IMF (Uluslararası Para Fonu) 1944 yılında, ABD’nin öncülüğünde ve Bretton Woods (BW) Konferansında kuruldu. İkizi olarak da bilinen Dünya Bankası (DB) ve IMF’nin kurulma fikri Keynes gibi reformist iktisatçılara aittir. IMF kuruluşu, genellikle, 1929-33 krizi ile 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım sonrası dünya ticaret sistemini ve Avrupa ekonomisini yeniden inşa etmek amacıyla kuruldu, diye ifade edilir.
BW öncesinde uluslararası ticaret, Sterling Bloku gibi, aynı para birimini kullananların arasında sınırlı hale gelmişti. Böylesi bloklaşmalar uluslararası sermaye akımını engelliyordu. ABD sermayesinin tüm dünyaya yayılması döviz kontrol rejimleri nedeniyle zorluk yaşıyordu. Oysa ABD ekonomisi çok hızlı büyüme sağlamıştı. Savaşın da etkisi ile rakipleri zayıflarken, Amerikan kapitalizmi dünyadaki sermaye birikiminin, imalat sanayisinin ve ihracatın büyük kısmını elinde tutuyordu. Amerikan kökenli şirketlerin dışarıdaki fırsatları değerlendirmeleri, yani diğer ülke kaynaklarını sömürebilmeleri için uluslararası sermayenin hareketini engelleyen koşulların ortadan kalkması gerekliydi.
BW Konferansında önerilen tasarıya göre uluslararası ticarette ABD doları ile altın ilişkilendirildi. O tarihlerde 35 dolar=1 ons altın olarak düzenlendi. ABD, altın rezervlerinin yüzde 61’ine sahipti ve dünya sınai üretiminin yarısını gerçekleştiriyordu. Hem IMF ve Dünya Bankası hem de Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Amerikan emperyalizminin dünya ekonomisine yön verebilmesi açısından kurulmuşlardı. IMF esasen kapitalist sistemin bir savunucusu ama özelde ABD menşeili çok uluslu şirketlerin kâr mekanizmalarını sağlamlaştıran bir aygıttır.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Avrupa’da yeniden inşa sürecine dahil olmak ABD’ye kâr imkanı sunuyordu fakat aynı zamanda Avrupa’da sosyalizmin yayılması korkusu da vardı. IMF ve DB kredileri ilk olarak gelişmiş ülkeler için verildi. Hatta ilk kredi alan ülke Fransa’dır. Zamanla krediler az gelişmiş ülkelere de verilmeye başlandı. IMF bu krediler aracılığı ile, ABD Hazinesi adına ulusal paraları destekleyerek, ülkelerin ekonomilerini gözetlemeye başladı. Dönemin ihtiyaçlarına göre de görevlerini ve ülkelere dayattığı politikaları yeniden tanımladı. Örneğin ilk yıllarında ABD’nin ihracatını karşılamak amacıyla diğer uluslara ithalata dayalı ekonomi dayatılırken, ABD cari açık verince de bu sefer bu ülkeler ihracata dayalı ekonomik gelişime yönlendirildi. Bunlardan iç pazarlarını daraltmaları istendi.
Önceden sömürge olan bölgeler ulusal bağımsızlık savaşları ile resmi ulus devletler kurdular. Emperyalizmin eski, direk, ırkçı sömürü araçları şekil değiştirdi. Borçlandırmak, borçları çevirmek ve tarafsız olduğu iddia edilen IMF gibi kuruluşların borç tuzağına düşürmek gibi yeni sömürü çarkları geliştirildi. Borç yükü, en yoksul ülkeleri milli gelirlerinin önemli kısmını faiz ödemeye ayırmaya zorladı. 70’lerin petrol krizi sonrasında emperyalist sermayenin hareketinin kolaylaşması açısından neo-liberal politikalar öne sürüldü ve birçok ülkede darbeler ile birlikte bu politikalar hayata geçirildi. Türkiye’de 24 Ocak kararları 12 Eylül askeri faşist darbesi ile topluma dayatıldı. Bağımlı olan ülkeler yabancı sermayeye daha fazla alan açacak, yabancı sermayenin ülke doğal kaynaklarını ve işçilerini ucuz bir şekilde kullanmasına izin verecek, aynı şekilde kârın büyük kısmının çok uluslu şirketlere ve ülkelerine aktarmalarına engel koymayacaklardı. Türkiye’de 1980 yılında 78 yabancı sermayeli şirket varken, bu sayı 2001 yılında 5000’i aşmıştı. Günümüzde ise neredeyse her şeyin satıldığını söylemek yerinde olur.
IMF sadece kredi vermiyor, aynı zamanda ülkelerin kredi derecesini belirleyerek, başka kaynaklardan sermaye akışını da kontrolü altına alıyor. Borç batağına saplanan her ülkenin çaldığı ilk değil, son kapıdır IMF. “Yapısal Uyarlama Politikaları” ile IMF, borçlu ülkenin sadece ekonomisini değil, her adımını denetimi altına alır. Özellikle eğitim, sağlık, emeklilik, çocuk yardımı gibi kamusal harcamaların kısıtlanması dayatılır. Ulusal imalat, tarım üretimi azaltılır. Askeri politikalar, siyasi kararlar ya da aktörler de bu yolla yönetilir. Örneğin 2002 yılında Venezüella devlet başkanı Chavez’e karşı yapılan darbenin hemen ardından IMF darbecilere her türlü mali desteği vermeye hazır olduğunu açıklamıştı.
IMF’nin ne anlama geldiğini dünya işçi ve emekçileri çok iyi bilmektedirler. Şili 1973 yılından itibaren IMF politikalarını harfiyen yerine getirmiş, çok hızlı özelleştirmelere gitmişti. Gümrükler açısından en korumacı ülke iken en esnek ülke hale gelmişti. Çelik, telekomünikasyon, havayolları gibi stratejik sektörler yabancı sermaye ortaklığına açılmış, dış borç milli gelirin yarısını geçmişti. Günümüzde Şili’de toplumsal muhalefetin sert çıkışlarında geçmişten bu yana uygulanan bu acı reçeteler gerçekliği vardır. Güney Kore’de kitlesel işten atılmalara karşı IMF üzerinden I’M Fried (işten atıldım) kalıbı oluşturulmuş, ayrıca yoksullaşan ailelerin çocuklarını sokaklara bırakması ile çocuklara IMF öksüzleri adı verilmişti. Nikaragua 1968’den 1995’e kadar 185 milyon dolar borç almasına karşın ekonomisi yüzde 55 oranında küçülmüştü. Çok yakın süreçte Ekvador’da IMF’nin kapısına gidilmesi yönünde karar veren hükümet, işçi ve emekçilerin grevleri ile başlayıp isyana dönüşen toplumsal hareket ile geri adım atmak zorunda kaldı.
Özcesi, büyük kapitalist ülkelerin yoksul ülkeleri baskılamak, ekonomi politikalarını kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmek amacıyla kullanılan güçlü bir silahtır borç. Jesse Jackson’un Afrika Uluslar Konferansı’nda isabetle ifade ettiği gibi, “Emperyalistler eskiden mermi ya da urgan kullanıyorlardı, şimdi ise DB ve IMF’yi kullanıyorlar.”
IMF ile Türkiye ilişkisi
IMF’nin fiilen faaliyetlerine başlamasından 10 gün sonra Türkiye fona üye olmuştur ve bugüne kadar 19 farklı stand-by anlaşması yapmıştır. Son borcunu ise 2013 yılında resmen bitirmiştir. Ancak IMF’siz IMF programı devam etmektedir. 2018 yılından itibaren derinleşen ekonomik kriz sonrasında açıklanan YEP programları IMF’nin önerilerine göre hareket etmektedir. Erdoğan’ın “Önceden IMF’nin kapısında dilenirken şimdi IMF’ye borç veriyoruz” söylemi, “Ey Amerikaaa” nidaları eşliğinde sergilediği sözde anti-emperyalist şovunun bir parçasıdır yalnızca. IMF’nin Türkiye’den aldığı hiçbir borç yoktur. Borç verme dedikleri, IMF’nin 2016 yılında ek kaynak yaratma hedefiyle üye ülkelerden taahhüt alma kararıydı. Türkiye de talip olmuştu ama IMF şimdiye kadar Türkiye’den borç para alma gereği duymadı.
Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı çok yönlüdür. Marshall yardımıyla Birleşmiş Milletlere üyeliği, NATO’ya girişi, IMF üyeliği aynı dönemlere denk gelmektedir. ABD’nin SSCB ile olan soğuk savaşı döneminde Türkiye gibi komşu ülkeleri kendine bağlama adımlarıdır bunlar. Hangi hükümet başa gelirse gelsin emperyalistlerin politikaları hep gözetilmiş, günümüze kadar da ülke enkaz haline getirilmiştir. Sadece bir avuç işbirlikçi burjuvazi ile siyasi iktidarların rantçı tayfası bu süreç boyunca kazanabilmiştir. Türkiye işçi ve emekçileri emperyalist kapitalist dünyanın her türlü sömürüsüne uğramaya devam etmektedirler. Yaratılan zenginliklerin büyük kısmı ise uluslararası tekellere akmaktadır.