31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken, reformist solun iki ana kanadının (HDP ve ÖDP) yollarının CHP’de alenen kesişmesi bazı kişi ve çevrelerde şaşkınlık ve hayal kırıklığına yol açmış görünüyor. Doğrusu hayal kırıklığında haksız da sayılmazlar. Kitlelerin yaşam ve çalışma koşullarının alabildiğine ağırlaştığı, baskı ve sömürü politikalarına karşı öfke ve tepkinin alttan alta olgunlaştığı bir dönemde işi CHP kuyrukçuluğuna vardırmak, söz konusu olan reformizm olduğunda bile akıl almaz bir tutum kabul edilebilir.
Ama öte yandan, örneğin ÖDP’nin kuruluşundan (1996) bu yana neredeyse her seçimde sosyal demokrasi ile “ortak mücadele” sevdası içinde olduğu sır değildir. Şimdi sosyal demokratlar ile sosyalistlerin ittifakı ambalajıyla sunulmaya çalışılan bu hedefe kısmi olarak ulaşmış olmaları bile onlar adına başarı sayılmalıdır.
Demokrasi mücadelesinin merkezi olma iddia ve misyonu ile kurulan HDP’ye gelince, Kürdistan’da kayyım atanan belediyeleri geri almak, batıda ise CHP-İYİ Parti blokunu destekleyerek AKP’yi sıkıştırmak temeline dayanan seçim taktiğinin, Kürt hareketinin siyasal manevra alanını genişletmek üzerine kurulduğu açıktır. Bunun “demokrasi mücadelesini güçlendirmek için yapılan bir fedakârlık” olarak sunulması ise altı boş bir demagojiden ibarettir. Yoksa CHP kuyruğunda demokrasi mücadelesi vermek, hele ki bunu CHP’nin tahkim edilmeye çalışılan yeni düzene intibak etmek için büyük bir çaba gösterdiği bugünün Türkiye’sinde yapmak, en liberal kesimlerin bile gülüp geçeceği bir yaklaşım olurdu.
AKP’yi geriletmek için CHP’ye sarılmak!
Gerisindeki hesaplar ne olursa olsun, CHP kuyrukçuluğuna vardırılan politikaların görünürdeki en önemli sebeplerinden biri AKP’nin geriletilmesidir. Neredeyse 2010 anayasa referandumundan bu yana yaşanan her seçim sürecinde, ne yapıp edip AKP’yi geriletmek, düzen muhalefeti ile reformist solun ortak paydası olmuştur. Bu paydanın gelinen yerde bir ittifak-iltihak ilişkisine dönüşmesi bu açıdan çok da şaşırtıcı değildir. Fakat meseleyi gelinen yerde siyasal anlamını yitirmiş bu dar sınırlar içinde ele alsak dahi, bu politikanın hayattaki karşılığının ne olduğunu görmek çok zor değildir.
2010 anayasa referandumundan bu yana AKP, gerçekleşen seçimlerin çoğundan oy oranını koruyarak ama önemli yaralar alarak çıkmıştır. 7 Haziran seçimleri gibi ciddi bir oy kaybı yaşayarak tek başına hükümet kurma imkânlarını kaybettiği süreçte de, 16 Nisan referandumu gibi aldığı açık yenilgiyi hile ve düzenbazlıkla yok saydığı dönemde de, siyasal mücadelenin gerçek alanına, yani güç ilişkilerine dayanarak yoluna devam etmiştir. Olası bir seçim başarısızlığında da aynı yolu izlemeye çalışacağı açıktır.
24 Haziran seçimlerinin ardından “seçimlerin artık burjuva manada seçim olmaktan dahi çıktığı”, “iktidarın artık bütün araç ve yöntemlerle sonucu önceden tayin etmeye çalışacağı”, “CHP başta olmak üzere düzen muhalefetinin rejime uyarlandığı” vb. tespitleri yapanların bunu bilmemesi mümkün değildir.
Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise, geniş kitleler içinde halen de bir karşılığı olmakla birlikte, AKP karşıtlığının kendi başına ilerici yönünün dahi tartışmalı hale geldiği gerçeğidir. Erdoğan’ı, dolayısıyla AKP’yi ve kurulmaya çalışılan “yeni rejimi”, Türkiye kapitalizminin eğilim ve yönelimlerinden ayrı düşünmek olanaksızdır. CHP önderliğindeki düzen muhalefetinin olası bir başarısının bir takım başka faktörleri de tetikleyerek Erdoğan rejimini sarsması elbette mümkündür. Hatta birkaç adım ileri giderek, bunun tekrar Erdoğan’sız bir iktidar hayallerini güçlendireceği bile düşünülebilir. Ancak soru, ekonomik kriz ve siyasal baskı koşulları altında inleyen milyonların yaşamında bunun neyi ne kadar değiştireceğidir.
AKP’yi geriletmek için yapılması gereken
AKP’yi geriletmeyi bu kadar önemseyenlerin öncelikle yapmaları gereken, önemli bir kesimi AKP’nin ideolojik etkisi altında bulunan işçi sınıfı ve emekçileri kendi istem ve talepleri etrafında harekete geçirmek için çaba göstermektir. AKP’yi de, dayandığı baskı ve sömürü düzenini de geriletmenin gerçek yolu buradan geçmektedir. Herhangi bir düzen partisinin çatısı altında yapılamayacağı açık olan bu görevin gereklerini yerine getirmek yerine düzen muhalefetiyle kulaç atanların elde edebileceği tek sonuç, düzenin içine daha çok yuvarlanmak olacaktır.
Sınıf devrimcileri, seçimlerin yarattığı imkânları da değerlendirerek bütün dikkatlerini devrimci bir sınıf hareketi yaratma çabasının güçlendirilmesine yoğunlaştıracaklardır. Bunu yaparken, toplumsal muhalefeti, işçi sınıfı ve emekçileri CHP’nin peşinde seçim sandıklarına yöneltmeye çalışanlara karşı da açık bir mücadele yürüteceklerdir.