Baştan aşağı emperyalizme göbekten bağlı bir devlette herhangi bir alanda bağımsızlıktan bahsedilebilir mi? Sadece dış politika için değil bu soru, iç politika için de geçerli. Örneğin ülkenin enerji politikalarına bir bakalım. Şöyle geçmişten günümüze bir göz atmadan sadece nükleer santral projesini inceleyelim. Ne deniliyor? Nükleer ile daha güçlü Türkiye!
Nükleer enerji santrali bir ülkenin güç kazanma noktası mıdır? İnsanlığı ve doğayı yok sayan bir ülke politikası bir toplumu ne kadar süre güçlü gösterebilir? Bir de asıl soruyu soralım. Nükleer santrali başka bir ülkenin sermayesinin elinde olan, denetimin dışında tutulan, hatta santralin topraklarının şirketin ülkesinin toprağı sayılacak olan, ekonomik kazancında vb.de söz hakkı neredeyse olmayan bir ülke gerçekten güçlenir mi?
Dışa bağımlılığın enerji politikaları üzerinden en somut görünümlerinden biri olan Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşası, bu soruların yanıtını yeterli açıklıkta veriyor.
Mersin Akkuyu’da yıllardır süren nükleer santral karşıtı mücadele ile santralin yapılmasının önü bugüne kadar kesildi. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin ilk nükleer santralinin temeli Akkuyu’da atıldı. Rus bir şirket olan Rosatom’un inşa edeceği santral sadece nükleer enerjinin ve atığın zararları açısından değil, Türkiye-Rusya ilişkileri ve enerji politikaları açısından da birçok tartışma başlığını barındırıyor.
Enerji kaynaklarının 4’te 3’ü ithal
Türkiye’nin enerji kaynakları açısından durumu şudur: Türkiye enerjide %76 dışa bağımlı bir ülkedir. 2000’lerin başında %67 olan oran, 17 senenin sonunda %76’ya çıkmıştır. Yani kendi kendine yetebilecek ya da dışa bağımlılığı azaltacak herhangi bir politika veya proje yoktur.
Birkaç yıl öncesinin verilerine göre Türkiye’nin dış ticaret açığının yarısının enerji için yapılan harcamalardan kaynaklandığı tespit edilmiştir. Enerji Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı’nın içinde olduğu 2020 hedefli rapora göre; Türkiye’nin 2020 yılı enerji tüketiminin en az 194 milyon ton, en fazla 222 milyon ton petrol eşdeğerinde olması bekleniyor. 2020’de tahminen %120’lik bir enerji artışı olacağı düşünülüyor.
Sanayinin geliştiği yıllardan bugüne Türkiye’nin enerji tüketim tercihi şu şekilde evrilmiştir: 1970’lerin başından günümüze kadar alırsak linyit, odun, hidrolik, petrol en önde duran enerji kaynaklarıdır. Tüketim açısından doğalgaz yıldan yıla öncelikli yer almaya başlamıştır. Doğalgaz tüketimi ‘70’lerde %0 oranındayken, günümüzde %50’lere ulaşmak üzeredir. Ticari yer tutmayan enerji kaynaklarının (odun, hayvan gübresi, bitki artıkları) kullanım oranı azalmıştır. Yenilenebilir enerji kaynaklarına bir eğilim olsa da bunların kullanım açısından önünün kapatıldığı görülmektedir. Tüm bu tüketim işleyişi ve tükettirme mantığı ile enerjide elde olan kaynakların kullanılmadığı, her geçen yıl dışa bağımlılık oranının arttığı bir tablo ortaya çıkmıştır.
Belirleyen ve/veya etkileyen enerji politikaları
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi YK üyesi Mehmet Şükrüoğlu, “Uluslararası mücadelenin ortak alanı petrol: bir de doğalgazı da eklememiz gerekiyor. Uluslararası güçler varlıklarını koruyabilmek için enerji kaynaklarının ikmal ve fiyatını hep kontrol altında tutmak istediler” şeklindeki ifadeleri, enerji kaynaklarının aktarımının ve tüketiminden elde edilecek kârın emperyalist tekellerin belirleyiciliğinde olduğu gerçeğini de içinde barındırıyor.
Her ülkenin, özellikle emperyalist ülkelerin enerji politikaları stratejik yaklaşımlarla belirlenmektedir. Emperyalistlerin savaş gibi, krizi aşmak gibi hem ülke içini hem de hedefindeki bölgeleri etkileyen politikaları varsa enerji açısından da bu böyledir. Enerji sosyal, siyasal, ekonomik, askeri ve toplumsal gelişmeleri ulusal ve uluslararası boyutta belirleyen ve/veya etkileyen bir faktördür.
Nükleer santral projesi ile görülmüştür ki Rusya ile Türkiye’nin siyasal süreçlerden doğru ilişkileri ılımlı, gergin, ters düşen seyirler izlerken, ticari ilişkiler hiçbir soruna takılmadan tıkırında işlemektedir. İki ülkenin sermayesinin ve sözcülerinin çıkarları doğrultusunda işler ilerlemektedir.
Kapitalizmde her şey kâr merkezlidir, enerji de öyle. İnsana ve doğaya zararının ne olduğu, ne olacağı belirlenerek ve bu baz alınarak karar verilmez.
İşçi sınıfının devrimci komünist partisinin programında enerji ve çevre bağlantısı şu şekilde yer almaktadır: “Çevre sağlığını gözeten bir üretim, kentleşme, enerji ve ulaşım politikası izlenir. Bu, toplum sağlığının vazgeçilmez koşulu sayılır. Kapitalizmden miras çevre tahribatının giderilmesi, doğal çevrenin, toprağın, suyun ve havanın korunması için köklü önlemler alınır.” (TKİP Programı)
Emperyalist ülkelerle kurduğu ilişkiler Türkiye’yi bağımlı hale getirmiştir, enerjide de köleleştirmiştir. Akkuyu Nükleer Güç Santrali ile de Rusya-Türkiye ilişkileri başka bir aşamaya geçecektir. Enerji politikalarında bağımsız olmak, emperyalist-kapitalist ilişkilerin boyunduruğundan çıkmakla mümkündür.