Gezi davası olarak bilinen ve Osman Kavala’nın tutukluluk gerekçesinin değişmesi ile devam eden süreçte bir kez daha hukuk sisteminin ne halde olduğu görülmüş oldu. Kavala bu kez de 15 Temmuz ile ilişkilendirilerek tutuklandı. Gezi Davası'nda beraat kararı veren hakimlere ise HSK tarafından soruşturma açıldı. Erdoğan, 30. Ağır Ceza Mahkemesinin tahliye kararı için “manevra” diyerek Haziran Direnişi’ni “terör saldırıları” ve “darbe” diyerek karalamaya devam etti. Erdoğan’dan gelen bu direktifin ardından Kavala’ya yeni bir suç üretildi.
AKP döneminde buna benzer uygulamaların haddi hesabı yok. Sadece son zamanlarda yaşanmış ve kamuoyunun gündemine giren yargılamalar bile durumu fazlasıyla iyi anlatıyor. Örneğin Fetullahçı çete davasından yargılanan eski asker Metin İyidil ile ilgili önce beraat kararı verilmiş, bir gün sonra ise tekrar tutuklanmıştı. Beraat kararı veren mahkeme başkanı ve üyeleri HSK tarafından başka illere atanmışlardı. Haklarında “FETÖ’cü” oldukları bile iddia edilmişti ancak görevlerine devam etmişlerdi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski Milletvekili Eren Erdem hakkında açılan davalarda da benzer durumlar yaşanmıştı. 18 Eylül 2019 tarihinde AİHM Büyük Dairede yapılacak duruşma öncesi, mahkeme kararını etkilemeye yönelik olarak Demirtaş, 2 Eylül 2019 tarihinde tutuklu olarak yargılandığı Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasından tahliye edilmişti. Fakat başka bir dosyadan kesinleşen 4 yıl 8 aylık cezası nedeniyle Demirtaş’ın hapishaneden çıkmasına izin verilmemişti. Demirtaş’ın tutukluluğunu devam ettirmek için sermaye devleti Ankara Adliyesi koridorlarında bu kararı verecek, Demirtaş’ı sorgulayacak ve tutuklayacak hakim arayışına girmişti. 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanan Demirtaş, 2 Eylül 2019 tarihinde tahliye edilmiş ancak Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması süren bir suçtan dolayı yeniden tutuklanmıştı. Üstelik bu tutuklama kararı, süren mevcut dava dosyası üzerinden değil şüphelisi olduğu iddia edilen başka bir soruşturma dosyası üzerinden verilmişti. Demirtaş’ın hapishaneden çıkarılmaması için yine Erdoğan müdahale etmişti.
Bu bahsedilen hukuksuzluklar, yargılanan insanların kamuoyunda bilinen figürler olmasından kaynaklı daha fazla gündeme gelmektedir. Oysa görünür olmayan, bilinemeyen çok daha fazla hukuksuzluk, her gün bir yenisi eklenerek sürmektedir. Kadın cinayetlerinden iş cinayetlerine, yargısız infazlardan hak arama eylemlerine, grev yasaklarından KHK’lara her yerde burjuva hukuksuzluğunu görmek mümkündür.
Toplumsal eşitsizliğin yegâne nedeni olan bu sistemde hukuk da adaletsizliklerle doludur. 12 Martlar, 12 Eylüller, 90’lı yıllar kapitalist sistemde hukuk sisteminin nasıl işlediğini göstermektedir. Denizlerin idamından 12 Eylül yargılamalarına bu düzenin hukuk sisteminden adalet beklemenin ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu gösteren fazlasıyla örnek vardır. DGM’ler gitse de bıraktığı sistem adaletin olmadığı adliye koridorlarında hala daha yürürlüktedir.
Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in ve ABD'li papaz Andrew Brunson'ın tahliyelerinin nasıl gerçekleştiği de malumdur. Saray eşrafından AKP’li siyasetçilere, yandaş sermayedarlardan Kızılay vb. kamu kurumlarına kadar yolsuzluk batağına battığı belgelenmiş olanların tümü bu hukuk sisteminde özgürdür. Haklarında yargılama yapacak bir kanun gücü bulunmamaktadır.
AKP’li yıllar da kendinden öncekiler gibi burjuva hukukun siyasal iktidarın elinde nasıl bir güce dönüştüğünü gösteren yıllar olarak tarihe kaydedilmiştir. Bağımsız yargı, bağımsız mahkemeler bir safsatadan ibarettir. Bu düzenin hukuku da kendisi gibi adaletsizdir, hükümsüzdür.