AKP-MHP koalisyonu OHAL rejimini sürdürüyor

Yapılması gereken şey OHAL dayatmasını boşa düşürmek ve OHAL’i dayatan rejimden hesap sormak için fiili-meşru mücadeleyi yükseltmektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Temmuz 2021
  • 19:30

15 Temmuz şaibeli darbe girişimini fırsata çeviren dinci-faşist koalisyon, beş yıldır ülkeyi Olağanüstü Hal (OHAL) yasalarıyla yönetiyor. OHAL yasalarının sağladığı keyfiyete alışan ve kendileri tarafından hazırlanan anayasayı bile ayaklar altına alan iktidar, devletin militarist ve sivil bürokrasisini saraya bağladı. Yargısı, ordusu, polisi, istihbaratı, medyası, diyaneti, bakanları, valileri vb., yani rejimin tüm yetkili ve etkili kurumları saraydaki ‘büyük reis’ ve çevresindeki müritler tarafından yönetiliyor.

OHAL yasaları tek adama dayalı dinci-faşist rejimin kurulmasını kolaylaştırdı. Zira OHAL hem keyfiyeti hem zorbalığı hem hesap vermekten kaçmayı mümkün kılıyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğrayan, diğer bir ifadeyle toplumsal meşruiyetini yitiren bir rejim için OHAL olmazsa olmazdır. Oy oranlarını arttırmak için IŞİD bombacılarına yol verip yüzlerce kişinin katlinden sorumlu olan bir rejimin, düzenin geçerli anayasasına uygun bir şekilde yönetebilmesinin koşulları kalmamış demektir. Rejimin bekası için OHAL’in sağladığı keyfilik ve pervasızlık vazgeçilmezidir.  

***

Yakın zamana kadar iktidarın ‘etkili adamları’ndan biri olan Sedat Peker’in ifşaatları/itirafları AKP-MHP iktidarının bir tür mafyalar-çeteler-tarikatlar koalisyonuna dönüştüğünü gözler önüne serdi. “Yerli ve milli” mafyatik rejimin ortaya saçılan pislikleri, ülkenin hiçbir kural ya da anayasa maddesine dayanmayan bir suç şebekesi tarafından yönetildiğini ortaya koydu. Böyle bir yönetimin OHAL’i kaldırması mümkün değil. Nitekim OHAL süresinin bitimine 20 gün kala Meclis gündemine getirdiği ‘torba yasa’ ile niyetini belli etti. Buna göre, AKP-MHP rejimi OHAL kapsamındaki bazı uygulamaları üç yıl uzatmaya hazırlanıyor.

AKP tarafından TBMM Başkanlığı’na sunulan 18 farklı kanun ve 2 kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapılması öngörülen 25 maddelik ‘torba yasa teklifi’, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. İstediği yasayı AKP-MHP milletvekillerinin oylarıyla Meclis’ten geçiren saray rejimi, Meclis’e dayattığı tekliflerle OHAL kabusunun devam edeceğini ilan etmiş oldu. Muhalefet partilerin milletvekillerinin Meclis’teki itirazlarını ise dikkate alınmıyor.

Torbadaki yasa tekliflerinde başka düzenlemeler de var. Örneğin 15 Temmuz askeri darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL tedbirlerinden bazılarında tamamlanan uygulama süresinin uzatılması düşünülüyor. Yasa geçerse, OHAL döneminde uygulanan, OHAL'in tamamlamasının ardından çıkarılan torba yasayla uygulama süresi üç yıl süreyle uzatılan; gözaltı sürelerinin 12 güne çıkarılması, kamu görevlilerinin ihracı, TMSF’nin şirketlere kayyım ataması gibi bazı uygulamaların ömrü üç yıl daha uzatılacak.

***

Gözaltı süresinin 12 güne uzatılması katiller, tecavüzcüler ya da IŞİD’liler için değil, ilerici-devrimci, muhalif güçler üzerindeki baskıların arttırılması içindir. Rejim muhalif güçlere pervasızca yüklenip, toplumsal hareketin gelişmesini önlenmeye çalışıyor. Kamu görevlilerinin keyfi bir şekilde ihracı, kamu görevlisi olmak için dinci ya da faşist olma kuralının uygulanması için gerekiyor. Burjuva düzene göre liyakat diye bir şeyin bırakılmadığı, işe alımlarda yandaşlığın esas olduğu bir sistem kuran AKP-MHP iktidarı, biat etmeyen kamu görevlilerini ayıklama keyfiyetini devam ettirmek istiyor.

Şirketlere keyfe göre kayyum atamak ise, “üstüne çökme” rejiminin finansmanı için vazgeçilmezdir. Bu keyfi uygulama ile hem istedikleri şirkete el koyabiliyor hem bu yasa ile tehdit ederek milyon dolarlık haraçlar alabiliyorlar. Sedat Peker’in ifşaatlarında görüldüğü üzere, devletin gücünü kullanarak tek bir kişiden bile on milyonlarca dolar haraç alıyorlar. Bunun yetmediği yerde ise “üstüne çöküyorlar”, yani bir şirketi ya da bir kurumu tümüyle gasp edebiliyorlar. Bundan dolayı lüks otellere tankla girecek kadar pervasızlar.

***

OHAL, egemen sınıfların yönetmekte zorlandıklarında başvurdukları bir tür kural tanımazlık sistemidir. Kimi zaman egemenler arası iktidar ve rant çatışmasının bir ürünü olarak da gündeme gelebilir. Örneğin dinci gericiliğin iki kanadı olan AKP ile Fethullah Cemaati ittifakı bozulup iktidar savaşında kılıçlar çekildiğinde olduğu gibi… 11 yıl süren balayı bitince din de iman da kutsallar da bir kenara atıldı. AKP baş tacı ettiği cemaati Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ilan etti. Cemaat ise, 17-25 Aralık skandallarını patlatarak AKP’nin kirli çamaşırlarını ortaya sermeye başladı. Yine de OHAL, esas olarak ilerici-devrimci güçleri bastırmak ve emekçileri yoksulluk ve sefalete mahkum etmek için uygulanır.

AKP-Cemaat çatışmanın devamı olarak gündeme gelen 15 Temmuz şaibeli darbe girişimi, dinci-faşist rejimin ‘sivil darbe’ yapmasına zemin hazırladı. Bu çatışma egemenler arasında cereyan etmekle birlikte OHAL yasalarını hakim kılan rejimin saldırganlığının bedelini işçi sınıfı ile emekçiler ödedi. Zira OHAL grev yasakları, örgütlenme hakkının gaspı, hak arama mücadelesinin polis-jandarma baskısıyla engellenmesinin ‘olağan’ hale getirildiği bir sistemdir. Grevleri yasaklayan AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın tam bir pişkinlikle yerli ve yabancı sermaye temsilcileri önünde “biz işçilerin grev yapmasına izin vermiyoruz” diye övünmesi, OHAL denen ucube sistemin işçi sınıfı ve emekçiler için ne ifade ettiğini iyi anlatıyor.

Demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı en çok işçileri, emekçileri, ilerici ve devrimci güçleri ve tüm ezilenleri baskı altında tutmanın bir imkanı olarak değerlendiriliyor. Zaten OHAL’le yönetmek öncelikle bunun için gereklidir. Nitekim din istismarcısı bu “yerli ve milli” rejim döneminde işçi sınıfı hem büyük hak kayıplarına uğradı hem örgütlülük yönünden zayıfladı. Çoğu zaman uzlaşmacı-pasif bir çizgi izleyen DİSK ve KESK dışındaki konfederasyonların yöneticileri ise, emekçi düşmanı AKP-MHP iktidarına angaje oldu. Örgütlenme çabası harcayan işçileri işten atma konusunda kapitalistler bu rejim döneminde daha da pervasızlaştı. İş cinayetlerinde dünya rekoru kırıldı ve bu vahim tablo giderek kötüleşiyor.

Deneyimlerin pek çok kez gösterdiği gibi, bir rejim ne kadar çürür ne kadar zorbalaşırsa işçi sınıfıyla emekçilere yönelik düşmanlığı da o kadar artar. Zira sömürü ve sefalete mahkum ettiği emekçilerin isyan etme olasılığı bu tür rejimlerin en büyük korkusudur. Çürüdükçe zorbalaşır, zorbalaştıkça emekçilere düşmanlıkları artar. Tıpkı kendini “yerli ve milli” diye pazarlayan AKP-MHP rejiminin yaptığı gibi. OHAL yasalarına bağımlı hale gelmeleri de bundandır.

OHAL öncelikle mafyatik rejimin bekası için gerekli olsa da örgütlenme ve hak arama mücadelesini baltalayarak sermaye sınıfına da hizmet ediyor. İlerici-devrimci güçler, kadınlar, gençler için olduğu gibi işçi sınıfı ve emekçiler için de OHAL yasalarını etkisizleştirmenin yolu fiili-meşru mücadelenin geliştirilmesinden geçiyor. Dolayısıyla, yapılması gereken şey OHAL dayatmasını boşa düşürmek ve OHAL’i dayatan rejimden hesap sormak için fiili-meşru mücadeleyi yükseltmektir.