Göçmenler meselesi saray rejimi ve düzen muhalefeti tarafından güncel politik çıkarlar üzerinden kullanılıyor. Bu meselenin istismar edilmesi sonucu toplumda göçmen karşıtı tepkiler körükleniyor. Tartışma “göçmenleri gönderme ve göndermeme”, “gitsinler mi”, “kalsınlar mı” sığlığına hapsediliyor. Bunun çözüm olmadığını ifade etmek ise her türlü saldırının hedefi haline gelmeyi göze almayı gerektiriyor.
Geçtiğimiz hafta içinde sarayın İçişleri Bakanı pişkince şunları söyledi:
“Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma. Sonra ayak ayak üstüne at, 'ne olacak bu Suriyelilerin hali' de. Bir milyon insan gidecek. Kim isyan edecek biliyor musun? O iş sahipleri."
Göçmen işçiler dünyadaki iş gücünün yüzde 5’ini kapsıyor. Sadece İstanbul’da İMES Sanayi Sitesi’nde 12 bin işçinin yaklaşık 4 binini göçmeler oluşturuyor. ILO’nun “Küresel Yabancı Göçmen İşçi Tahmini” raporundaki verilere göre, 2017 ile 2019 yılları uluslararası göçmen işçi sayısı 164 milyondan 169 milyona yükseldi. Yine aynı rapora göre “göçmen işçiler vardıkları ülkelerde işgücünün %4,9’unu teşkil etmektedir; Arap ülkelerinde bu oran %41,4 ile en yüksektir. Göçmenlerin işgücüne katılım oranı %69’dur ve göçmen olmayanların %60,4 oranındaki işgücüne katılım oranından yüksektir.”
Bu verilerin kendisi ise bir tesadüf değil.
Göçmenler sadece göçmen değildir!
İç politika malzemesi olarak kullanılan göçmenler, salt bu sınırlara hapsedilebilecek bir konu değildir. İnsanların kitleler halinde başka ülkelere, yasal ya da yasal olmayan yollarla göç etmesinin kendi içerisinde tek bir anlamı bulunmamaktadır. Meseleye “gitsinler” ya da “kalsınlar” sınırında bakmak bir kez daha bu düzen siyasetinin malzemesi olmak anlamına gelmektedir.
İnsanlık tarihi boyunca insanlar çeşitli nedenlerden dolayı daima göç ettiler. Bu nedenle, günümüz koşullarında insan hareketliliği anlamı taşıyan göç de, kapitalizmden bağımsız tartışılamaz:
“Kapitalizm tarih sahnesine daha baştan insanlık için çok ağır toplumsal bedeller yaratarak çıktı. İçerde ‘ilkel birikim’ süreci ve dışarda sömürgecilik, birkaç yüz yıl boyunca, dünya ölçüsünde çok büyük insan kitlelerinin yaşamını cehenneme çevirdi. Burjuvazi daha en baştan, en büyük yıkımlar, en acımasız zulümler, en katlanılmaz acılar, en aşağılık gasp, talan ve yağmalarla tarih sahnesine adım atmıştı. Marx’ın o çok veciz sözleriyle, kapitalizmin egemen bir toplumsal sistem haline gelme süreci, ‘tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak’ gerçekleşmişti.” (Pandemi ve sosyalizm- Ekim, 322 Haziran 2022)
Sermaye birikimi ve “yedek işgücü ordusu”
Kapitalizmin temel yasası artı-değer sömürüsü, buna dayalı sürekli sermaye birikimidir. İnsan ihtiyaçları sermaye birikimini arttırdığı sürece bir anlam taşır. Bunu yerine getiremez ise insan ihtiyaçlarının bir anlamı kalmaz. Sermaye, kârını arttıramıyorsa eğer daha kârlı bulduğu yeni alanlara yönelir. Göçmen emeği bir yanıyla bu kârlı alanların başında gelmektedir.
Sermaye birikiminin zorunlu ürünü olarak “artık” ya da “fazla” işçi nüfusunun varlığı gereklidir. Marx bunu kapitalist üretim biçimine özgü bir nüfus yasası olarak şu şekilde ifade eder:
“Modern sanayinin insanlığın daha önceki çağların hiçbirinde rastlanmadığımız bu kendine özgü yaşam çizgisi kapitalist üretimin kendi çocukluk çağında da olanaksızdı”.
Sermayenin genişlemesi için gerekli olandan fazla işçi ile kendisini sürekli üretmesi gerekir.
“Demek ki, işçi nüfusu, bizzat kendisi tarafından üretilen sermaye birikimi ile birlikte, giderek büyüyen bir ölçüde, kendisinin göreli artık nüfus haline getirilmesinin araçlarını da üretiyor. Bu, kapitalist üretim tarzına özgü bir nüfus yasasıdır; gerçekten de her özel tarihsel üretim tarzı, kendi özel, tarihsel olarak geçerli nüfus yasalarına sahiptir. Soyut bir nüfus yasası, yalnızca bitkiler ve hayvanlar için vardır; o da ancak, insanın tarihsel olarak müdahale etmemesi ölçüsünde...”
“Bu artık nüfus, sanki üretilmesinin bütün masraflarını o karşılamış gibi mutlak olarak sermayeye ait olan bir kullanılmaya hazır yedek sanayi ordusu oluşturur. Artık nüfus, sermayenin değişen değerlenme ihtiyaçları için, gerçek nüfus artışının sınırlarından bağımsız olarak, her an sömürülmeye hazır insan malzemesini yaratır.” (Karl Marks, Kapital 1. Cilt, Yordam Kitap 8. Basım sayfa 610-611)
Sınırsız sömürü ve göçmenleşen işçi sınıfı
Marks yine Kapital’de “Modern sanayinin bütün hareket biçimi, işçi nüfusunun bir kısmını sürekli olarak işsiz ya da yarı işsiz insanlara dönüştürülmesine dayanır” der. (Karl Marks, Kapital 1. Cilt, Yordam kitap 8. Basım sayfa 612)
‘70’lerden bu yana uygulanan neoliberal politikalar yüzünden işçilerin, emekçilerin en temel hizmetlere ve ihtiyaçlar erişmesinin önüne geçildi. Bunun yanı sıra hegemonya mücadelelerinin sonucu olarak emperyalist savaş ve saldırganlık politikaları göçmen sayısını arttırdı. İLO’nun raporlarına göre 2020’de göç eden kişi sayısı 281 milyon kişiye ulaştı.
Bugün gelinen aşamada kapitalist bunalımlar ve savaşlar, dolaysız olarak yığınların kitlesel göçünü zorunlu hale getirdi. Ancak bunun yanı sıra göçmen emeği, sermaye birikiminin işlevsel bir alanı olarak hem güvencesi hem de sonucudur.
Kapitalizmin gelişimi sürecinde sermaye sınırsız bir egemenlik alanı inşa ederken emek gücünün sınırlara hapsolmasını bir dönem için kullandı. Sınırları kendi hegemonyası için talan ederken de emek gücünün ucuz ve güvencesiz olarak istismar edilmesi daha kârlı hale gelmiştir.
İşsizliğin nedeni göçmenler değil, kapitalizmdir!
Sermayedarlar ucuz ve güvencesiz göçmen emeği üzerinden kasalarını tıka basa dolduruyorlar. Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de de göçmen işçiler, işçi sınıfı üzerinde baskı kurmanın bir aracı olarak kullanılıyor. MÜSİAD kodamanlarının gerçeği tersyüz ederek ifade ettiği şu sözler ortada duruyor:
“Türkiye’de iş beğenmeme gibi bir durum var. Emek yoğun işlerde çalışmak istenmiyor. Yabancı uyruklu işlerde daha fazla çalışılıyor”.
Asıl gerçek ise sermayenin ucuz ve güvencesiz olduğu için bunu tercih etmesidir. Ancak böylesi söylemler ile işsizliğin, yoksulluğun kaynağı gizlenirken, sorunun kaynağı göçmen işçiler gibi gösterilmek istenmektedir.
Kapitalizm krizler üreten bir sistem olarak krizin faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yüklemeye çalışır. Bu faturayı yüklediği kesimlerin birliği ise kendisine yönelecek öfkeyi büyüteceği için, ucuz iş gücü olarak kullandığı göçmen işçiler ile diğer emekçileri karşı karşıya getirmesi kendi sefil sınıf çıkarlarının bir gereğidir.