Tayyip Erdoğan yönetimi ile ABD arasında yaşanan siyasal kriz, farklı mecralarda, yeni boyutlar kazanarak devam ediyor. Yakın dönemde vize ve NATO krizi ile tırmanan gerilim, dünya kamuoyunun dikkatle izlediği Reza Zarrab davası üzerinden bir kez daha alevlenmiş bulunuyor.
Efendi-uşak çatışmasından saçılan pislikler
İran’a uygulanan ambargoyu deldiği gerekçesi ile ABD’de tutuklanan ve geçtiğimiz günlerde itirafçılığı kabul eden Reza Zarrab, Erdoğan yönetimi ile girdiği kirli ilişkileri de kapsayan bir dizi bilgi ve belgeyi mahkemeye sunmaya başladı. Zarrab’ın itirafları, AKP iktidarını boğazına kadar saplandığı yolsuzluk ve rüşvet gerçeği üzerinden bir kez daha dünya gündemine taşıdı. Emperyalist merkezlerce yönetilen uluslararası medya kuruluşları davanın bu yönünü özel olarak öne çıkarırken, Zarrab’ın itiraflarının Türkiye açısından önemli siyasi sonuçlar doğuracağını vurgulamaktan da geri durmadı.
Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet batağında yüzen AKP iktidarının dava karşısında yaptığı ilk açıklamalar ise, emperyalist dünyada kimse tarafından ciddiye alınmadı. Uluslararası arenada kendisine destek bulamayan Erdoğan iktidarı hızla iç kamuoyuna yönelerek, efendisi ile yaşadığı siyasal krizi “milli mesele” ilan etti. Toplumu ve düzen siyasetini bu “milli dava” arkasında yedeklemeyi uman Erdoğan yönetimi, Zarrab davasını “kumpas” olarak kodlayıp “FETÖ kartını” bir kez daha kullanmaya başladı.
ABD-AKP geriliminin politik arka planı
Ayrıntılarından arındırılarak bakıldığında açıkça görülüyor ki, Zarrab krizinin gerisinde ABD emperyalizminin bölge politikaları karşısında Erdoğan yönetiminin bir kez daha “limitleri” aşması ve kendi önceliklerine dayalı bir tutum içerisinde hareket etmesi yer alıyor. İç ve dış politika alanında giderek açmazları derinleşen AKP iktidarının, son dönemde zoraki de olsa Rusya ve İran’la yakınlaşması, açık ya da gizli ticari ilişkiler kurması yaşanan gerilimin siyasal arka planını oluşturuyor. Efendi ile uşak arasında ipleri geren bir diğer kriz dinamiğininse, ABD emperyalizminin Suriye savaşı üzerinden belirlediği Kürt politikası olduğu biliniyor.
ABD’nin, Zarrab dosyası ve benzeri enstrümanları tam da bu siyasal sorunlar üzerinden Erdoğan AKP’sini yeniden hizaya getirmek, kendi tabirleri ile “limitlerin” içine çekmek için kullandığı ise açık.
Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvetin kaynağı kapitalizmdir
Tayyip Erdoğan yönetimi, iş başına geldiği günden beri emperyalistlere ve sermaye çevrelerine sayısız hizmette bulundu. Ortadoğu’yu büyük bir yıkıma uğratan emperyalist saldırganlığın aktif bir parçası olarak hareket eden AKP iktidarı, içeride ise işçi ve emekçileri hedef alan sosyal-iktisadi saldırı programlarını kesintisiz bir şekilde hayata geçirdi. Bu sayede, uzun yıllar boyunca başta ABD olmak üzere emperyalist güçler ve işbirlikçilerinin tam desteğini arkasına aldı.
Erdoğan ve yandaşları, arkalarına aldıkları bu destekle bir yandan siyasi iktidarın ve devletin tüm kademelerini ele geçirebildiler, öte yandan hatırı sayılır birer sermaye gücüne ulaşabildiler. Yine aynı destek sayesinde işçi ve emekçilerin sırtından elde edilen zenginlikleri çalarak Malta ya da Man adalarında istifleme imkanına sahip olabildiler. Özetle, emperyalistler Erdoğan AKP’sinin ne denli çürümüş ve kokuşmuş bir yapı olduğunun farkına -Zarrab’ın itirafları sayesinde- bugün varmıyorlar. Nitekim, onları Türkiye ve Ortadoğu halklarının başına bizzat musallat edenler, kendileri de dünya ölçeğinde haydutluk yapan emperyalistler ve işbirlikçileri oldu.
Bütün bu olgular göstermektedir ki, hırsızlığın da, yolsuzluğun da, rüşvetin de kaynağı kapitalist-emperyalist sömürü düzenidir. Bu nedenle ne ABD’nin, ne de başka bir emperyalist gücün yolsuzlukla, rüşvetle, hırsızlıkla bir problemi vardır. Onların asıl problemi, kendilerine sınırsız hizmetlerde bulunan işbirlikçilerinin kendi sefil çıkarlarını ve önceliklerini esas alan bir tutum içerisine girmeleri, bu açıdan limitlerin dışına çıkmalarıdır.
Bu pisliği devrim temizler
ABD ile Erdoğan yönetiminin yaşadığı gerilimin güncel bir arenasına dönen Reza Zarrab davası kapitalizmin tarihine geçen ne ilk yolsuzluk davasıdır, ne de son olacaktır. İşçi ve emekçiler bu bilinçle hareket etmeli, rant ve çıkar kavgasına tutuşan gerici kapışmalar içerisinde taraf olmayı kesinlikle reddetmeli, hırsızlığın, yolsuzluğun, yağma ve talanın kaynağı olan kapitalist-emperyalizme karşı mücadeleyi büyütmelidir.
Başka çıkar yol yoktur. Zira, bütün bu pisliğin kökünü ancak işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşecek olan bir devrim kazıyabilir.