Üniversitelerde direniş sürüyor

İktidarın üniversitelere dönük saldırıları da söylemleri de hiçbir zaman toplumsal meşruiyet zeminleri kazanmadı. Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyım rektör de bu saldırıların güncel bir halkasıydı.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 01 Şubat 2021
  • 08:30

AKP’li Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesine rektör atanması ile başlayan ve birçok üniversiteye yayılan “kayyım rektör istemiyoruz” eylemleri hala sürüyor. 

Birinci ayını geride bırakan eylemler, pandemi ile daha da ağırlaşan eğitim hakkının gaspı ve geleceksizlik gibi sorunların gençlik içerisinde ne denli yakıcı bir hal aldığını gözler önüne serdi. Üniversitelere ve gençliğe dönük saldırılar da bunların karşısında yaşanan direnişler de kuşkusuz ilk değil. Dinci-gerici iktidarın üniversitelere dönük saldırısı özellikle 2016’da ilan edilen OHAL sonrası artmış, üniversitelerde ilerici, muhalif birikiminin tasfiyesi başlamıştı. Yüzlerce muhalif akademisyen ihraç edilirken, ilerici-devrimci öğrencilere dönük soruşturma ve uzaklaştırma terörü devreye sokulmuştu. Siyaset yasakları adı altında ilerici ve devrimciler üniversitelerde engellenirken, dinci-faşist çeteler desteklenmiş, bu çetelere alan açılmıştı. Üniversitelerin içine karakollar kurulmuş, okullar büyük bir abluka altına alınmıştı. Ancak bu abluka dahi dinci gerici iktidar için yeterli olmamış olacak ki Erdoğan, her fırsatta “kültürel iktidar” olamadıklarından yakınıyordu. İstedikleri dindar, kindar ve biat eden bir nesil yaratmaktı. Bu kapsamda, toplumsal yaşamın tamamında olduğu gibi üniversiteleri de baskı ve zorbalıkla tahakküm altına almak isteyen AKP iktidarı, birçok defa üniversitelilerden yükselen tepkiler ile “uğraşmak” zorunda kaldı.

“Ben yaptım, oldu” anlayışı ile bir gece de çıkardığı üniversiteleri bölen yasalara karşı geçtiğimiz yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde binlerce öğrenci okullarını eylem alanına çevirdi. Yine yakın dönemde yaşanan ODTÜ Kavaklık direnişi, faşist saldırı ve provokasyonlara karşı Ankara Üniversitesi öğrencilerinin mücadeleleri, İstanbul Üniversitesi’nde yemekhaneye yapılan zamlara karşı gerçekleştirilen protestolar gençlik içerisinde gelişen mücadele potansiyellerine işaret diyordu. Dinci gerici iktidar, bu mücadeleler karşısında da her zamanki tutumunu takındı, direnenleri “terörist” ilan etti. Ancak iktidarın üniversitelere dönük saldırıları da söylemleri de hiçbir zaman toplumsal meşruiyet zeminleri kazanmadı.

Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyım rektör de bu saldırıların güncel bir halkasıydı. Cumhurbaşkanının doğrudan atadığı rektör, gençlik cephesinde biriken öfkenin fitilini ateşledi. Mesele yalnızca kayyım rektör atamaları da değildi. Mesele üniversiteliler cephesinden ağırlaşan sorunlardı. Bu sorunlar karşısında biriken öfke Boğaziçi Üniversitesi’nin önünde ilk gün yapılan eylemde bile gözleniyordu. Yalnızca Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri değil, İstanbul’un birçok üniversitesinden, başka şehirlerden yüzlerce öğrenci vardı eylemde. “Üniversiteler bizimdir” diyen ve üniversitesine sahip çıkmak isteyen öğrenciler polis barikatını zorladılar.

Bütün saldırılara ve baskılara rağmen Boğaziçi’nde başlayan eylemler devam etti. Üniversitenin olduğu semtte valilik kararı ile eylem yasağı getirilirken yüzlerce öğrenci kent meydanında saldırılara karşı ve “özerk demokratik üniversite” talebiyle buluştu. Eylemler İstanbul’da İstanbul Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Marmara Üniversitesi’ne, İzmir’de Dokuz Eylül ve Ege Üniversitesine, Ankara’da ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitesi’ne, Eskişehir, Adana, Hatay, Mersin, Kastamonu ve Zonguldak gibi şehirlere yayıldı. Yurtdışında çeşitli ülkelerde ve şehirlerde destek eylemleri örgütlendi. Bu eylemlerde de “özerk ve demokratik üniversite” talebi öne çıktı.

Sürecin güncel sorunları ve ne yapmalı?

Tek adam rejiminin üniversiteleri tahakküm altına almak istemesine karşı eylemler günlerdir sürüyor. Ancak bu eylemler tekil tekil üniversiteler üzerinden devam ediyor. Denebilir ki hareketi Boğaziçi Üniversitesi’ne ve tekil tekil üniversitelere hapsetme eğilimi ne yazık ki sürecin başından beri sürüyor. Aradan geçen bu bir aylık sürede, başta politik gençlik örgütleri olmak üzere üniversite gençliğinin çeşitli örgütlenmeleri tarafından sıkça tartışılan “birleşik mücadele” vurgusu şüphesiz çok önemli. Ancak bu değerlendirmenin pratikte örgütlenmesi gerekiyor.

Sürecin daha en başında sınıf devrimcilerinin gelişen hareket için çubuk büktüğü “hareketin önünü açacak ve ileriye taşıyacak kolektif bir önderlik düzeyinin yakalanması” hala yakıcı bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi üniversitesi başta olmak üzere birçok üniversitede öğrencilerin bir araya geldiği dayanışma, birlik vb. oluşumların ortak çağrısı ile 21 Ocak’ta Kadıköy’de bir eylem gerçekleştirildi. Bu tarz merkezi ve kitlesel buluşmalar, gelişen hareket açısından önemli bir yerde duruyor. Ancak bu buluşma ve eylemlerin gelişen hareketin ihtiyaçlarını karşılaması gerekiyor. Yani bu merkezi buluşmaların birer kürsü haline gelmesi, üniversite bileşenlerinin buralarda tartışabilmesi, hareketin geleceği açısından karar alabilmesi, hareketin başta özerk demokratik üniversite olmak üzere taleplerini net bir şekilde ortaya koyması gerekiyor. Üniversitelerde pandemi nedeniyle örgün eğitim verilmemesi, başta öğrenciler olmak üzere üniversite bileşenlerinin homojen bir şekilde bir arada olmaması önemli zorlanma alanlarında biri. Bunu da göz önüne alarak, merkezi bir süreç örgütlemek, buradan alınan kararlar ile her bir üniversiteyi direniş alanına çevirmek hareketin sönümlenmemesi ve bir adım daha ileriye taşınması için önemli bir yerde duruyor.

İ. Y. Gün