Ölmeden kısa süre öncesine kadar dinci gericiliğe hizmet eden Deniz Baykal, 2010 yılında patlak veren kaset skandalından sonrası CHP Genel Başkanı koltuğunu terk etmek zorunda kalmıştı. Baykal’ın istifasından sonra gerçekleştirilen 33. Olağan Kurultay’da Kemal Kılıçdaroğlu yerine geçmişti. “Devrimci Kemal” tezahüratlarıyla CHP şefliğine terfi eden Kılıçdaroğlu, Baykal’ın başlattığı “partiyi sağa çekme” çizgisini devam ettirdi. Son seçimlerde şeriatçı-ırkçı 38 milletvekilini CHP listelerinden seçtiren Kılıçdaroğlu, son görevini tamamlamış olmalı ki, 4 Kasım Cumartesi günü yapılan 38. CHP Olağan Kurultay’ında tasfiye edildi.
Aylardır hazırlıkları yapılan kurultayın kurmayları Kılıçdaroğlu’nu genel başkanlık koltuğuna yeniden oturtacaklarına kesin gözüyle bakıyorlardı ancak bu sonuç tersi oldu
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamayan millet ittifakı, seçim sandıkları kapanınca param parça oldu. Ne şaibeli seçimlere itiraz ettiler ne saray rejiminin şeriatçı-faşist baskıları arttırmasına karşı bir tutum aldılar. İttifakın dinci-ırkçı kanadı faturayı Kılıçdaroğlu’na kesip karşısına geçti. Bir kısmı ilk fırsatta dinci-faşist AKP-MHP ittifakına kur yapmaya başladı.
CHP ise seçimlerin ardından içten kaynamaya sürecine girdi. Zira parti şefliği için yarış beklenenden de kısa sürede başlatıldı. Pusuda bekleyen İmamoğlu ve şürekası da zaman yitirmeden harekete geçti. Seçimin ikinci günü “değişim” adı altında gizli toplantılar, dolap çevirmeler başladı. Koltuğa yapışan Kılıçdaroğlu ise, istifa çağrılarına rağmen geri adım atmadı. Kurultaydan birkaç gün öncesine kadar Kılıçdaroğlu ve ekibi seçimi kazanacağından kuşku duymuyordu. Ne olduysa kurultayın yapıldığı dev salonda oldu. ‘Delege pazarlığı’ önden kotarıldı salonda mı halledildi bilinmez. Sonuç olarak oraya toplanan binlerce insanın ve atılan heyecanlı nutukların pek bir kıymeti harbiyesinin olmadığı görüldü. Zira büyük salonda açılan siyaset pazarında, birbirini satmaya hazır yalaka müflis tüccarlar cirit atarken, düzenin ‘görünmeyen’ elemanları da yerlerini herkesten önce almışlardı.
Sorun sadece iç entrikalarla sınırlı değil kuşkusuz
14 Mayıs seçimlerini kazanacaklarına kesin gözüyle bakan burjuva muhalefeti, ırkçı kanadı temsil eden Meral Akşener’in masayı devirmesiyle puan kaybetti. Büyük sermaye, ABD ile batılı emperyalistlerin AKP-MHP ittifakına destek vermesi ve hile/hurda ile durum değişti. Düzen muhalefeti seçimi kazanamadığı gibi ikinci gün darmadağın oldu, Fareler anında batan “altılı masa gemisini” terk ettiler. Adına ittifak kurdukları ‘milleti’ anında unutup kirli sefil hesaplarına odaklandılar. Dinci faşist rejime, “ne istersen yap, biz bununla ilgilenmiyoruz” demeye gelen bir tutum sergilediler.
***
Dinci-ırkçı partiler, mafya, tarikatlar, çeteler, cemaatler koalisyonu olan çok parçalı dinci-faşist cumhur ittifakı hile/hurda ile 28 Mayıs seçimlerini kazansa da Türk sermaye düzeni uzun yıllardır iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri çok yönlü bir kriz içinde debelenip duruyor. Bunun yarattığı tablo bir avuç asalak burjuvazi dışındaki geniş halk kitlelerini derin bir yoksulluk ve sefaletin içine itmiş, toplumu adeta nefes alamaz hale getirmiştir. Ayrıca Erdoğan rejiminin yarattığı ek sorunlar düşünülünce burjuvazi ve arkasındaki emperyalist tekeller aradıkları istikrarı bulamıyorlar. Bu koşullarda CHP dışında burjuva muhalefetin herhangi bir aktörü yok ve göremiyorlar. Fakat Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu bir CHP ile işlerin iyi gitmediği de belli oldu.
Dolaysıyla sistemin içerde ve dışardaki efendileri CHP’nin içine çomak sokarak, (iddiaya göre bunlar Kemal Kılıçdaroğlu’nun devletle ilişkileri olduğu için CHP’den tasfiye ettiği eski Avrasyacılar ve ırkçı ulusalcılar) yeni yönetimi belirlediler. Hazır seçimin bütün faturası Kılıçdaroğlu’na kesilmiş, parti tabanı da buna ikna edilmişken, CHP’yi yeni dönem için dizayn etmek zor olmadı. Delege seçim süreciyle başlayan, özellikle İstanbul’da açıkça yapılan kirli pazarlıkların da sonuç vermesi ile iş bitirildi. 4 Kasım Cumartesi sabahına kadar devam eden ikinci turda Ekrem İmamoğlu ekibinin de desteklediği Özgür Özel 812 oyla CHP’nin yeni şefi oldu. İlk turda kazanmayınca istifa etmek isteyen ancak çevresindekilerin baskısından dolayı bunu yapamayan Kılıçdaroğlu ve ekibinin yönetimi devrildi.
Cumhuriyeti kurmakla övünen, “demokratik değerleri, gelenekleri, kültürü, erdemi olan tek parti olduğunu” öne süren CHP’nin eski ve yeni yöneticilerinin içinde bulundukları çirkefi, kurultay sayesinde görme fırsatımız oldu. Hemen hemen tümüyle kendi sefil çıkarları uğruna birbirinin ayağını kaydırmak için her yolu mubah saydılar. Açık ya da gizli bir şekilde sergiledikleri Ali Cengiz oyunlarını, çevirdikleri dolapları kendi etraflarına kahramanlık diye sattılar. Mevki, makam peşinde olmadıklarını, her şeyi vatan millet, adalet hukuk için yaptıklarını iddia ettiler. Utanmadan televizyon ekranlarına çıkıp kendilerine oy veren insanların gözünün içine baka, baka yalan söyleyip durdular.
On üç yıl boyunca karşısında el pençe divan durdukları, uğruna göz yaşı döktükleri liderlerini, ellerine fırsat geçtiği anda hiç tereddüt etmeden nasıl sattıklarına şahit olduk.
Bir diğer rezalet ise bir kısmı uzun zaman Kılıçdaroğlu’nun kuyruğunda gezen sözümona Erdoğan rejimine muhalif medya kuruluşları, oralarda program, yorum, analizler yapan yazarlar, profesörler, akademisyenler anında karşısına geçerek ifşalarda bulundular. Öylesine ki bunun için yeni TV kanalları bile devreye sokulup yeni elamanlarla takviye ettiler. Mevcut olan kanallardaki elemanları ise yeniden mevzilendirdiler.
Önemli bir başka nokta: CHP yönetiminin koltuklarına oturan eski/yeni ekip, Kılıçdaroğlu ile sağa kayan partilerini bundan sonra daha özgürlükçü, sosyal politikalara ağırlık veren, emekten yana sol bir çizgiye çekeceklerini iddia ettiler.
Ne diyelim? Yukarıya kısaca aktardığımız o kirli havuzda yüzenlerin hemen hepsi partinin en önde gelen isimleridir. Ayrıca iddialar, yalanlar sahte vaatler, ikiyüzlü tutumlar ve daha pek çok kepazelik “yüzyıllık çınar” CHP’nin tarihidir aynı zamanda. Böyle bir zihniyetin gerçekten emekten yana tutum alması mümkün mü?
***
“Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz” demişler. İşbaşına gelen CHP’nin “en fırıldak takımı”nın ilk icraatı, eli yüzlerce devrimcinin kanına bulaşmış bir katil olan Ecevit’in mezarını ziyaret etmek oldu. Her şeyi bir tarafa bırakalım, iddialara göre beşli çetenin ve Karadeniz sermayesinin büyük desteğiyle CHP’yi ele geçiren Ekrem İmamoğlu-Özgür Özel ikilisi solcu bile değil. Haklarını teslim etmek lazım, kendilerinin de bu yönde bir iddiaları olmamıştır. Kurultayı kazanmak için kamuoyuna sundukları ya da propaganda bağlamında kullanacakları sol kavramları bulamakta zorlananlar, bulduklarında ise düzgün telaffuz edemeyen bu gruptur söz konusu olan. Neyse ki imdatlarına Tele1 ve onun genel yayın yönetmeni yetişmiş. Kendilerinin iteklemesiyle ikisi de kürsüde daha sol ağırlıklı konuşmalar yapmışlar. Bu iddia Tele1 genel yayın yönetmenine aittir. Tabi bu da ayrı bir komedi olarak çıkıyor karşımıza. Zira neo liberal bir çizgiye sahip olan bu ekip, CHP’nin sol kimlik taşıyan delegelerini ayartmak için, kürsüden bir iki tumturaklı sol cümle sarf ederek solcu mu olacak?
***
Bu vesileyle son olarak söylenmesi gereken en önemli nokta şudur: Türkiye devrimci hareketi tarihinin en zayıf ve zor dönemini yaşıyor. Devrimci siyasal mücadeleden, keza ayni şekilde ciddi bir ideolojik mücadeleden yoksun olma halinden dolayı sağ, sol, sosyalist gibi kavramlar, kimlikler, konumlar birbirine karışmış durumda. Bu karışıklık ve kargaşa düzenin işini kolaylaştırıyor. Dönemin gericiliğine uygun bir şekilde kurulu sömürücü düzenin sol ayağını diri tutmak, kendisine bir zevalin gelmesini engellemek için çaba sarf ediyorlar. Tüm hazırlıklar, Erdoğan rejiminin bu ağır koşullar altında yol almakta zorlanacağı, derin bir yoksulluk ve sefalet içine itilen milyonlarca işçi ve emekçinin olası bir isyanının devrimci bir mecraya girmesini önlemek ve kendi denetimlerinin altında tutmak içindir.
Gelinen noktadan iliklerine kadar çürümüş Türkiye kapitalizmini ve onun cumhuriyetini yaşatmış ve yaratmış bütün ağır sorunlar toplumsal bir devrimle silinip süpürülmeden bu coğrafyada ezilen sınıflara ve mazlum halklara bir gelecek yoktur. Bunu gerçekleştirecek güç ise devrimci sınıf partisi ile buluşmuş işçi ve emekçilerin örgütlü devrimci mücadelesidir.
Bunu ancak devrimciler başarır. Türkiye’de bu devrimci birikim toplumda fazlasıyla vardır ve yüz yıllık tarihe dayanır. Yeter ki devrimci olmak iddiasında samimi olan güçler tuzağa düşüp bu birikimi düzen solunun postalları altında çiğnetilmesine izin vermeden, “Sınıfa karşı sınıf, Düzene karşı devrim” şiarı ekseninde mücadeleyi sürdürme ısrarı göstersinler.
A. Gül