Kanal İstanbul projesi bir süredir toplumun gündeminde yer edinmiş vaziyette. Zaten insanı, çevreyi, şehri ve doğayı bu denli olumsuz etkileyecek bir projenin insanların gündemine giriyor olması kuşkusuz iyi bir şeydir. Fakat Kanal İstanbul sadece rant, talan ve katliam projesi olduğu üzerinden tartışılmıyor. Öte yandan bu projenin ne denli “Çılgın” olduğu, sükse yaratacağı, ülkeyi uçuracağı ve binlerce insana istihdam sağlayacağı vb. gibi iddialar da kara propaganda olarak anlatılıyor ve karşılık buluyor.
Toplumun gündemine bu denli meşgul eden bir projeye karşı bizlerin de sessiz kalmaması ve söz söylemesi gerekir. Olan-biten her şeyi “İmamoğlu ve Tayyip Erdoğan” karşıtlığının da ötesine çıkararak, bu projenin sınıfsal boyutunu insanlara anlatmak gerekir. İşte bu amaçla 19 Ocak’ta Dr. Savaş Karabulut’un katılımı ile “Kanal İstanbul’a neden hayır?” şiarlı panel-forum gerçekleştirdik. Ardından ise Avcılar Deprem anıtı önünde basın açıklaması gerçekleştirildik.
Etkinliğin ön sürecinde yoğun bir çağrı çalışması gerçekleştirdik. Etkinlik faaliyetini özellikle projenin geçiş güzergahı olan Küçükçekmece, Avcılar, Kanarya ve Esenyurt taraflarında yoğun bir şekilde yürüttük. Mahallelerde apartmanlara girip Kanal İstanbul Projesi’nin aslında ne olduğunu anlatan ve etkinlik çağrılarının yer aldığı bildirilerimizi bıraktık. Semt pazarlarında insanlarla bire bir sohbetler gerçekleştirerek coşkulu ajitasyonlarımız ile semt sakinlerine Kanal İstanbul projesinin rant ve talan projesi olduğunu anlattık. Çevreye yoğun bir şekilde duvar gazetelerimizi astık. Aynı şekilde bu çalışmaları İstanbul’un merkezi noktaları olan Kadıköy ve Beşiktaş’ta da gerçekleştirdik.
Özellikle semt pazarlarında yaptığımız çalışmalar üzerinden bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Öncelikle toplumda Kanal İstanbul meselesi gerçekten de AKP’yi savunanların “Evet” dedikleri CHP’yi savunanların ise “Hayır” dediği bir karşıtlığa dönüşmüş bir vaziyette. Oysa mesele sermayenin daha da zenginleşmesi uğruna insanlığın geleceksizliğe sürükleniyor olmasıdır. İşte en çok anlatmaya çalıştığımız şeylerden birisi bu oldu. İnsanlar koca bir aldatmacanın da içerisindeler. Şu an canlarına karşı bir tehdit görmedikleri için projeye sadece “mülk” üzerinden bakıyorlar. Özellikle projenin geçiş güzergahında bulunanlar ise pek bir sevinçli “ihya olacağız” diyorlar. Ama bilmiyorlar ki devlet için istimlak uygulamak hiç de zor bir şey değil. Genelde insanlar bu ihtimali bırakın kabullenmeyi düşünmek bile istemiyorlar. “Bırakın boğazda bir evinizin olmasını, çay içmeye gidebiliyor musunuz?” diye sorduğumuz zaman sanırım taşlar yerine oturmaya başlıyor. Ama yine de kabullenmeme isteği baskın geliyorken yaşanmış bir dünya örneği de sunsak o an işe yarar mı bilemiyorum. Sanırım bıçak kemiğe dayandığında hak bulacağız. En çok karşılaştığımız cümlelerden birisi de “Biz de yapılmamalı diyoruz ama Tayyip bir kere yapacağız dedi. Ne yapsak boş, kesin yapacaklar” oluyor. İşte senelerdir ulaşmak istedikleri toplum zihniyeti burada karşımıza çıkıyor. İnsanlar üzerindeki ölü toprağını atabilse, kabullenilmiş çaresizliklerini bir kenara bırakabilseler bundan 5 sene önce “Biz de gerekirse %50’mizi sokağa dökmesini biliriz, kim ne derse desin Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılacak” diyerek çirkin tehditler savuran Tayyip Erdoğan’ın neden halen daha Gezi Parkı’na dokunamadığını göreceklerdir. Bugün Gezi Parkı’na gidip dolaşabiliyorsak, bunun da ötesinde birçok demokratik haklarımız halen daha gasp edilmemişse yedi canımızı da yitirdiğimiz bir direnişe borçlu değil miyiz? Daha yakın zamanlara bakalım: Kaz Dağları’na yapılmak istenen Maden Ocağı da toplumsal muhalefetin sokağa dökülmesi sonucu engellenmedi mi? Ya da ODTÜ’de kesilmek istenen Kavaklık alanındaki ağaçlar da öğrencilerin günlerce süren direnişleri sonucu hala yaşamıyor mu?.
Etkinlik vesilesi ile geçirdiğimiz bu yoğun süreç, duyduğumuz, karşılaştığımız şeyler bizlere çok şey kattı. İşte bizim görevimiz geleceğini bildiğimiz o güzel günlerin hayalini kurmak, oturup beklemek değil; pazarlarda, meydanlarda, mahallelerde yılmadan-usanmadan gerçeği anlatma sorumluluğudur. Nazım Hikmet’in de dediği gibi “İnsan denizin olmadığı yerde, umut adına martı olabilmeli.”
İstanbul’dan bir üniversite öğrencisi