Ayakta kalabilmek için dizginsiz bir zorbalığa başvuran gerici-faşist iktidarın son hedeflerinden biri gazeteci Sedef Kabaş oldu. Sedef Kabaş, Tele 1 televizyonunda 14 Ocak’ta yayınlanan programda aktardığı bir Çerkes atasözü nedeniyle hedef alındı ve tutuklandı. Kabaş, programın yayınlanmasından bir hafta sonra, tetikçi Takvim’in kışkırtması ile Aktroller tarafından da sosyal medyada tehdit edildi. Gece yarısı evi basılarak gözaltına alındı. Akabinde, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Haset ve nefretten doğan bu hadsiz ve hukuksuz ifadeler, milletin vicdanında ve adalet önünde hak ettiği karşılığı bulacaktır” açıklamasından saatler sonra, “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlaması ile tutuklandı. Tutuklanmasına itiraz da reddedildi.
Mesele bununla da kapanmadı. Sarayın işlevsel aparatlarından RTÜK, Sedef Kabaş’ın konuk olduğu program nedeniyle Tele 1’e ve Uğur Dündar’a ceza yağdırdı. RTÜK Tele 1’e gelirlerinin yüzde 5’i gibi çok yüksek bir “idari” ceza kesmekle yetinmedi, Uğur Dündar’ın programına da beş hafta yayın yasağı getirdi. Saray’ın bu kadarla tatmin olmayacağı hesabıyla, Uğur Dündar’ın RTÜK’ü eleştiren sözleri nedeniyle de gene Tele 1’e ek bir yüzde 3’lük idari para cezasına daha “hükmetti”.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik de Kabaş’ı hedef aldığı konuşmasında, “Bu en son gazeteci sıfatı taşıyan Sedef Kabaş’ın yaptığı hareket kabul edilemeyecek bir davranış biçimidir. Başlı başına ahlak yoksunluğu, pespayeliktir.” ifadelerini kullandı.
Hukuksuzluklar bunlardan ibaret değildi. Kabaş hakkında soruşturmayı başlatan, gözaltı kararı çıkaran ve ifadesini aldırıp tutuklamaya sevk eden savcının 2018’de mezun olduğu, 2 yıl staj yaptığı, 2021’de Osmaniye’ye, 6 gün içerisinde de yönetmeliğe aykırı biçimde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na atandığı ortaya çıkarıldı. Bunu ortaya çıkaran gazeteci ise ölümle tehdit edildi.
Muhalif gazetecileri susturmaya yönelik saldırılar elbette yeni değil. Kabaş üzerinden yaşananlar gerici faşist rejimin kendisinden olmayan tüm toplum kesimlerine yönelik saldırılarının yalnızca bir parçası. AKP-MHP iktidarı siyasal, ekonomik ve pek çok alanda yaşadığı çıkışsızlık, tabanında meşruluğunu yitirmesi gibi nedenlerle saldırganlığın dozunu iyice arttırmış durumda. Havuz medyası dışında kimseden ses çıkmasını istemeyen gerici faşist rejim, karşısına yasalar çıktığında da gemisini orman kanunları ile yürütmeye devam ediyor.
Bu yüzden eylemlerde basın emekçilerine saldırı genelgeleri çıkarılıyor, basın çalışanları hedef gösteriliyor, gazete ve haber sitelerine engellemeler getiriliyor. Gerçekleri dile getirenler baskı ve sansür politikaları ile yıldırmak, tutumunda ısrar edenlere cezalarla bedel ödetmek ve iktidara muhalif her kesim üzerinde korku ikliminin kalıcı kılınması amaçlanıyor.
Geçtiğimiz günlerde yaptığı parti konuşmasında “Gündemi belirleme konusunda güzel ivme yakaladık. Bunu devam ettirelim” diyen Erdoğan’ın saldırılarını sürdüreceği açıktır. Burjuva hukuk normlarında bile ifade özgürlüğünü hiçe sayan bu saldırıları püskürtecek olan, işçi ve emekçilerin, emeğin sesi soluğu olan gazetelere, yayınlara, gazetecilere sahip çıkmasıdır. Muhalif basının cezalarla, yasaklara, gözaltı ve tutuklamalarla susturulmak istenmesi doğrudan işçi ve emekçilerin haber alma haklarına bir saldırı ve muhalif seslere gözdağıdır.