AKP iktidarı, çürümüş düzenini her geçen gün rant, talan ve yağma ile dolu yeni bir yıkım kararını devreye sokarak sürdürmeye çalışıyor. Doğal alanlar daha önce tarihte hiç olmadığı kadar aç gözlülük ile yağmalanıyor. Sermayenin demir yumruğu Erdoğan'ın kararlarıyla doğa ve çevre geri dönüşü olmayan bir yıkıma sürükleniyor. Nerdeyse her gün yeni bir ormanlık alan rant uğruna yakılıp talan edilirken, dünya da büyük bir yok oluşa sürükleniyor.
Kaz Dağları, Hasankeyf, Salda Gölü, Munzur, Kuzey Ormanları... Bu sıralananlar yalnızca en çarpıcı ve bilinenler. AKP-MHP iktidarının var ettiği çevre katliamı almanağı her geçen gün büyüyor. Sözde “çevre dostu” olduklarını iddia ediyorlar ancak her güne doğal alanları talan edecek yeni bir saldırıya imza atarak başlıyorlar. Toplumla adeta alay edercesine açıklamalar yapıyorlar. Örneğin yakın zamanda Emine Erdoğan, Saray’da çocuklara yaptığı konuşmasında, bizzat AKP iktidarı tarafından talan edilen doğaya sahip çıkılması çağrısında bulundu ve çocuklara şunları söyledi: “Bütün gayretimiz, sizlerin hak ettiğiniz güzel bir geleceğe kavuşmanız için... Başkasına verilecek en güzel nasihat, insanın kendi davranışıdır. Unutmayın ki tabiat sizin geleceğinizdir. Ona sahip çıkın.” Oysa ki, bu içi boş söylemlerin öncesinde ve sonrasında çocuklarımızın geleceğini karartabilecek onlarca rant projesine onay verildi.
Rant-talan-yağma dolu dizgin…
Güncel saldırılardan yalnızca birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
İzmir’de Urla'dan Çeşme'ye uzanan bir rant projesi gündemde. Proje, biçim olarak Kanal İstanbul'a benzetildiği için projeden "Kanal İzmir" olarak bahsediliyor. Tabii sadece biçim olarak değil çevreye vereceği zararın büyüklüğü de projelerin birbirine benzemesine yol açıyor. 120 milyon metrekarelik bir alanın talanından bahsediliyor. Söz konusu proje, 13 Ekim 2019’da cumhurbaşkanlığı kararıyla ilan edildi. Bu karar doğrultusunda Çeşme ve Urla’daki bazı özel mülk parsellerinde acele kamulaştırma kararları alındığı gibi, buradaki doğal SİT alanları, zeytinlikler dahil tarım ve mera alanlarının vasfı da projeye göre değiştirildi. Eğer proje hayata geçerse yöre halkına ait tüm alanlar özelleştirilmiş olacak. Sahiller, piknik alanları gibi kamusal alanların her biri özel işletme sahiplerinin eline geçecek. Projenin destekçilerinden birisi de CHP'li İzmir Büyükşehir Belediyesi.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İzmir’in Aliağa ilçesinde jeotermal kaynak arama projesi için Nisan ayında Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecini başlattığını duyurdu. Afyon’un Sandıklı ve Emirdağ ilçelerinde, yine jeotermal kaynak arama ruhsatlı 3 saha için ihale süreci başlatıldı. Jeotermal projeleri yüzey ve yeraltı su kaynaklarının kirlenmesine yol açmakta, zararlı katı ve gaz emisyonu arttırmakta ve arazi çökmesi ya da heyelan gibi birçok olumsuz durumu tetiklemektedir.
"Beşli çete"nin bir parçası olan Limak'ın da ortak olduğu YK Enerji, sermaye devletinin hayata geçirdiği zeytinlikleri madenciliğe açacak yönetmelik değişikliğine dayanarak Muğla’nın Milas ilçesindeki İkizköy köylülerinden zeytinliklerini taşımasını istedi. Şirket, köylü zeytinlikleri taşımazsa "biz ağaçları keseriz" diyerek tehditlerde bulundu. Tüm bunların ardından nasıl bir tesadüftür ki tam bir ay sonra, Muğla'da nedeni bilinmeyen bir orman yangını zeytinlik alanlara sıçradı. Asırlık zeytin ağaçları kesildi, köylüler defalarca jandarma ile karşı karşıya geldi. Süreç ise halen daha devam ediyor.
Orman yangınlarıyla birlikte, ormanlık alanı yüzde 60’a düşen Muğla’da raporlara göre, bin 449 maden ruhsatı bulunuyor. Milli parkların yüzde 85’i ise maden alanı sayılıyor. Ordu’nun da yüzde 74’ü maden şirketlerine peşkeş çekildi. Ordu Aybastı’daki altın arama faaliyeti yaklaşık 14 bin kilometrelik bir alanın talan edilmesine neden olacak. Türkiye'de genel olarak, 24 ilde yaklaşık 20 bin maden ruhsatı bulunuyor.
Afyonkarahisar Emirdağ'daki yaylalar tıpkı Kaz Dağları'nda olduğu gibi Kanadalı bir şirketin yağmasına açılmak isteniyor. Kanadalı şirket Eldorado ve Kanada merkezli TÜPRAG’ın maden arama çalışmaları bilirkişi raporunu bekliyor. Onay alındığında çevre için büyük bir tehdit olan siyanür ile altın aramaları başlatılacak.
Bir başka güncel doğa talanı ise, Cumhurbaşkanlığı kararı ile Düzce, Manisa, Bilecik ve Mersin’de toplam 3 milyon 496 bin 566 metrekare alan orman sınırları dışına çıkartıldı. Geçtiğimiz yılın yaz ayında Türkiye'nin en büyük gündemi orman yangınları olmuştu. Ardı arkası kesilmeyen yangınlarda Türkiye'nin yangın söndürme uçağının olmadığı ortaya çıkmıştı.
Türkiye'nin en acı gerçeklerinden biri de inşaa edilecek otel kadar ormanın yakılmasıdır. Ancak sermaye devleti kimi zaman bu gibi "uğraşı"lara başvurmadan doğrudan ormanlık alanın talanı için onay verebiliyor. Bunun son örneğini ETSTUR ve MaxxRoyal otellerinin sahibi, Kültür ve Turizm Bakanı M. Nuri Ersoy'un kendi şirketine tahsisini onayladığı Bodrum’daki 25 bin metrekarelik orman arazisinde 5 yıldızlı tatil köyü projesi için ‘ÇED gerekli değildir’ kararının verilmesinde gördük.
Daha fazla kâr için gözü dönen sermayedarlar, Kaz Dağları'ndan ellerini bir türlü çekmiyor. Geçtiğimiz senelerde Kaz Dağları'nın Kanadalı şirket Alamos Gold'a siyanür ile altın aranması için peşkeş çekilmesine karşı eylemler örgütlenmiş, Kaz Dağları'nda nöbetler tutulmuştu. 2021 yılında ise şirketin Kaz Dağları'ndaki ruhsatı iptal ettirildi. Ancak yine "beşli çete"nin bir üyesi olan Cengiz Holding'in “Halilağa Altın Bakır Madeni Projesi” adı ile yürüttüğü talan durdurulabilmiş değil. Türkiye'nin ciğerleri olarak anılan Kaz Dağları’nın %79’u madene karşı yok olma tehlikesi altında.
“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı kesiyor…”
Sermayedarlar kendi çıkarları için tüm canlı yaşamını yok oluşa sürüklüyor. Olağanüstü bir şekilde seyreden aşırı hava olayları, tetiklenen doğal afetler, hava kirliliği, artan karbon emisyonu... Tüm bunlar geleceğimizi doğrudan tehdit eden unsurlar. Ve biliyoruz ki, tüm bunlar topluma lanse edildiği gibi yalnızca bireylerin deodorant ya da plastik malzeme kullanmamaları ile çözülebilecek sorun alanları değildir. Tüm bu yıkımın sorumluları daha fazla kâr uğruna fabrikalardaki kimyasal atıkları denetlemeyen, doğada geri dönüşümü neredeyse imkansız olan plastik malzemeyi her geçen gün hayatımıza daha fazla dahil eden; ormanlarımıza, derelerimize, sokağımızdaki parka dahi rant uğruna göz diken sermayedarlar ve onların devletidir. Dünyanın neresine gidersek gidelim, bu böyledir. Türkiye'de ise bu durum son 20 yılda AKP iktidarı ile doğanın talanında neredeyse geri dönüşü olmayan boyutlara evrilmiştir.
Rant uğruna doğanın tahrip edilmesi dünyamızı geri dönüşü olmayan bir yokoluşa sürüklemektedir. Bugün yapılan araştırmalar ortaya çıkarmaktadır ki, fabrikalardaki denetlenmeyen kimyasal sıvı ve gaz atıklar sonucu bebeklerin dışkısında dahi plastiğe rastlanılmaktadır. Sermaye devletinin temsilcileri adeta "Benden sonrasi tufan" diyerek insanlığa koyu bir karanlık dışında bir şey vaat etmemektedir. Doğamıza, çevremize, yaşamlarımıza göz koyan bu çürümüş düzen miladını doldurmuş ve yıkılmayı beklemektedir.