“Emperyalizm bir şiddet ve gericilik eğilimidir; çağdaş dünyadaki her türlü gericiliğin temel dayanağıdır. Faşizm, burjuva gericiliğinin emperyalist aşamadaki yoğunlaşmış biçimidir. Devlet yapısında kurumlaşmayı başardığında, faşist diktatörlük biçimini alır.” (TKİP Programı)
Bir şiddet ve gericilik eğilimi olan kapitalist/emperyalist sistem, 21. yüzyılda, vahşi katillerden oluşan IŞİD gibi cihatçı çeteleri, insan soyunun başına bela etmiştir. Herhangi bir yasa, kural, ahlaki ilke veya insani değer taşımayan ölüm makinelerinden müteşekkil olan cihatçı çeteler, her şeyleriyle kapitalist/emperyalizmin ürünüdürler. Afganistan’da da, Irak’ta da, Libya’da da, Suriye’de de, Somali’de de bu böyledir.
Cihatçı çetelerin ‘Sünni Müslüman’ kökenli gençleri devşirebildiği, şu veya bu ülkenin belli bir bölgesinde destekçiler bulduğu bir olgudur. Ancak bu durum, cihatçı ölüm makinelerinin her yönüyle kapitalist/emperyalist sistemin ürettiği bir bela oldukları gerçeğini zerre kadar değiştirmez. 20. yüzyılda faşizm dehşetini yaratan, her tür gericiliğin kaynağı olan bu sistem, 21. yüzyılda El Kaide, El Nusra, IŞİD ve türevlerini yarattı.
ABD, diğer batılı emperyalistler ve bölgedeki Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi işbirlikçi devletlerin IŞİD’i “terör örgütü” ilan etmeleri, bu güçleri hiçbir şekilde aklayamaz. Zira cihatçı çeteleri yaratanda da, destekleyen de, eğiten de, silahlandıran da bu güçlerdir…
İlk kurban Afganistan
ABD emperyalizminin, sosyalizme karşı “yeşil kuşak” planı 1970’li yıllarda uygulanmaya başladı. Bu planın ilk kurbanı Afganistan oldu. 1977’de birleşen Afganistan’daki sol güçler, bir yıl sonra iktidara gelmeyi başardılar. Dönemin Sovyetler Birliği’ne yakın duran sol yönetim, batılı emperyalistleri rahatsız etmiş ve “komünizme karşı” savaşmak için CIA ile Pakistan istihbaratı cihatçı devşirmeye başlamış, terör eylemleriyle sol yönetimi sıkıştırmışlardır.
Aylar süren terör eylemleriyle baş edemeyen dönemin Afgan yönetimi, Sovyetler Birliği’nden destek talep etmiş ve Kızıl Ordu Afganistan’a girmiştir. Kızıl Ordu’nun Afganistan’a girmesi, CIA’nın tuzağına düşmesi anlamına geliyordu. Zira bu, CIA ve onun güdümünde hareket eden güçlerin cihatçı devşirme işini kolaylaştırmıştır.
Güya Afganistan’ı komünizmden kurtarmak için başlatılan gerici savaş 35 yıldır devam ediyor. Bu sürede Afganistan yüzyıl geri sürüklendi, toplumsal dinamikleri yerle bir edildi. Üretici güçleri çökertildi. Toplumsal uyanış ve gelişmenin dinamiği olan işçi sınıfının oluşumu baltalandı. Halen on binlerce NATO askerinin işgali altında bulunan Afganistan, kelimenin gerçek anlamında ortaçağ karanlığına sürüklenmiştir.
Etnik, dinsel, mezhepsel parçalanmanın tetikçileri…
Kapitalizmin gelişimine bağlı olarak uluslaşma süreci, 19. yüzyılda şekillenmiş, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, kapitalizmin geliştiği ülkelerde asgari bir çözüme kavuşmuştur. Sömürgeciliğin kurbanı olan halklar ise, 1945’te Kızıl Ordu ve komünistlerin faşizmi ezmesinin de etkisiyle ulusal kurtuluş savaşları başlamış ve açık sömürgeciliğin çöküşü ile sonuçlanmıştır. Asya, Latin Amerika ve Afrika halklarının çoğunluğu, 20. yüzyılın ikinci yarısında kendi devletlerini kurmuşlardır.
Etnik, dinsel, mezhepsel alt kimlikleri ikinci plana düşüren, ulusal kimliği ön plana çıkaran bu sürecin mantıksal sonucu, sınıfsal kimliklere dayalı çatışmanın öne çıkması ve her tür sömürü, eşitsizlik, baskı ve köleliğin kaynağı olan kapitalizmle hesaplaşma mücadelesinin gelişmesi olmalıydı. Ancak “yeşil kuşak” planı, tarihin doğal gelişim seyrini yolundan saptırıp, etnik, dinsel, mezhepsel çatışmalara alan açan bir mecraya yönlendirdi.
Bu gerici müdahale başta ABD olmak üzere batılı emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından yapılmıştır. Tepeden tırnağa gerici ve toplumsal gelişmeyi baltalayıcı bu müdahalenin vahim sonuçlarını, IŞİD ve türevlerinin son yıllarda Libya, Suriye ve Irak’ta yarattıkları vahşet tablolarıyla görüyoruz.
Afganistan’da bizzat CIA-Pakistan istihbaratı ikilisi eliyle icat edilen cihatçı çeteler, 11 Eylül gibi bir olayın sorumluları tutulsa ve ABD’ye karşı savaşıyorlarmış gibi yansıtılsa da, gerçekler bunun tersini göstermektir. 2001 işgalinden sonra Afganistan’daki Taliban’ın işgalcilerle savaşması kendi eğilimi veya tercihi değildir. Tersine, Taliban yönetimi, ABD ile anlaşmak istemiş, ancak Afganistan’ı işgal etme kararı veren neofaşist çete bunu reddetmişti. Yani cihatçı çetelerin emperyalist/siyonist güçlere veya hedeflere, sistemli şekilde saldırdıkları görülmemiştir.
Onlarca ülkeden ABD işbirlikçisi güçler tarafından Afganistan’a taşınan cihatçı çeteler, tersinden de Afganistan’dan dünyanın farklı ülkelerine transfer edildiler ve birçok yerde tetikçi olarak kullanıldılar. Tunus ve Mısır’da halk isyanlarının patlak vermesinin ardından cihatçı çeteler Libya, Suriye, Irak ve kısmen de Mısır’a taşındılar. Afganistan’da ortaya çıktıkları andan itibaren CIA tarafından yönlendirilen ve emperyalist planlarla hizmet eden cihatçılar halen Libya, Suriye, Irak ve daha sınırlı sayıda Mısır, Tunus, Cezayir ve bazı Afrika ülkelerinde tetikçi olarak kullanıyorlar.
Toplumsal gelişmenin dinamiklerini yıkan müdahaleler
Cihatçı çetelerin etkili olduğu Irak, Libya ve Suriye, doğrudan emperyalist saldırılara maruz kalan ülkeler. 2003’te, on yıldan fazla süren yıkıcı bir ambargonun ardından Irak işgal edildi. 2011’de ise Libya, yedi ay boyunca savaş aygıtı NATO tarafından bombalandı; ardından silahlı çetelerin eline teslim edildi. Yine 2011’de Suriye’ye karşı seferber olan emperyalist güçlerle bölgedeki işbirlikçileri, dünyanın 70’i aşkın ülkesinden devşirdikleri tetikçileri Suriye’ye yığdılar. Musul’u istila eden ve başka kentlere saldıran IŞİD tam bu gerici müdahalelerin sonucu olmuştur.
Her üç ülkenin yıllara yayılan çatışmalara maruz kalması, toplumsal dokuyu zedeliyor, üretici güçleri tahrip ediyor, etnik, dinsel, mezhepsel -veya Libya’da olduğu gibi-, kabileler arası çatışmaları körüklüyor. Bölgedeki Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin de rezil bir rol oynadıkları bu emperyalist/siyonist plan, toplumların gelişim dinamiklerini pervasızca dinamitlemeyi de hedefliyor.
Hem işçi ve emekçi dinamikleri zayıflatarak, hem etnik, dinsel, mezhepsel, kabilesel ayrımları kışkırtarak hem entelektüel birikimin taşıyıcıları ve yeniden üreticileri olan bilim insanları, akademisyenler, aydınlar, yazarlar, sanatçılar fiziksel olarak tasfiye edilerek, varılmak istenen bir hedef var. Bu gerici saldırganlık, cihatçıların kandırabileceği veya zorla saflarına katacağı insan malzemesinin oluşmasını da sağlıyor.
Finanse ettiler, silahlandırdılar, eğittiler…
ABD, Fransız, İngiliz emperyalistleri, Türk sermaye devleti/AKP iktidarı, Suudi Arabistan, Katar doğrudan doğruya cihatçı çeteleri finanse ettiler, eğittiler, silahlandırdılar ve siyasi olarak da yönlendirdiler. Cihatçı çeteler silah taşıyan TIR seferlerinin iki bini aştığı tahmin ediliyor. Türkiye’nin yüzlerce km’lik sınırı önlerinde açıldı. Körfez Şeyhleri'nin petro-dolarları yine AKP iktidarı eliyle cihatçı katillere taşındı. Suriye’de savaş IŞİD kanadına bu destekler, halen de devam ediyor.
Hal böyleyken IŞİD in terör örgütleri listesine alınmasının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. IŞİD’in namluları onlara çevrilir diye tedirgin olabilirler, ama halen bu cihatçı katilleri destekliyorlar. Zira bölgeyi etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalamak için, cihatçıların üstlendiği iğrenç rolü başka hiçbir güç üstlenemez.
IŞİD’in vahşi kıyımları emperyalistlerle bölgedeki işbirlikçilerinin umurunda değil. Onlar işlerine yaradıkları sürece bu çeteleri tetikçi olarak kullandılar, daha da kullanacaklardır. Barack Obama iki hafta önce Suriye muhalefetine (demek oluyor ki, cihatçı çetelere) ağır silahlar da sağladıklarını itiraf etti.
Görüldüğü üzere kapitalist/emperyalizm sadece bir gericilik ve şiddet eğilimi değil olarak değil, aynı zamanda cihatçı katilleri bizzat destekleyerek, Suriye, Irak, Libya başta olmak üzere, bölge halklarının ödediği ağır faturanın dolaysız sorumlusudur.
Yegane çözüm yolu emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı direniştir
Tayyip Erdoğan’ın kendini “eşbaşkanı” ilan ettiği emperyalist/siyonist güçlerin Büyük Ortadoğu Planı (BOP), özünde iflas etmiştir. Ancak bölgeyi etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalama çabası (ki, bu gerici-kanlı planın hayata geçirilmesi IŞİD ve benzerlerinin tetikçi olarak kullanılmalarını zorunlu kılıyor) devam ediyor.
Bu kirli/kanlı/gerici planı bozacak olan halkların, emperyalizme ve bölgedeki işbirlikçilerine karşı uzun soluklu, birleşik, meşru, militan direnişidir.