Gerici faşist rejim derinleşen ekonomik krizin faturasını her türlü yol ve yöntemi kullanarak emekçilere ödetiyor. Ağırlaşan yaşam ve çalışma koşullarının emekçiler arasında ortaya çıkaracağı öfkeyi kontrol altında tutmak için ise rejim baskıyı artırıyor. İşten atmalara, düşük ücretlere, iş cinayetlerine, kadın cinayetlerine, dinci-gerici uygulamalara karşı çıkanlar polis saldırısı, davalar, soruşturmalarla susturulmak isteniyor. Bir yandan kitlelerin öfkesini kontrol altında tutmanın diğer yandan kokuşmuş rejimini idame ettirme ve sermaye sınıfını memnun etmenin en kullanışlı aparatlarından biri olan yargıya da sık sık müdahale ediliyor.
Gerici faşist rejiminin Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, AKP’lilerin yeni bir yargı paketi hazırladıklarını duyurdu. Söz konusu 8. Yargı Paketi, 22 farklı kanunun 105 maddesinde değişiklik ön görüyor. Henüz taslak aşamasında olan paket, infaz düzenlemesi, itiraz süreleri, medeni kanun, kabahatler kanunu gibi alanlarda birçok düzenleme içeriyor. Paketin ocak ayında Meclise sunulması ve 1 Nisan 2024’ten itibaren uygulanması bekleniyor. Taslakta rejimin meşrebine uygun şekilde demokratik hak ve özgürlüklere dair hiçbir madde yer almazken, “cezasızlıkla mücadele” adı altında baskı ve zorbalığı daha da artıracak maddeler yer alıyor.
AYM’nin “eşitlik” kararı yok sayıldı
Pakette dikkat çeken maddelerden biri evlenen kadınların soyadı kullanımına ilişkin. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kadınların evlilikten sonra dava açmadan tek kendi soyadlarını kullanmasını sağlayacak iptal kararı, 8. Yargı Paketi taslağında “Türk toplumunun temeli olan aile bütünlüğüne zarar verebileceği” gerekçesi ile yeniden düzenlendi.
AYM, kadının yalnızca evlenmeden önceki soyadını kullanmasını engelleyen hükmü eşitliğe aykırı bularak iptal etmişti, kadınlar evlenmeden önceki soyadını, tek soyad olarak evlendikten sonra da dava açmaya gerek kalmadan 28 Ocak 2024’ten itibaren kullanabilecekti. Mahkeme, iptal talebinin gerekçesinde, erkeğin doğumla kazandığı soyadını ömrü boyunca kullanması mümkünken, aynı hakkın kadına tanınmamasının eşitlik ilkesine aykırı olduğunu belirtmişti. Ancak taslakta bu karar görmezden gelinerek “aile bütünlüğüne zarar verebileceği” iddia edilerek şöyle düzenleniyor:
“Anayasamızın 41 inci maddesinde ailenin Türk toplumunun temeli olduğu kabul edilmektedir. Ailenin önemi değerlendirildiğinde, anne ve babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları, çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabilecek, çocuğun hangi soyadını kullanacağı ayrı bir tartışma konusu haline gelecektir. Bu durum, Türk toplumunun temeli olan aile bütünlüğüne zarar verebilecektir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesince iptal edilen kanun hükmü yeniden düzenlenerek evlenen kadının kocasının soyadını alacağı, ancak dilerse kocasının soyadının önünde önceki soyadını da kullanabileceği, kadının soyadı, kendi soyadı ile daha önceki kocasının soyadından oluşuyorsa bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabileceği hüküm altına alınmaktadır.”
Hemen her yasa değişikliği ve söylemde iktidarın öne sürdüğü “aile” kurumu sömürü ve baskıyı artırmanın paravanı olarak kullanılıyor. “Aile” kurumu iktidar tarafından yüceltilerek toplumsal yaşama yönelik gerici uygulamalar daha kolay hayata geçirilirken, beraberinde emek sömürüsü de katlanarak artıyor. Öte yandan rejimdeki çürüme/mafyalaşma, rejime destek veren tarikatlardaki ahlaksızlık, ailelerin yoksulluktan dağılması gibi sorunlar da “aile şalı” ile örtülmek isteniyor.
Hapis zorunluluğu ve adli cezalara zam
Yargı Paketi taslağında dikkat çeken bir diğer madde ise infaz süresine göre yatarı bulunmayan cezalarda da hapis cezası verilmesini ön görüyor. Taslağa göre kişi bir ay hapis cezası almış olsa bile cezasının en az yüzde 40'nı yani 12 gününü hapishanede geçirecek. Denetimli serbestlik süresi, bir yıl uygulanmak yerine cezayla orantılı olarak artacak. Denetimli serbestlik süresinin üç yıl olmasına yönelik düzenlemenin de gündemde olduğu belirtildi.
İğneden ipliğe her şeye zam yapan rejim, para cezalarını da arttırdı. Adli para cezalarında yapılan zamla birlikte ön ödemenin taban limiti 30 liradan 100 liraya yükseltilecek, üst sınır 500 lira olacak. Doğrudan verilen adli para cezalarında kesinlik sınırı 3 bin TL’den 15 bin TL’ye çıkarılacak.
Taslakta itiraz süreleri, tazminat talepleri, hakaret suçunda şikâyet süresi gibi maddelere dair düzenlemeler de yer alıyor.
Özellikle son dönemde sosyal medyada Aktrollerin saldırıları sonucu açılan hakaret davalarında yığılma meydana geldi. Yargı paketi taslağı, hakaret davalarına dair düzenlemeler de içeriyor. Buna göre basit hakaret davalarında ön ödeme getirilerek, dava açılmayacak ya da en fazla bir yıl içerisinde şikayetçi olma hakkı tanınacak. Bu da gazetecilerden siyasi kurum temsilcilerine, liseli gençlerden sosyal medyada fikrini dile getiren emekçilere kadar iktidarın kendinden olmayana “hakaret” adı altında cezalar yağdırmaya devam edeceğini gösteriyor.
Cezasızlık algısı ortadan kalkacakmış
Bakan Tunç, yargı paketini “suçun, işleyenin yanına kar kalmaması lazım” lafıyla gerekçelendirerek cezasızlık algısını ortadan kaldıracaklarını iddia etti.
AKP, işbaşına getirilmesinden bu yana yasaları emekçilere, ilerici, devrimci, muhalif güçlere yönelik bir sopa olarak kullanıyor. Sadece 2019’dan bugüne, tümü demokratik hak ve özgürlüklerin gaspını içeren sekiz yargı paketi hazırlandı. Şekilsel “hukuk”tan bahsetmenin bile mümkün olmadığı yerde yasalarda her fırsatta yapılan değişiklik ve düzenlemelerle işçiler, “yargı sopası” ile tehdit ediliyor.
İşçi ve emekçilerin yasal haklarını kullanabilmesi bile dişe diş bir mücadeleyi gerektirirken; kadın katilleri, çocuk istismarcıları, uyuşturucu baronları, mafya şefleri, tetikçiler ya asgari düzeyde cezalarla ödüllendiriliyor ya da yargı eliyle aklanıyor.
Son dönemde yargıdan çıkan kararlar, düzenin yasalarının nasıl pervasızca ayaklar altına alındığını gösteriyor. Pandemi ve deprem gibi toplumsal süreçlerde en önde mücadele eden TTB’ye kayyım atanması, insanlık suçu olan Vartinis ve Sivas Katliamı davalarının düşürülmesi, gazeteci Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın salıverilmesi, milletvekili seçilmesine ve AYM kararlarına rağmen Can Atalay’ın tahliye edilmemesi gibi birçok karar, yargının saray rejimi ve sermaye sınıfının bekası için çalıştığını gözler önüne seriyor. Tüm bunlara işçi ve emekçilerin gasp edilen hakları için açtıkları davaların sonuçlanmasının yılları bulması; iş cinayeti, meslek hastalığı ve mobbing davalarının sürüncemede bırakılması; direnen işçilere yönelik Valilik, jandarma, patron, sarı sendika saldırılarını da eklemek gerekiyor.
Daha geçtiğimiz günlerde Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu, bir moto kuryeyi öldürdüğü kazada yüzde 100 kusurlu bulunmasına rağmen kaçmasına alenen izin verildi. Mevcut yasalar sadece Türkiye’deki sermayedarları ve iktidarın temsilcilerini değil kirli çıkarları için emekçiler karşısında Somali sermayesini bile koruyor. Bir kez daha görüldü ki Somali ile yapılan milyon dolarlık anlaşmalar bir moto kuryenin yaşamından daha önceliklidir. Hal böyleyken Bakan Tunç’un “suç, işleyenin yanına kar kalmayacak” sözleri, riyakarca uydurulmuş, safsatadan başka bir şey değildir. 8. Yargı Paketi, tepeden tırnağa çürümüş yargıya yeni bir yama hazırlığı olduğu gibi, baskıların artacağının da habercisidir.
K. Düşgör