I. Filler tepinir karıncalar ezilir...
İnsanlık tarihinde ezen ezilen ilişkisi ve çatışması farklı biçimler alsa da sınıflı toplumların temel çelişkisi olmuştur. İlkel çağlardan günümüze dek bu çatışma üretim araçlarının gelişim süreciyle paralellik göstermiş, her toplumun gelişim sürecine göre şekil almıştır. Bugün ise kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu emperyalist egemenlik sisteminde bu çatışmanın temel taraflarından bir olan işçi sınıfı, sömürüye dayalı son toplumu ortadan kaldırma sorunuyla karşı karşıya bulunuyor.
Kapitalizmin genel tanımını yapacak olursak; üretim araçlarının özel mülkiyetine ve ücretli emek sömürüsüne dayanan, üretimin toplumların gereksinimlerine göre değil kar endeksli olduğu politik ekonomi sistemidir. Bir başka deyişle “modern kölelik ya da ücretli kölelik” düzenidir. Emperyalizm ise bu sistemin en baskıcı, en kanlı, en barbar olan üst ve son aşamasıdır.
Emperyalist kapitalist sistem küresel çapta sosyal, siyasal ve ekonomik bunalımlar içinde debeleniyor. Bu debelenmeye rağmen sistemin krizlerinin tüm faturası işçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların sırtına yıkılıyor. Kapitalizm doğası gereği döne döne bu krizleri yeniden üretmektedir. Bu krizlerin küresel çapta bir buhrana yol açması ise genellikle yeni bir savaşlar silsilesini tetikliyor. Bu yolla kapitalizm, olaylar bir devrime evrilmezse eğer ölüm ve yıkım saçarak varlığını devam ettiriyor.
***
Emperyalist Avrupa devletlerinin sömürge politikası, dünyanın paylaşımı ve yeniden paylaşımı, sosyal, siyasi ve ekonomik yıkıma yol açan devasa emperyalist savaşlara neden olmuştur. Lenin “emperyalizm” adlı eserinde, emperyalizmin üç temel çelişkisini vurgular. Emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki çelişki, emperyalist devletlerin kendi aralarındaki çelişki ve emek ile sermaye çelişkisi. Bu çelişkiler farklı boyutlar alsa da özü itibarıyla dün olduğu gibi bugün de güncelliğini korumaktadır. Bütünlüklü olarak bakıldığında bu çelişkilerin kendine özgün yanları olsa da pratik olarak iç içe geçmiş durumdadır.
Emperyalizm, SSCB’nin çöküşü ile yeni bir siyasi evreye girmişti. Bu evre soğuk savaş döneminin fiili olarak bittiği, tek kutuplu Amerikan hegemonyasının ortaya çıktığı, dünya çapında “sosyalizmin yenilgisiyle” sonuçlanan bir dönemin kapandığı ve yeni bir dönemin başlangıç evresidir. Bu dönem aynı zamanda ABD’nin dünyanın jandarması olma misyonuyla hareket ederek “tek kutuplu dünya” teorisini dillendirdiği dönemdir.
1991’den sonra ABD’nin tek kutuplu dünyada kendisini süper güç olarak ilan etmesi, NATO vb. savaş aygıtlarının önemini artırdı. NATO’nun kuruluşu ve amacı kağıt üzerinde Kuzey Atlantik Savunma Paktı, yani Kuzey Amerika ve Batı Avrupa devletlerinin SSCB’ye karşı askeri savunma birliğidir. Fakat bu koca bir yalandır. Çünkü, NATO barış ya da savunma değil bir savaş ve iç savaş örgütüdür. Soğuk savaş boyunca, Türkiye başta olmak üzere üye ülkelerde işçi sınıfı hareketine, devrimcilere, komünistlere karşı sayısız kirli/kanlı operasyon düzenlemiştir. NATO’nun kuruluş misyonu ve görevi ABD’nin güdümünde “asla barış amacı gütmeyen” savaş makinesi olmasıdır. Her ne kadar 1991’den sonra varlığı tartışmalı hale gelse de emperyalistler NATO’yu feshetmediler, aksine büyütmeye ve genişletmeye devam ettiler.
Bu dönemde Körfez savaşı, Afganistan, Irak, eski Yugoslavya vb. onlarca savaşın fitili ateşlenmiştir. Bunlar NATO’nun doğrudan ya da dolaylı katılımıyla gerçekleşen ve uzun yıllar boyu bölge halklarına yıkım ve ölümden başka bir şey getirmeyen bölgesel savaşlardır. Öte yandan, NATO’nun genişleme politikası ile Doğu Avrupa ve Kafkasya üzerinden Rusya’yı kuşatması, 2008 yılından bu yana fiili olarak savaşlar silsilesini yarattı. Bunlar Rusya-Kuzey Osetya savaşı, Kırım’ın ilhakı ve son olarak Ukrayna-Rusya savaşıdır. Bugün Rusya fiili olarak Ukrayna ile savaşsa da arka planda NATO ile Rusya ve ittifakları arasındaki daha büyük ve geniş ölçekli bir hegemonya savaşı yaşanıyor.
Vladimir Putin’in “Tek kutuplu dünya dönemi sona erdi” diye açıklamada bulunması boşuna değildi. Çünkü NATO ve CIA, Çin’in hem ekonomik hem de askeri olarak önlenemeyen yükselişini, Rusya ve Hindistan ile birlikte en büyük tehdit olarak görüyor. Çin, Rusya ve Hindistan ile hem ekonomik hem de askeri olarak anlaşmalar yapıyor. Böylece ABD ve AB’nin ambargosunu deliyor, alanını daraltıyor ve hegemonyasını zayıflatıyor. ABD-NATO cephesinin bu gelişimi baltalamak amacıyla gerçekleştirdiği provokasyonlar emperyalist devletlerin kendi aralarındaki gerilimi tırmandırıyor. Gerilimler ise savaşlara, işgallere, darbelere vb. dönüşüyor. ABD ve AB ise buna karşı yeni ittifaklar oluşturuyor, askeri üsler kuruyor, ortak tatbikatlar yapıyor. Son dönemde gündemden düşmeyen NATO, BRİCS, Camp David, ŞİÖ gibi örgütlenmeler emperyalistler arası dalaşmanın seyrini de göstermektedir.
Buradan da görüldüğü gibi hangi emperyalist devlet ya da klik savaşı kazanırsa kazansın, emperyalist savaşlar, krizler, politik açmazlar vb. ezilen ve sömürülen milyonlarca işçi, emekçi ve yoksul halkın mahvıyla sonuçlanmaktadır. Savaşlardan çıkar sağlayan sermayedarlar için savaş demek para demektir. Sonuçlarından bağımsız olarak onlar için önemli olan tek şey kârlarıdır. Bir avuç kapitalistin çıkarları uğruna milyonlarca insan öldürülüyor, sefalet koşullarında yaşamaya mecbur ediliyor. Kısacası filler tepiniyor karıncalar eziliyor.
II. Karıncalar örgütlenirse filleri yener…
“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” eksenli mücadele, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı duranlar için birleştirici zemindir. Ancak bu eksende verilecek mücadeleyle uyguladıkları “böl parçala yönet” politikası boşa düşürülebilir. Bugün dünyada hegemon güçlerin en çok sarıldıkları politika budur. Toplumların geniş emekçi kesimleri dil, din, ırk, renk, cinsiyet, milliyet vb. gibi suni ayrılıklar üzerinden ayrıştırılıyor. Böylece gerici politikalarını toplumlara empoze etmenin zeminini yaratıyorlar. Pek çok ülke ya da bölgede uygulanan bu gerici politikalar toplumsal yaşamdan iş hayatına kadar birçok karmaşık sorunlar yaratıyor. Türk sermaye devletine egemen olan dinci-faşist rejim de toplumu bu yapay ayrımlarla parçalayarak 22 yıldır hem siyasi hem ekonomik rant elde edebiliyor. Yazık ki bu politika halen etkili ve sonuç alıcı olabilmektedir.
***
Emperyalizmin hakim olduğu bir dünyada gerçek barış hayalden öte bir şey değildir. Egemenler ise savaşı gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. İşçi sınıfı ve emekçiler, bu koşullarda emperyalizme karşı emek eksenli birliklerini kurup mücadele etmedikleri müddetçe ezilmeye mahkum olacaklar. Savaşlar, krizler ve yıkımlar birbirini takip edecek. Sermaye cephesi kasalarını doldururken emekçi halklar açlık ve sefalet içinde cepheye sürülerek birbirlerine kırdırtılacaktır.
“Filler tepişirken karıncalar ezilir” diye ünlü bir deyim vardır. Bu deyim, ilk bakışta doğru ve yerinde görünse de aynı zamanda aldatıcı olan bir tespittir. Tespit doğru çünkü bugün dünya çapında işçiler emekçiler ve ezilen halklar, sermayenin çıkarları ile emperyalist devletlerin sömürgeci ve yayılmacı politikalarından kaynaklanan çatışmalarda eziliyor, sömürülüyor, açlık ve sefalete mahkum ediliyor, yerlerinden yurtlarından koparılıp sürgüne gönderiliyor, kitlesel olarak katlediliyorlar. Aynı zamanda aldatıcı: Çünkü “Bu bizim kaderimiz, bu işler hep böyledir, zenginler var yoksullar var, bu dünya onların öbür dünya bizim, böyle gelmiş böyle gider” vb. gibi umutsuzluğa ve karamsarlığa götüren bir arka plana da sahiptir. Aynı zamanda fillerin varlığı kabul edilir, sorun onların tepinmesinde aranır. Fakat gerçek, özünde çok daha farklı ve çok daha güçlüdür. Onlar bizi böcek olarak görüyorlar diye biz bunu öyle kabul etmek zorunda değiliz. Onlar bir avuç fil ise biz de milyarlarca karıncayız. Dolayısıyla onların büyük görünen güçleri bizleri aldatmamalıdır.
Yaşar Kemal bir masalında “Filler sultanı ile Kırmızı sakallı topal karıncanın öyküsü”nü anlatır. İşte o öykü emperyalizm ile işçi sınıfı ve ezilen emekçi halklar arasındaki savaşın metaforudur. Canlılar aleminin en büyük en güçlü hayvanı olarak övünen fillerin, örgütlenmiş karıncalar karşısındaki sefil ve acınası durumunu anlatmaktadır. Eğer işçi sınıfı da kırmızı sakallı topal karınca gibi düşmanından korkmayıp, sermayenin güçlerine karşı kendi gücünü birleştirip ona bel bağlarsa; ırkçı, şoven, milliyetçi, cinsiyetçi ve mezhep ayrılığı gibi suni burjuva politikalarına karşı ideolojik birliğini emek cephesinden kurup proleter devrimci bir kimlik kazanırsa, işçi sınıfının karşısında hiçbir kuvvet duramaz. Ancak o zaman içerideki sınıfsal dayanakları ile birlikte emperyalistler tarihin çöplüğüne atılabilir.