Katliam davalarında cezasızlık

Gazi Katliamı’nda toplam 22 kişi polis ve kontrgerilla çetelerinin kurşunlarıyla katledildi. Aradan 28 yıl geçmesine rağmen hala cezasızlık ile ödüllendirilen katiller, saray rejiminin aparatı yargının kararıyla “aklanmış” oldu.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Ocak 2024
  • 16:29

Türk sermaye devletinin karanlık tarihi katliamlar, toplu infazlar, faili meçhul cinayetlerle doludur. Mustafa Suphilerin Karadeniz’de hunharca katledilmelerinden bu yana, cumhuriyet tarihi boyunca düzinelerce katliam, soykırım, faili meçhul cinayet, toplu infaz, işkence vb. gibi insanlık suçları sürekli ve sistemli bir şekilde gerçekleştirilmiştir. 12 Mart 1995 yılında gerçekleşen Gazi katliamı da insanlığa karşı işlenen suçlar zincirinin halkalarından biridir.

Tüm 1960’lı yıllar boyunca yükselen sınıf hareketi 71 çıkışı ile yeni bir aşamaya geçerek devrimci ve radikal bir nitelik kazanmıştır. Sermaye devleti 12 Mart 1971 Darbesi ile yükselen mücadeleyi ezmeye çalışmış fakat başarılı olamamıştı. Darbenin ardından yeniden yükselişe geçen devrimci hareket ancak 12 Eylül faşist darbesi ile durdurulabilmiştir. 12 Eylül’de gerçekleştirilen askeri darbe ile toplumsal muhalefeti boğmaya çalışan sermaye devleti, devrimci sol-sosyalist örgütler ve hareketlere karşı saldırılarını yoğunlaştırmış, binlerce kişi yargısız infazlarla ve işkence hanelerde öldürülmüş, toplumsal muhalefet ve devrimci hareket büyük oranda bastırılmıştır.

Amerikancı faşist darbenin etkisi altında yıllar boyu pasifize olan kitle hareketi 89 Bahar eylemleri ile tekrar canlanmaya başladı. Hemen ardından yaşanan büyük madenci yürüyüşü ile yükselen sınıf hareketi ve devrimci hareket yeni bir aşamaya geçti. Aynı dönemde Kürt hareketi de büyük bir sıçrama yaparak bir halk hareketi düzeyine ulaştı. 90’lı yılların başında tekrar yükselişe geçen toplumsal muhalefet ve devrimci hareket, 2000’li yılların başına kadar sürdü.

Tüm 90’lı yıllar boyunca, devletin yeniden sokaklara saldığı Kontrgerilla çeteleri eliyle hem Kürt hareketini hem devrimci hareketi hedef alan cinayetler ve katliamlar planlanmış ve uygulanmıştır. Gazi Mahallesinde yaşanan katliam da bunlardan sadece biridir. 12 Mart Gazi katliamı tıpkı Maraş, Çorum, Sivas gibi, devletin güdümündeki faşist çeteler tarafından yapılmıştır. Diğerleri gibi devletin karanlık dehlizlerinde planlanan bu katliamda Alevilerin yoğun olduğu bir kahvehane taranmış hemen orada bir kişi öldürülmüştür. Bu olaydan sonra mahalle halkının ayaklanarak karakola yürümesi sırasında polis tarafından kitleye kurşun sıkılması ile birlikte Gazi direnişi başlamıştır. Gazi direnişi geniş çapta bir ayaklanmaya dönüşünce olaylar büyümüş ve başka bölgelere de sıçramıştır.

Gazi Katliamı’nda toplam 22 kişi polis ve kontrgerilla çetelerinin kurşunlarıyla katledildi. Aradan 28 yıl geçmesine rağmen hala cezasızlık ile ödüllendirilen katiller, saray rejiminin aparatı yargının kararıyla “aklanmış” oldu. Mahkeme 18 Aralık’ta yapılan duruşmada 231 polisin beraatına karar verdi.

Devletin güdümünde olan yargı sistemi hiçbir zaman bağımsız olmamıştır. Bu ucube kararı alan yargı aparatı, adalet dağıtan değil, katillere kalkan olmayı esas alan bir kurum olduğunu bu vesile ile de kanıtlamıştır. Elbette bu karar şaşırtıcı değil. Çünkü Sivas katliamı davasının “zaman aşımı” kararıyla düşürülmesini, “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” diye alkışlayan Tayyip Erdoğan’ın devletin tepesinde oturuyor olası, sermaye iktidarında katliamcı geleneğin devam ettiğinin ilanıdır aynı zamanda.

Bu ülkede faşist çeteler ve devlet eliyle yapılan katliamların çoğu sahte delil, gizli tanık veya zaman aşımı gibi yöntemlerle ya karanlıkta bırakılıyor ya da cezasızlık politikaları ile caniler açık bir şekilde ödüllendiriliyor. Kimisine “özel kahramanlık” ödülü veriliyor, kimisinin adı okullara, köprülere ya da binalara veriliyor. Üstelik toplumsal muhalefetin zayıf ve kitle hareketinin pasif olduğu bir dönemde bunlar aleni ve kaba bir utanmazlıkla yapılmaktadır. Erdoğan’ın Sivas katliamının faillerinden biri olan Fahrettin Gül’ü özel afla affetmesinin bir nedeni de budur.

Sermaye devletinin en büyük korkusu toplumsal muhalefetin devrimci bir dinamikle buluşmasıdır. Bütün bu saldırıların, katliamların, toplu cinayetlerin vb. asıl sebebi de toplumsal muhalefeti boğmak ve yapabiliyorsa ortadan kaldırabilmektir. Tüm bu cezasızlık politikaları da topluma gözdağı vermek, kitleleri korku ve baskı ile pasifize etmeyi amaçlıyor. Haziran Direnişi’ne bu kadar kin ve öfke ile saldırmalarının, anayasa mahkemesinin kararını dahi hiçe saymalarının arkasındaki esas sebep de budur. Çünkü onlar da çok iyi biliyor ki tüm bu katliamların, cinayetlerin, hukuksuzlukların hesabı, ilerici devrimci güçlerin işçi ve emekçilerle birleşik mücadelesi yükseltildiğinde sorulacaktır.

K. Torlak