Irak ve Suriye özgülünde son yaşananlara bakılırsa, emperyalistler cephesinden Kürt kartının daha bir önem kazandığı görülüyor. Güney Kürdistan’da yapılan referandum ve ardından yaşanan gelişmeler üzerinden Barzani’nin Rusya faktörünü öne çıkaran açıklamaları ve ABD’ye yönelik serzenişler önemli bir gerçeği ifade ediyor.
Diğer taraftan, Suriye’de IŞİD’in yenilgiye uğratılmasında önemli bir rolü bulunan YPG’nin gittikçe artan önemi, Ortadoğu’da kendi çıkarları için söz söyleyen iki odağın, Rusya ve ABD’nin, taktik adımlarına da yansıyor.
Rusya Devlet Başkanı Putin 19 Ekim 2017’de Soçi’de düzenlenen bir panelde yaptığı konuşma ile Suriye’de izlenecek hattı çizmişti. Buna göre, “Suriye krizinin çözümü için, çatışmasızlık bölgelerinin kararlaştırılması ve uygulanması ardından Suriye Halkları Konferansı” düzenlenebilecekti. Aynı günlerde Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Aleksander Lavrentiev, 30 Ekim’de Rus medyasına demeç vererek böyle bir adım atılması için hazırlık yapıldığını dile getirmişti.
Aleksander Lavrentiev 30 Ekim 2017’de yapılan Astana-7 toplantısında, “Suriye’de Şam yönetimi yanı sıra IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin üstesinden gelinmesinde Kürtler de büyük çaba harcadı ve harcamaya devam ediyor. Suriye halkının önemli bölümünü temsil eden Kürtlerin, Suriye krizi siyasi çözüm sürecinde de masada yer alması gerekiyor” demişti. 7. Astana toplantısının ardından, Rusya Soçi şehrinde ‘Suriye Ulusal Diyalog Konferansını’ düzenleyeceğini duyurmuştu. Tarih olarak ise 18 Kasım’dan bahsediliyordu. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise bu konferansa davet edilecek 33 siyasi yapılanmayı içeren bir liste yayınlamıştı.
“Suriye halklarını” bir araya getirme amacıyla yapılacak konferansa çağrılanlar arasında PYD’nin olması ise Rusya ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışan Türk devletinin tepkisini çekmişti. Ancak yine de Rus uçağının düşürülmüş olmasından dolayı dilenen özürlerin, ekonomik, hatta askeri alanda verilen tavizlerin, 22 milyar dolarlık nükleer santral antlaşmasının, 16 milyar dolarlık Türk Akımı’na ilaveten 2 milyar dolarlık S-400 alım projesinin ve Rusya’nın koordinatörlüğünde sürdürülen İdlib harekâtının ardından yaşanan bu gelişme, Türkiye için Kürt ulusunun kazanımlarına duyulan tahammülsüzlük nedeniyle kabul edilebilir değildi.
Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamalarla bu rahatsızlık dile getirilmişti. Oysa Rusya ile ilişkileri “normalleştirmeye” çalışan Türk devleti PYD konusunda Rusya’nın, başından beri Türkiye’den farklı bir politikası olduğunu da biliyordu. Moskova’da 10 Şubat 2016’da PYD temsilciliğinin açılması, PYD’nin kontrolündeki Afrin’de Rus askeri gözlemcilerin bulunması, Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan sonra Erdoğan’ın PYD kontrolündeki Membiç’e, Afrin’e ilerleme planlarına Rusya’nın dur demesi, Afrin’e, Membiç’e müdahale yeniden konuşulmaya başlandığında Türkiye-Suriye sınırındaki Afrin’de Rusya bayrağı dalgalanması, YPG’nin kontrolü altındaki kimi yerleri Rus askerine bırakması vb. dikkate alınması gereken tutumlardı.
PYD’nin Suriye konferansına davet edilmesini “emrivaki” olarak nitelendiren İbrahim Kalın Türkiye açısından bunun kabul edilemeyeceğini, konuyu Rus muhatapları ile görüşeceklerini söyledi. Kalın’a bakılırsa konferans “Türkiye’nin itirazı üzerine ertelenmiş”, Kremlin Türk devleti ile temasa geçerek bu toplantıyı ertelediklerini açıklamıştı.
Ancak Rusya tarafından yapılan açıklama daha farklı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Konferansın hazırlığı yapılıyor. Kimse konferansı ertelemedi, çünkü konferansın tarihi resmi olarak açıklanmamıştı” dedi. Yani Rusya açısından bir plan değişikliğinden söz edilmiyor.
Rusya bu hamleleri yaparken ABD emperyalizmi de boş durmuyor. Düne kadar PKK ile YPG’yi ayırmak için özel bir dikkat gösterilen ABD kaynaklı açıklamalar şimdi daha farklı bir seyir izliyor. Alman birinci kanalı ARD’nin ‘Panorama’ programında, Suriye’deki ABD ordusunun en üst düzey komuta merkezindeki isim olan General Raymond Thomas ile yapılan röportaja dair yapılan haberde, ABD’li general, IŞİD’e karşı verdiklerini iddia ettikleri mücadelede PKK ile “müttefik” olduklarını kabul etti. Bir gazetecinin, “PKK marksist bir örgüt değil mi?” sorusunu yanıtlayan ABD’li general, PKK üst düzey yöneticileri ile yaptıkları toplantıda kendilerine yeni bir isim almalarını önerdiğini söyleyerek, “Ben onlara marksist değil, demokrat diyorum” ifadesini kullandı. Yine Suriye’deki Amerikan ordusu sözcüsü Ryan Dillon ise kendisiyle yapılan röportajda, PKK’nin ‘solcu’ bir örgüt olmasının önem taşımadığını, çünkü ‘cephede farkın silikleştiğini’ ifade ediyor.
Bu gelişmeler Rus ve ABD emperyalizminin Kürt hareketi ile ilişkileri güçlü tutmaya çalıştığını gösteriyor. Yani Kürt sorunu Türk sermaye devletini yeni bir açmazla baş başa bırakmış görünüyor. Emperyalist güçlerle kurduğu ilişkilerde bu yaşananlar, Kürt sorununun yarattığı yeni durum ile birleşince Türk sermaye devleti için işler çok daha karmaşık bir hal almaya başlıyor.
Kürt sorununda inkârcı ve imhacı devlet çizgisi sürdürülebilir olmaktan çıkmaktadır. İlerleyen günlerde Türk devletini bu gerçekliği hesaba katmaya zorlayacak yeni gelişmelerin yaşanması ise kaçınılmazdır. İçeride ve dışarıda yaşanan gelişmelerin, izlenen çizginin faturasının Erdoğan ve AKP’ye çıkması olasıdır. Ancak Kürt ulusunun haklı talepleri ve mevcut ‘realite’ üzerinden kendine bir hat çizmeye çalışan PKK ve YPG için de aynı belirsizlikten bahsetmek mümkündür. Zira Rusya ve ABD gibi emperyalist odakların çıkarlarının değişkenliğine göre hesap yapmanın da faturası mutlaka olacaktır. Bu faturayı referandum sonrası Barzani’nin ve Güney Kürdistan’ın nasıl ödediği ortadadır.