Son dönemde faşist mafya şefi Sedat Peker’in ifşaatları, sermaye düzeni ve devletinde yaşanan çürümüşlüğü ve dinci-faşist rejimin nasıl bir yağma, soygun, rant, uyuşturucu, cinayet şebekesi olarak çalıştığını gözler önüne sermektedir. Ancak ifşa edilenler, çürümüş düzenin ve çeteleşmiş devletin kirli icraatlarının sadece küçük bir kısmıdır. Rant ve iktidar kavgası derinleştikçe, iktidar içindeki güç mücadelelerinin daha da sertleşmesi, beklenen bir gelişmedir.
On dokuz yıldır Türkiye’nin başına çökmüş olan AKP şefi Erdoğan, ilk günden bu yana yağma, soygun, uyuşturucu gibi çeşitli pisliklerin yanı sıra, doğanın ranta açılarak talan edilmesinin de bir numaralı sorumlusudur. Erdoğan’ın başında olduğu AKP iktidarı tüm doğal alanları metaya dönüştürdü. “Dev projeler”le ormanları, su kaynaklarını, vadileri ve yaylaları talan etti. Görülmemiş bir açgözlülükle doğayı katletti.
AKP şefi Erdoğan’ın, yakın zamanda katıldığı Çamlıca Kulesi Açılış Töreni’nde yaptığı açıklamadan da anlaşılacağı üzere, gerici-faşist iktidar doğayı talan etmeye devam edecektir. Erdoğan, yaptığı açıklamada “çılgın projem” olarak adlandırdığı Kanal İstanbul’a ilişkin şöyle dedi: “İnşallah haziran ayının son haftasında Kanal İstanbul’un temelini atıyoruz… Kanal İstanbul’un üzerinde 6 köprü göreceksiniz ve bunun çevresinde iki şehir inşa edeceğiz ve o malum tipler, ‘Ya bunlar bunu nereden çıkardı’ diyecekler. İstanbul’un kıymetini çok iyi bilmeliyiz. Bu şehir geçmişte çok yıpratıldı.”
Evet çok yıpratıldı, hatta yer yer yok edildi! Ve bu suçun faillerinin kim olduğu, bizzat Erdoğan’ın “Bu şehre ihanet ettik” itirafıyla sabittir. Doğanın talan edilmesinden ve “yıpratılmasından” sorumlu olanlardan, böylesi ikiyüzlüce ve pişkince açıklama yapanlardan, “İstanbul’un kıymeti”ni bilmeleri beklenemez. İktidara geldiklerinden bu yana doğaya-çevreye yönelik işledikleri suçlardan bazı örnekleri sıralamak dahi karşımızdaki yağmacı-talancı zihniyeti tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
- AKP iktidarı döneminde Devlet Su İşleri Teşkilat Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Böylelikle suların özelleştirilmesinin yolu açıldı. Değişiklik bununla da sınırlı kalmadı. Ormanlar hem özel sektöre devredilebilecek hem de depolama alanı olarak kullanılabilecek hale getirildi.
- Madde 80: “Devletin doğaya el koyma maddesi” olarak da bilinen bu madde ile doğa ve kentlere yönelik talan projeleri önündeki kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı. Bakanlar Kurulu’nun yetkilendirilmesi ile yatırımlar için alınması gereken her türlü idari izin ve “olur” mekanizması ve bunlara dair idari süreçler devreden çıkmış oldu.
- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye genelinde 2,5 milyon hektar sit alanını gözden geçirerek, kimi yerleri sit olmaktan çıkardı, kimi yerlerin ise derecesini düşürdü. Böylece, jeolojik dönemlere ait, ender bulunan ve doğal güzellikleri sebebiyle dikkati çeken, inşaata kapalı yerler anlamına gelen sit alanları için artık “yasal korumadan” bahsetmenin olanağı kalmadı.
- 17 Ağustos 99’da gerçekleşen Marmara depreminin ardından İstanbul’da afet toplanma alanı olarak belirlenen 493 bölgeden bugüne dek 416’sı alışveriş merkezi, rezidans ve gökdelene dönüştürüldü.
- Birçok tehlikeyi barındıran ve çoğu ülkede de açılan yerlerde kapatılması kararları alınan nükleer santrallerin, iktidar tarafından kâr hırsı uğruna Türkiye’nin birçok yerinde kurulması için anlaşmalar yapıldı. Mersin Akkuyu’ya, Sinop Abalı’ya ve İğneada’ya yapılması planlanan nükleer güç santrallerinden Akkuyu’dakinin temeli bile atıldı.
- Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın 2008-2018 yıllar arası verilerine göre, Karadeniz Bölgesi’nde 10 yıl içerisinde toplam 203 Hidroelektrik Santral (HES) yapıldı. Ayrıca 20 HES’in inşaatı devam ederken 123’ü de proje aşamasındaydı. Yıllık 2 bin 400 kilogram yağış oranı ile Türkiye’nin en çok yağış alan ili olan Rize’de de HES projelerinin bulunduğu vadilerdeki dere yatakları susuz kaldı.
- Artvin Kafkasör Yaylası Cerattepe bölgesi, Cengiz Holding’in altın madeni projesi için talana açıldı. Ağaç katliamının yanı sıra, ağır metallerle dolu zehirli atıklar derelere karıştı.
- Ege’nin birçok bölgesinde özellikle termik santrallar için birçok zeytin ağacı kesildi. Manisa Soma’ya bağlı Yırca’da 6 bin 66 ağaç söküldü.
- Muğla’ya bağlı Marmaris Okluk Koyu’nda bölgenin SİT derecesi düşürülerek 65 hektarlık bir alanda yapılan Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayı için 40 bin ağaç kesildi.
- Ankara Beştepe’ye yapılan Cumhurbaşkanlığı Sarayı için Atatürk Orman Çiftliği tahrip edildi.
- Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Teknokent Kavşağı ile 1071 Malazgirt Bulvarı arasındaki bağlantıyı sağlayacak olan tünelin yapımı için ODTÜ ormanı talan edildi. Böylelikle 90-100 metre genişliğindeki yaklaşık 50 hektarlık alan talan edildi.
- “Mega projeler” olarak adlandırılan projelerinden olan İstanbul’daki 3. Havalimanı ve 3. Köprü projeleri için İstanbul’un akciğeri olan Kuzey Ormanları talan edildi.
- Dünyanın en temiz beşinci ve en derin üçüncü gölü, Türkiye’nin ise en temiz ve en derin gölü olan ve 110 farklı kuş türünü barındıran Burdur Yeşilova’daki Salda Gölü’nün “Millet Bahçesi” yapılması istenmektedir.
- Ilısu Barajı ile sular altında kalacak olan Hasankeyf’teki binlerce yıllık kayalar dinamitlerle patlatılmaktadır. Dünya kültür mirası alanına girebilecek yüzlerce anıt ve esere, 12 bin yıllık bir kültür ömrüne sahip olan Hasankeyf, 50 yıl biçilen bir barajın sularına teslim edilmektedir.
- Rize’nin İkizdere ilçesinde doğa Cengiz İnşaat tarafından talan edilerek, taş ocağı yapılmak istenmektedir.
AKP iktidarı boyunca rant ve talan uğruna yapılan doğa katliamları, elbette bu örneklerle sınırlı değil. Yağma ülkenin dört bir yanında aralıksız devam ediyor. Şimdi sırada “Kanal İstanbul” projesi var.
Bu proje için, Küçükçekmece Gölü’nden başlayıp Sazlıdere Barajı havzası boyunca devam eden, Sazlıbosna Köyü’nü geçerek Dursunköy’ün doğusu ile Baklalı Köyü’nü geçtikten sonra da Terkos Gölü’nün doğusunda Karadeniz’e uzanan alan hedeflenmektedir. Özellikle su toplama havzalarını talan edecek olan bu projeyle oluşacak zararların bazıları şunlardır:
1) Çıkan hafriyat miktarı 1,5 milyar metreküp olacak. Bunları ortadan kaldırmak için en az 100 milyon kamyon seferi gerekiyor. Bu da büyük bir toz felaketi anlamı gelmektedir.
2) Marmara Denizi’ne 3 ada grubu inşa edilmesi planlanıyor. Bunun anlamı Büyükçekmece, Avcılar, Beylikdüzü ve Yeşilköy sahillerinin yok edilmesidir.
3) Proje alanında kalan yerleşim yerleri ve tarım arazileri halkın elinden alınacaktır.
4) Kanalın çevresi ranta açılacaktır. Şimdiden inşaat şirketlerinin onlarca projesi hazır haldedir.
5) 400 bin yıllık Yarımburgaz Mağarası, Birinci Derece Su Alanı ve Korunması Gerekli Kültür Varlığı olmasına rağmen, proje sahasında kaldığı için yok olma tehdidi altındadır.
6) İstanbul’a su sağlayan Sazlıdere Barajı yok olma tehlikesi altındayken, İstanbul’un en büyük ikinci su kaynağı olan Terkos Barajı da tehdit altındadır. Kuraklığın dünya çapında arttığı bir dönemde, yağmur sularının dahi depolanması tartışılırken, bu proje, su toplama havzalarını da yok edecektir.
Doğanın katledilmesi anlamına gelen projelerin (maden ve taş ocakları, HES’ler, JES’ler, havaalanları, köprüler vb.) halkın yararı için olmadığı ortadadır. Bu projeler iktidar ve yandaşlarının daha fazla kâr etmeleri ve çıkarları uğruna yapılmak istenmektedir.
İşçi ve emekçiler, projelerin yapılacağı yerde yaşayan insanlar, bu projelerin yaratacağı yıkım ve tahribatın farkındadır. Kaz Dağları’ndan Cerattepe’ye, Hasankeyf’ten Salda Gölü’ne, Kanal İstanbul’dan İkizdere’ye neredeyse her yerde, başta o bölgelerde yaşayanlar olmak üzere birçok kentte doğanın katledilmesine karşı ses yükselmiştir, yükselmeye de devam etmektedir. Yaşam alanlarına sahip çıkmak ve doğanın yok edilmesini engellemek için eylemler yapılmaktadır. Kanal İstanbul projesinin, bunca şaşalı sözler ve reklam bombardımanına karşın hala da hayata geçirilememesinin arkasında, kitlelerin bu projeye karşı ses çıkarması gerçeği vardır. Toplumun tepkisinden duyduğu korku ve kaygıdan dolayıdır ki AKP iktidarı rant ve talan projelerini kolayca hayata geçirememektedir. İktidarın bu korku ve kaygısını büyütebilmek, “çılgın, mega” vb. projelerine dur diyebilmek; en önemlisi de doğanın ranta açılmasını ve talan edilmesini engellemek, başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun büyük bir kesiminin birlikte hareket edebilmesi ve ortak mücadelesiyle mümkündür.