çare aramak paydasında mücadeleye girişmiştir. KHK Platformlarının ülkemizin geleceğinin en önemli ve en olgun tohumları olduğunu düşünüyorum. Bu grup geleceğin Türkiye’sini inşa eden ve edecek olan gruptur.
Yasemin Ceylan: Yarına dair umudum platformlarla birlikte oluştu. Bu noktada Ömer Faruk Gergerlioğlu bizlere bunca hukuksuzluğa rağmen hukukun içinde kalarak mücadele edebileceğimizi, mücadele ile nasıl güçlü olabileceğimizi gösterdi. Biz de kendi gücümüzün farkına vardık. Şu anda umudumun en önemli nedeni KHK platformları. Beslediğim bu hislerin yanında şunu da söylemekte fayda var, artık bizler fişlendik. Bir ömür bu devlet kafasıyla bu karşımıza çıkacak, çocuklarımızın da karşısına çıkacak. Bu bitmeyecek. Başka iktidarlar gelse de biz bu hatadan hiçbir şekilde kurtulamayacağız. Bunun biteceğini zannetmiyorum. O yüzden biz kendimize ne kadar “Ben terörist değilim. Ben suç işlemedim” desek de birileri çıkacak ve bu fişlemeye devam edecek.
Bu ülkenin daha yaşanılır hale gelmesi için en önemli şey şeffaflık, sorgulanabilirdik ve hesap verilebilirlik olduğunu düşünüyorum. Bu ülkenin vatandaşları olarak bu ülkede hangi paranın nereye harcandığını bilmek istiyorum. Devletin şeffaf olması gerektiğini düşünüyorum. Şeffaf olmadığı müddetçe bu sorunlar devam edecektir. Bugün bizim yaşadığımız sorunlar bize dair ve bugüne dair değil. Bu ülkenin neredeyse 100 yıllık tarihinde yaşadığımız şeylerin benzerleri hep yaşandı. Devlet bütün vatandaşlarına eşit bir şekilde kapılarını açmıyor. Vatandaş farklı şekilde bu kapıları zorluyor ve yapısal sorunlar çözülmedikçe, devlet imkanlarını bütün vatandaşlarına eşit ve şeffaf bir şekilde sunmadığı müddetçe bugün bizim yaşadığımızı yarın başkaları da yaşayacak. Adalet herkes için eşit ve net bir şekilde olmalı. Adaletin olmadığı bir ülkede ekonomik gelişmeden de söz edilemez.
Özetlemek gerekirse bu ülke ne kadar şeffaf, ne kadar hesap verebilir bir devlete sahip olursa o kadar müreffeh, o kadar adil bir ülkede yaşarız. Ama kimse bunu bize altın tepside sunmayacak. Bunun için mücadele etmekte zorundayız. Mücadele etmediğimiz müddetçe birileri daha çok kazanmak, daha çok yemek için bizim kesemizden çalmaya devam edecek. Mücadeleden başka bir yolumuz yok. Sonuç olarak KHK’lar gidecek biz kalacağız. Mücadelemiz de çocuklarımıza onurumuz, mirasımız olarak kalacak.
Münir Korkmaz: KHK’lar ilk çıktığında KESK aslında eksikliklerine rağmen doğru bir mücadele hattı oluşturmuştu. Ancak bu devam edemedi. Tabii burada şöyle bir şey var: Sonuç itibariyle KESK 4.500 üyesi ile birinci derecede sorumlu ama ortada 152.000 kişilik bir kitle var. Dolayısıyla KESK’in tüm bu ihraçları kapsayan aktif bir mücadele yürütebilmesi çok da olası değil. Biz de 152.000 sayısını kapsayan bir mücadele hattı oluşturmak için KHK Platformlarını kurduk. Şu an 51 ilde KHK Platformları var. KHK meselesinin çözümü için elinden gelen tüm çabayı gösteriyor ve bu konuda çok başarılı adımlar attı. Şu anki KHK meselesi Türkiye’nin gündeminde ise bu biraz da KHK Platformlarının vermiş olduğu bu kararlı mücadele sonucudur. KHK Platformlarındaki insanlar belki de beş benzemez. Ancak biz aynı muamele ile karşı karşıya kaldık. Bir gecede ansızın ihraç edildik. Bizi bir araya getiren emekçi kimliğimiz. Asla birbirimizin siyasal düşüncesini, mezhebini, ırkını temele alarak bir araya gelmedik ve bir mücadele yürütüyoruz.
KHK platformları artık bu ülkede demokrasiden yana da taraftır. Bu ülkenin demokratikleşmesinde, demokrasi mücadelesinde de elinden gelen her şeyi yapmaktadır ve önemli bir toplumsal muhalefet dinamiğidir.
- Son olarak geleceğe dair hem KHK’lar hem de ülke ve dünyaya ilişkin öngörüleriniz nelerdir? Geleceğin daha yaşanabilir olması için neler yapılmalı, neler yapmalıyız? İşinize geri döndüğünüzde neler yapacaksınız, nasıl bir yaşam planlıyorsunuz? Geleceğe dair umutlarınız nelerdir?
Fatma Zehra Fidan: Aslında farkında olmadan önceki soruda bu sorunuza cevap vermiş oldum. Ben gelecekten çok umutluyum. Yaşadığım ve ailecek maruz kaldığımız durumlara rağmen çok mutluyum. Çünkü bu süreç, bir kere daha, bin kere daha, sayısız kereler ne kadar güçlü bir insan olduğumu gösterdi. Hayatımıza çok sahici bir ayna tuttu ve biz öğrenmeyi çok seven, hatta öğrenmeye tutkulu insanlar olarak pek çok şey öğrendik. Ben geleceğin Türkiye’sini çok aydınlık görüyorum. Bağnazlıktan kurtulmuş bir dindarlık, eleştiri yapmayı ve sorgulamayı öğrenmiş, sarsılmış ve sarsmayı da öğrenmiş bir grup olabilirsek, inşa ettiğimiz toplum demokrasinin beşiği olacak demektir. Buna şüphemiz yoktur. Ben şimdilerde zaten akademide gibiyim: Ev akademisinde:)) Odacığımda kurduğum üniversitemde bilimsel çalışmalar yapmaya devam ediyorum. İşe döndüğümde herhalde ekonomik sıkıntılardan kurtulmuş olacağız, rahatlayacağız. Bu nedenle bilimsel çalışmalarım elbette daha fazla olacaktır. Bir de öğrencilerimi çok özledim. Öğrenci hasretini ancak bilenler bilir...
Yasemin Ceylan: Az önce de ifade ettiğim gibi KHK Platformları ile örgütlü mücadelenin gücünü gördüm. Bütün Kanun Hükmünde Kararnameler iptal olana kadar mücadele yeterli diyemeyiz ama mücadele ediyoruz. Platformlar bana hem çok kıymetli bir sosyal çevre sundu hem de mücadele ediyor olmanın gücü ile yaşıyorum. Hayata geri döndüm, bir tür inzivanın içerisindeydim, defalarca intiharın eşiğinden döndüm. Mücadele ediyor olmak yaşamak için hayatı daha anlamlı kılıyor. Bugün burada kendim için, çocuklarım için, içerde yatan binlerce tutsak için mücadele ediyor olmak, sadece kendim için değil başkaları için de bir şeyler yapıyor olmak fikri beni mutlu ediyor.
Platformların en güzel tarafı hiç kimsenin diğerini kendine dönüştürmek istememesi. Herkes kendi kimlikleriyle platformlar içerisinde var. Kimse diğerini dönüştürmek çabası içerisinde değil. Herkesin ortak noktası ortada hak ihlalleri var. Özgürlüklerimiz elimizden alındı, haklarımız elimizden alındı. Bunu hep birlikte elde edeceğiz ve bu durum birbirimizi daha yakından tanımamıza vesile oldu. Açıkçası solla ilişkilerim lise yıllarımdan beri yoğun olduğu için benim için yeni bir jargon ya da yeni bir dil söz konusu olmadı. Bu noktada sadece dindar camia ile beraber olan insanlar için platform çok farklı anlamlarda taşıdı. Çünkü bu ülke yoğun kutuplaşmaların olduğu bir ülke. Bu seküler, dindar, sağ, sol fark etmez. Bu ülkede hiç kimse kendi mahallesinden çıkmayı istemez. Kendi mahallesi dışında insanları içerisine almaz. Onları tanımaz, ön yargılarıyla karar verir. Platform bu önyargıların kırılmasında beş benzemezin bir araya gelmesinde çok önemli. Platformları sadece KHK’ların kaldırılmasında etkili olacağını düşünmüyorum. Bunun dışında bu ülkenin geleceğine dair, çok sesli kutuplaşmanın olmadığı bir ülkenin inşasında da bir mihenk taşı olacağını düşünüyorum.
Münir Korkmaz: Yaşamın boyunca umudumu hiç kaybetmedim. Bu ülkenin demokrasisi için mücadeleye devam ettim. Mücadelenin de başarı ile sonuçlanacağını düşünüyorum. İşime döndüğümde ve tüm haklarımı kazandığımda aynı şekilde mesleğime devam edeceğim. Demokrasiden, hukuktan yana taraf olma halim devam edecek. Son söz olarak şunu söylemek istiyorum: KHK’lar gidecek ve biz işimize geri döneceğiz. Bundan en ufak kuşkum yok. Tabii bunun için de tüm KHK’lıların ve demokrasi güçlerinin bu mücadeleye sahip çıkması gerekiyor. Bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Kızıl Bayrak / Ümraniye