Günümüz dünyasının en büyük problemlerinden birisi kuşkusuz eğitim sorunudur. Devlet okullarının kısmi parasız eğitim uygulamaları süreç içerisinde ortadan kaldırılmıştır. Eğitim, iktidarın yaratmak istediği dindar ve kindar bir neslin politikalarıyla şekillendirilmektedir. Öte yandan ekonomik krizin faturası eğitim araç ve gereçlerine yapılan zamlarla gençliğe de kesilmektedir. Dönemin başından bu yana üniversite yönetimleri adeta birbirleriyle yarışırcasına yemekhanelere zam yapmakta, ulaşım ve barınma gibi temel ihtiyaçlar da bu durumdan nasibini almaktadır. Tüm bunlar yaşanırken İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel Ünli’nin intiharı ve hemen ardından aynı üniversitenin bir başka öğrencisi olan Hakan Taşdemir’in ölümü tablonun vahimliğini gözler önüne sermektedir.
Biriken sorunlar karşısında üniversitelerde son günlerde yaşanan hareketlilikler anlamlı deneyimler sunsa da eğitim hakkı için geçmişte verilen mücadelelerden öğrenmek önemli bir yerde duruyor. Zira, paralı eğitim uygulamaları ve eğitim hakkının gasp edilme süreci yalnızca AKP politikalarının ürünü değil. 80 darbesi sonrası YÖK’ün (Yükseköğretim Kurumu) kurulması ile hız kazanan piyasacı eğitim uygulamaları 40 yıllık bir dönemi kapsıyor. Bu dönem içerisinde sağlık, ulaşım, eğitim vb. alanlar tamamen sermayenin eline teslim edildi.
Eğitimin paralı hale getirilmesine karşı en kararlı ve güçlü mücadeleler ise 1995-1996 öğretim yılında patlak verdi. Bu eylemlilikler gençlik hareketi adına darbesi sonrası yapılan en güçlü çıkışlardan birisiydi. O yıllarda YÖK, üniversite harçlarına %300 zam getirildiğini açıkladı. Harç zamlarına karşı başlayan eylemler eşit-parasız eğitim talebiyle büyümüş ve eylemlerin zirve noktası 29 Şubat 1996’da gerçekleştirilen İstanbul Üniversitesi işgali olmuştu. İşgal eylemi öncesi bir miting gerçekleştirilmiş, binlerce öğrencinin yani sıra öğretim üyeleri de aktif olarak mitinge katılmıştı. Mitingin talebi harçlarını yatıramayan öğrencilerin kayıtlarının yapılmasıydı. Beyazıt Meydanı'ndaki miting, öğrencilerin okula girmesi ve arkadaşlarının kayıtları yapılıncaya kadar okulu terk etmeyeceklerini duyurmasıyla birlikte işgal eylemine dönüştü. Bunun üzerine dönemin Rektörü Bülent Berkar okulun tatil edildiğini duyurdu ve okul binasının etrafı polis tarafından kuşatıldı. O gün 47 öğrenci gözaltına alındı 31’i ise tutuklandı. Bu eylemlilikler toplumun gündemine o kadar nüfus etmişti ki, 40 yılın üzerinde ceza talebiyle yargılanan öğrencileri ilk duruşmada tahliye edildi ve bir yıl geçmeden beraat ettiler.
İşgal eyleminin öncesi de öğrencilerin kararlılıkla, ilmek ilmek ördükleri bir süreci içerisinde barındırıyordu. Tutuklamaların ardından geri çekilmeyen üniversiteli gençlik, Türkiye’nin en gözde üniversitelerinde adeta hayatı durdurdu. Bu eylemler 68 kuşağından devralınan mücadele ruhunun 80 darbesi ile bastırılmayacağının en net göstergesiydi.
Aynı süreçte farklı illerden bir araya gelen yüzlerce öğrenci 350 bine yakın dilekçeyi dönemin TBMM Başkanvekili Kamer Genç'e iletti. Dilekçelerin ardından hiçbir değişikliğin yapılmadığını gören öğrenciler yürüyüşler gerçekleştirdi. YTÜ öğrencileri açlık grevine başladı, büyük şenlikler düzenlendi. Aynı şekilde Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nden 20 öğrenci açlık grevine başladı. Meclis Genel Kuruluna izleyici gibi giren öğrenciler TBMM’de "Paralı eğitime hayır!" şiarlı pankart sallandırdı. İzmir, Çukurova, Trakya ve daha birçok kentte öğrenciler harç eylemleri yaptılar. ITÜ, İÜ ve birçok üniversitede geceleri okulu terk etmeme eylemleri yapıldı.
26 Mart 1996 yılında harç zamlarına ve eğitimin özelleştirilmesine karşı Kadıköy Belediyesi önünde bir araya gelen 2000 i aşkın öğrenci iskeleye yürüyüş gerçekleştirdi.
Geçmişi anlamak, ders çıkarmak artık her zamankinden önemli bir yerde duruyor. Baskının, geriliğin, faşizmin tırmandığı bir dönemden geçiyoruz. Bizlere tıpkı o zamanlarda olduğu gibi açlık, yoksulluk ve sefalet koşulları dayatılıyor. En insani haklarımız gasp edilmeye çalışılıyor. Geçmişimizi bilmek, mücadele tarihimizden öğrenmek bizlere yol gösterir.
Bugün böylesine karanlık bir dönemde tabii ki umut verici eylemlilikler de yaşanıyor. 2018 de gerçekleşen bölünme süreci eylemlilikleri bunun bir örneğidir, ODTÜ Kavaklık Direnişi veya şimdi gerici çetelere karşı süren mücadele kararlılığı bu durumun bir örneğidir. Yemekhane zamları üzerinden İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen eylemler ve kazanım da öyle. Toplum öfke biriktiriyor diyoruz. Bu birikimi geçmişten aldığımız miras ile daha ileriye taşımak ise bizim ellerimizdedir. Bundan seneler öncesi “Eşit-parasız eğitim!” talebinin önemi ne kadar hayati ise şimdide durum aynıdır. Çünkü iktidarlar değişse de sömürü üzerine kurulu olan düzen yıkılmadıkça sorunlarımızın ve taleplerimizin aynı kalması da şaşırtıcı değildir. Taleplerimizin kazanılması ise son süreçte yaşanan hareketlilikleri örgütlü ve kitlesel bir mücadeleye çevirdiğimizde mümkün olacak. Bu açıdan önümüzde duran en büyük sorumluluk daha inisiyatifli ve cüretkâr adımları atabilmektir.
M. Nevra