AKP’nin “çıkmadık candan umut kesilmez” manevrası: Tansu Çiller sahnede

AKP’nin Çiller hamlesi aynı zamanda rejimin ayakta kalmak için kaba şiddet araçları dışında bir şeyi kalmadığını ve saldırganlığının giderek artacağını göstermektedir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Mart 2022
  • 19:00

Kirli savaş, faili “meçhul” cinayetler, gözaltına kayıplar, sokak infazları döneminin, adı yolsuzluk ve rüşvetle anılan başbakanı Tansu Çiller tekrar piyasaya sürülüyor. Tansu Çiller sahibinin sesi medyanın düzenlediği “Güçlü Türkiye’nin güçlü kadınları zirvesi” adlı programda konuştu ve şunları söyledi:

“Eğer ülkemi büyük bir sıkıntıda görmezsem, ona çözüm üretebilecek bir katkım olmazsa, bana bir talep de olmazsa siyasetle meşgul olmam. Ancak gelinen noktada dünyanın o kadar çok farklılaştığını, nelere meyillendiğini gördükçe, ben artık milletime bir şeyler vermek istiyorum.”

Çiller’in tekrar piyasaya sürülmesinde AKP şefi tarafından organize edildiğine dair güçlü iddialar var. Yenikapı mitinginde eski figürlerden biri olarak yerini alan Çiller rejimin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden piyasaya sürüldü. Sicili kanlı ve kirli olan sermayenin bu yıpranmış siyasetçisinin yeniden piyasaya sürülmesi, rejimdeki sefaletin bir göstergesi olduğu gibi, AKP-MHP rejiminin geçmişin tüm vahşi icraatlarının arkasında durduğu ve devamcısı olduğunun da kanıtıdır.

24 Ocak kararlarından 5 Nisan’a, 5 Nisan’dan bugüne…

Tansu Çiller 1991 seçimlerinden sonra DYP-SHP koalisyonuyla kurulan hükümette başbakan oldu. ‘93’te Viyana’da gerçekleşen Avrupa Konseyi toplantısında Kürt Sorunu ile ilgili “BASK modeli” diyerek Kürt sorununda “şefkat” söylemlerini öne sürdü. İktidarda kaldığı dönem ise işkencelerin, kirli savaşın, Kürt halkına karşı imhanın en yoğun yaşandığı bir dönem olarak kayıtlara geçti.

 “Yönetememe” krizinin bir sonucu olarak sahaya sürülen DYP-SHP koalisyonu ve Çiller, yükselen Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin ve işçi hareketinin önüne set çekmek için kullanıldı. ‘94 yılı “para depremi”, devalüasyon ve zam yağmuru ile ekonomik çatırdamanın ana duraklarından biri olarak yaşandı ve çiçeği burnunda koalisyon hükümetinin başında Çiller vardı. TKİP Merkez Yayın Organı Ekim’in 94 yılı Şubat sayısının, krizde yeni döneme vurgu yapan baş yazısında ifade edilenler düzenin durumunu özetlemektedir:

“Dünya kapitalizmi ‘70’lerin başında girdiği ve bir türlü çıkamadığı, çıkamadığı gibi giderek ağırlaşacağı o günden görülen bir bunalım yaşamaktaydı. Türkiye kapitalizmi kendi yapısal krizinin yanı sıra bu global bunalımın getireceği yeni yükleri de taşıyacaktı. Bu birinci faktördü. İkinci faktör ise, Kürt özgürlük mücadelesinin yarattığı muazzam sarsıntıydı. Bu ikincisi yalnızca düzenin Cumhuriyet dönemi içinde oturmuş politik ve ideolojik üstyapısına yeni ve büyük darbeler vurmakla kalmayacaktı. Fakat aynı zamanda, bataktaki bir borç ekonomisi olan Türkiye kapitalizmine, etkileri bugün çok daha iyi değerlendirilebilen ağır yükler bindirecekti.” (Krizde yeni dönem, Ekim, Sayı: 90, 1 Şubat 1994.)

24 Nisan kararlarının uygulanması için 12 Eylül askeri faşist darbesi hayata geçirilirken, ekonomik krizin faturasını işçi ve emekçilere yüklemek için 90’lı yıllarda yoğun bir devlet terörü uygulandı. Yine aynı değerlendirmenin bir diğer vurgusu da şöyleydi:

“… girmekte olduğumuz yeni güç dönemde, kitle hareketinin önünü kesmek için her yola başvuracak olan burjuvazinin bu doğrultuda alacağı tedbirlerden en önceliklisi, devrimci önderliği daha oluşmadan boğmaktır. Öncüsüz bırakma politikası giderek daha etkin bir biçimde uygulanacaktır.”

Aynı dönemde Türkiye’de 24 Ocak kararlarını gölgede bırakan 5 Nisan kararları ile özelleştirmelerin ve “mezarda emekliliğin” önü açılmıştır. Çiller ve hükümetinin aldıkları devalüasyon kararı ile birlikte Türk Lirası döviz karşısında yüzde 78 değer kaybı yaşadı. Karar öncesinde Merkez Bankası’ndan yüzlerce milyon dolarlık satış yapıldı. Hükümet eliyle dolar milyarderleri yaratıldı. Bankalar hortumlandı, yolsuzluk ve milyarları bulan mal varlıkları açığa çıktı.

Çiller’in “millete verdiği şeyler”: Kirli savaş, katliamlar ve artan devlet terörü

JİTEM’in “bin operasyonu”, Susurluk, mafya-çete devleti, çürüyen düzen gerçeğinin ayyuka çıkması yine düzenin bu karanlık döneminin olaylarıdır. Sivas Katliamı, Şırnak katliamı, faili meçhuller, Kürt köylerinin bombalanması, öldürülme, tutuklanma, işkence… Yine aynı dönem DEP milletvekillerinin Meclis’ten atılması ve tutuklanması, Özgür Ülke gazetesinin bombalanması, tetikçilerin, mafyanın aklanması ve daha nicesi de…

Sermaye düzeni her zaman kanlı katliamlara, işkenceye, artan devlet terörüne başvurmuştur.

‘70’li yıllarda dinci ve faşist çeteler gelişen sosyal mücadeleler karşısında etkili olarak kullanılmış ve sayısız provokasyon ve katliam gerçekleştirilmişti. 12 Eylül sonrasında ise, Kürt halkının gelişen hareketine karşı bir cinayet şebekesi olarak hareket eden kontrgerilla yapılanması etkin bir biçimde kullanıldı. Mafya ve faşist çetelerle ilişkiler daha farklı boyutlar kazandı ve devletin bu yanı “derin”lik kisvesi altında gizlenmeye çalışıldı. Susurluk düzendeki çürüme ve kokuşmaya, devletteki çeteleşme ve mafyalaşmaya ayna tuttu. Devletin iç yüzü, devlet terörünün perde arkası ve “bilinmeyen” yönleri, kardeş Kürt halkına karşı “ülkenin bütünlüğü” adına yürütülen son derece kirli yok etme savaşının gerisinde yaşanan pis işler ve ilişkiler açığa çıktı. Bu süreçlerin en karanlık noktasında Çiller aktör olarak sahnedeydi.

Çiller’in kıratından Erdoğan’ın ampulüne bayrak devri

AKP çatısı altında birleşen dinsel gericilik mirasını bu dönemden almaktadır. 15 Temmuz sonrası yanına aldığı MHP ile birlikte dinci-faşist bir blok halinde hareket etmektedir. AKP-MHP dinci-faşist bloğunun her geçen gün ömrü tükenmekte ve güç kaybetmektedir. Krizin faturasını emekçilerin sırtına yüklemek için atılan her adım emekçilerde öfkeyi büyütmekte, yıpranmış AKP-MHP iktidarını zora sokmaktadır.

Madalyonun diğer yüzünü oluşturan düzen partileri ise 28 Şubat’ta “güçlendirilmiş parlamenter sistem” gündemi üzerinden “Yarının Türkiyesi” adlı, 23 maddeden oluşan 48 sayfalık bir mutabakat metni deklare ettiler. Türkiye’nin kapitalist düzenini ve onun devletini güçlendirmeye aday olan “altılı”nın deklarasyonunda işçilerin, emekçilerin, kadınların, Kürt halkının ve azınlıkların, inanç gruplarının talep, özlem ve isteklerine yer yoktu. CHP ve MHP-AKP artıklarından oluşan sağcı blokun demokrasi sahtekârlığı Diyarbakır’da “helalleşme” gösterileri ile sürdü.

Düzenin restorasyonu ve sömürünün yoğunlaşması üzerine kurulu ve “Yarının Türkiyesi” iddiası ile duyurulan metnin dünün tekrarı olmaktan öteye geçemeyeceği şimdiden bellidir.

Din istismarcısı Erdoğan’ın, faşist partinin şefi Bahçeli’nin düzen muhalefetindeki karşılığı olan Akşener’in karşısına Çiller’i de çıkarması satranç tahtasındaki bir hamle olarak okunabilir. Ya da AKP’nin “çıkmadık candan umut kesilmez” manevrası olarak… Ancak bu hamle aynı zamanda rejimin ayakta kalmak için kaba şiddet araçları dışında bir şeyi kalmadığını ve saldırganlığının giderek artacağını göstermektedir.