“Örgütlenelim, sorunların kaynağına yönelelim!”
Almanya’da Black Lives Mater eylemlerinin durulmaya başladığı günlerde, ırkçılığa ve polis şiddetine karşı Revolutionärer Jugendbund’un inisiyatifiyle Bielefeld ve Bochum kentlerinde görece kitlesel eylemler örgütlendi. Bielefeld’de aynı zamanda özgün bir örnek olarak Rise Up ismiyle yerel bir mücadele platformu oluştu. Başından beri hareketin içerisinde yer alan bir RJ’li, bu deneyimle ilgili sorularımızı cevapladı…
- Almanya’da ırkçılığa karşı hareketin içerisinde gençlik önemli bir yer tuttu. Şu anda eylemler durulmuş gözüküyor. Fakat bir iki kentte Revolutionärer Jugendbund’un öncülüğünde eylemler sürdürülüyor. Şu an hareketin seyri nedir, süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
George Floyd 25 Mayıs’ta polis tarafından öldürüldükten sonra, ABD’deki ayaklanmalar Almanya’daki kitleleri de harekete geçirmişti. Belki de Alman tarihinde ilk kez doğrudan ırkçılık sorununa karşı bu kadar insan protestolara katılmıştı. Protestolara katılan on binlerce insanın büyük çoğunluğu gençlerden oluşmaktaydı. Kısa bir süre için de olsa, Fridays For Future öğrenci hareketine benzer bir gelişme ortaya çıktı. Yani küçük ve fazla tanınmamış bir örgütün veya bir bireyin sosyal medyada paylaştığı çağrısıyla binlerce genç, “Black Lives Matter” (Siyahi hayatlar değerlidir) şiarı altında sokaklara dökülebiliyordu. Bu nedenledir ki Revolutionärer Jugendbund olarak Bielefeld’de 6 Haziran’da düzenlediğimiz yürüyüşte 100 kişi beklediğimiz halde, 2.000 katılımcıyla karşılaştık. Yürüyüş büyük bir başarıyla sonuçlandı. Hem bizi hem de kitleyi heyecanlandırdı. Bir hafta sonra, 13 Haziran’da organize ettiğimiz protestoya, bildirilen fırtınaya rağmen yine 1.000 kişi katıldı. Bochum kentinde de RJ’nin 27 Haziran’daki ırkçılık ve polis şiddeti karşıtı protestosuna 500 kişi katıldı. Sonra eylemler Almanya’da gerçekten duruldu. Aniden harekete gecen büyük gençlik kitleleri yoktu artık. Fakat kitleselliğin geçici olduğunu zaten önceden tahmin etmiştik. Bundan dolayı da mevcut potansiyeli zamanında en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık.
- Hareketin gidişatında özgün bir örnek Bielefeld’de ortaya çıktı. RJ’nin de öncülüğünde Rise Up adıyla yeni bir örgütlenme oluşturuldu. Bu örgütlenmeden bahsedebilir misiniz? Bu örgütlenme salt ırkçılık karşıtı bir platform mu? Rise Up ırkçılık karşıtlığı dışında başka hangi konular üzerine yoğunlaşıyor, bu konularda ne gibi ilkelere sahip?
Bielefeld’de 2000 kişilik protestomuzu değerlendirdiğimizde, genç kitlenin enerjisinin kaybolmadan kalıcılaştırılması gerektiğini düşünüyorduk. Bu ancak gençleri örgütleyerek ve kolektif mücadelenin aktif bir parçası haline getirerek mümkündü. Gelecek eylemleri artık sadece RJ’yle değil, daha geniş bir yapıyla örgütlemek gerekiyordu. Bunun için açık meclisler düzenlendi ve birkaç haftalık ön çalışma yürütüldü. Nihayet Rise Up’ı kurduk.
Rise Up somut bir olayın ardından geliştiği için ırkçılığa karşı mücadeleye ayrı bir önem verdi. Fakat ırkçılık sorununu sisteme bağlı gördüğü ve bu sorunu kökten çözmek istediği için ilkelerinde “İnsanların nefes alabildiği ve gerçekten eşit olduğu bir toplum için mücadele ediyoruz.” diye yazdı. Bu ne anlama geliyor? Sistemi ayakta tutan, insanları eşitsiz yapan ve onlara nefes aldırmayan her sorunun ortadan kaldırılması gerekiyor. Buna göre de ırkçılığa ve faşizme, yanı sıra iklim değişimine, sömürüye, kadının ezilmişliğine ve savaşa karşı da mücadele edecektir.
- Avrupa ve özellikle Almanya’da gençlik iklim eylemleri ile öne çıkmıştı. Bu sürecin Yeşiller ve kimi reformist sol çevrelere yaradığı görülüyordu. Irkçılık karşıtı eylemleri bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu iki süreç arasında bir fark var mı? Rise Up içerisindeki gençliğin politik eğilimleri neler?
Aralarındaki temel fark, burjuva partilerin ve çevrelerin harekete fazla yanaşamaması, daha doğrusu yanaşmak istememesiydi. “Ilımlı sol” diye geçinen Yeşiller de dahil burjuva partiler Black Lives Matter hareketinde güç olmak için çabalamadılar. Birinci nedeni tabii ki Yeşillerin başlıca beyazlardan ve yabancı kökenli olmayanlardan oluşmasıdır. Böyle bir harekette bu özelliklerle güç olmak neredeyse imkansızdır, zira hareketin bileşenleri beyaz bir örgütün vesayetini veya öne geçme hedefini küstahlık olarak görürler. İkinci nedeni ise Almanya’daki Black Lives Matter eylemlerinin ABD’deki şiddete dayalı ayaklanmalardan etkilenmiş olması ve onlarla dayanışmada bulunmasıdır. ABD’deki ayaklanmaları sahiplenen kitlelere odaklanmak söz konusu partilerin savundukları burjuva düzenine aykırıdır. Elbette gelişmeleri tamamen görmezden gelemediler ve ırkçılığa karşı mücadeleyi sözde desteklediler, ama hiçbir zaman öğrencilerin iklim hareketinde olduğu gibi sistematik bir politika yürütmediler. Bazı yerlerde genç Yeşillerin inisiyatif kullanarak miting düzenlemesi istisnaydı.
Ne yazık ki küçük burjuva yaklaşımları ve ırkçılık sorununu sistem sorunundan ayıran teoriler yine de harekete katılmış birçok insanda hakimdir. Onların savundukları, düzenin de işine gelen teoriler olabiliyor. Örneğin ırkçılığı bireysel bir mesele olarak ele alıyorlar. Sorunun kaynağı olarak beyaz insanların “ayrıcalıkları” sunuluyor. Demek ki beyaz bireyler, ırkçılığın toplumda kendilerine sunduğu avantajlardan faydalandığı için, objektif olarak ırkçılığı günbegün yaratıyor ve çoğaltıyorlarmış. Aynı teorileri kadın-erkek ilişkisi ve cinsel tercihler konularında da vurguluyorlar. Çözüm ise kendisini sorgulamak, ayrıcalıklarının bilincine varmak ve ayrıcalıklarını aşmakmış. Yaşadığımız kapitalist sistemde sınıf ilişkilerini hiçe sayan bu yaklaşımlar üzerinden, siyah bir işçi beyaz bir işçi arkadaşından ayırtılarak, mesela Obama gibi egemen sınıfın bir temsilcisiyle aynı cepheye koyulmaktadır.
Başka bir fenomen “Migrantifa” örgütlenmesidir. Migrantifa, içinde sadece göçmen kökenlilerin yer aldığı bir anti-faşist mücadele platformudur. Antifa hareketindeki yerli solcuların baskınlığından kurtulmak için göçmenlerin yaratmış oldukları bağımsız bir örgütlenmedir. Ortak ilkeleri olmayan değişik Migrantifa grupları çoğunlukla anti-kapitalist olsa da nesnel tutumlarıyla yerli ve yabancı gençleri ortak mücadeleden alıkoyuyorlar. Rise Up, tam tersine ortak mücadeleyi teşvik ediyor.
- Önümüzdeki döneme ilişkin mücadele ve eğitim programınızdan bahsedebilir misiniz?
Eğitim programı, şu an yerel secimler gündemde olduğu için, seçimler ve parlamentarizm konusuyla başlayacak. Partilere göz atıp seçimlerle nereye kadar varılabildiği tartışılacak. İkinci konu ırkçılığın tarihi olacak. Bu konuda kapitalizmin nasıl kolonyalizmle beraber geliştiği de işlenecek. Kolonyalizm evresinde ırkçılığın egemen sınıflar için nasıl bir ihtiyaç olduğu açıklanacak.
Ayrıca yakında Bielefeld’deki okulların öğrenci temsilcileriyle bir toplantı düzenlemeyi planlıyoruz. Okullar arası bir koordinasyonla daha büyük ve örgütlü bir hareket yaratabiliriz. Eğer hedefimizi hayata geçirebilirsek, eylemlerimizi böylece yüzlerce öğrenciyle güçlendirebiliriz.
- Sözde “demokrat” Avrupa’da da kapitalist sistemin gençliğe bir gelecek sunmadığı görülüyor. Bu konuda Rise Up’ın ve katılımcı gençlerin düşünceleri neler? Gençliğe bu konuda söylemek istedikleriniz var mı?
Rise Up’ın yakın çevresi ve eylemlerine katılan insanlar doğal olarak sorunların sistem içinde çözülemediğini henüz içselleştirmiş durumda değiller. Çoğu, seçimlerle ve bireysel ilerlemelerle toplumu değiştirebileceğini inanıyor. Bu tür yaklaşımlar az çok Rise Up’da da var hala. Gene de büyük toplumsal sorunların sistemden kaynaklandığını kavrayabiliyorlar. Aynı zamanda seçimler gibi olaylardan bağımsız, asıl değişim için sokaklardaki hareketin belirleyici olduğunu biliyorlar. Böyle olunca da Rise Up’daki gençler yürüyüşlerdeki konuşmalarında, “Siyasetçilerden sorunu çözmelerini beklemeyeceğiz. Ancak biz bir güç olursak bir şeyler değişebilir” vurgusunu yapabiliyorlar. RJ’li gençler olarak tam da bu bilinci geliştirmeye çalışıyoruz. Bu yüzden de gençlere çağrımız her zaman “Örgütlenelim – Sorunların kaynağına yönelelim” olacaktır.