21. yüzyılın en büyük insan trajedilerinden biri, mültecilik ve göçmenliktir. Gerici-emperyalist savaşların, çoklu krizlerin, sosyal-toplumsal yıkımların, yoksulluğun, açlığın ve iklim felaketlerinin sonucu olarak 100 milyonu aşkın insan evini, ailesini ve ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Ölümü göze alarak Avrupa'ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin on binlercesi çıktıkları “umut yolculuğu” sırasında hayatlarını kaybediyor. Uluslararası Göç Örgütü’ne (IOM) göre, bölgede sadece 2022’nin Aralık-Ocak ayları arasında yaklaşık 3 bin 800 göçmen yaşamını yitirdi. 2014’ten bu yana ise 26 binden fazla mülteci Akdeniz’in derinliklerine gömüldü. Bundan dolayıdır ki Akdeniz “mülteci mezarlığı”, gemiler ise “yüzen tabutlar” olarak anılıyor.
13 Haziran günü bu mezarlığa yüzlerce mülteci daha gömüldü. 750 kadar yolcu taşıyan mülteci teknesi 14 Haziran günü Mora Yarımadası'nın batısında alabora oldu. Yunanistan açıklarında meydana gelen ve 100'ü çocuk olmak üzere 600’den fazla mültecinin ölümüne yol açan bu gemi kazası, mültecilerin yaşadığı dehşetin yanı sıra "Modern Avrupa"nın ikiyüzlülüğünü de bir kez daha gözler önüne serdi. Uluslararası Göç Örgütü’ne (IOM) göre bu, Yunanistan kıyılarındaki en dehşetli tekne kazasıydı. Avrupa Birliği, tüm yüzsüzce açıklamalarına rağmen, insanları adeta ölüme terk eden politikalarını sertleştiriyor. Mültecilere yardım edenleri kriminalize ediyor, denizde zor duruma düşen insanları kurtarmak için yeterince çaba göstermiyor ve mültecilere karşı kasıtlı olarak şiddet kullanan Libya, Yunanistan, Türkiye gibi devletlerin göç politikalarını finanse ediyor.
***
Atina'da binlerce insan, Yunanistan ve Avrupa mülteci politikalarına karşı eylem yapmak için sokaklara çıktı. İnsan hakları örgütleri, toplu ölümlerden AB’yi sorumlu tutuyor.
Sınır Tanımayan Doktorlar ise, “Yunan kıyılarındaki trajik gemi kazası önlenebilirdi. Önde gelen Avrupalı politikacıların dehşete kapılmış görünen tepkileri, mevcut göç politikasının ne kadar ikiyüzlü olduğunu gösteriyor” açıklaması yaptı. Katolik yardım kuruluşu Misereor de, Avrupa iltica ve göç politikasının artık Hıristiyan hayırseverlik, dayanışma ve eşitlik değerlerini temsil etmediği görüşünde. Kurumun bir temsilcisi, “Son yıllarda Avrupa siyaseti insanları boğuyor” derken, kapitalist vahşetin vardığı boyuta işaret etmiş oldu. Mülteci örgütü Pro Asyl, AB Sınır Koruma Kurumu Frontex’in önlem almamasını eleştiriyor. Birleşmiş Millet (BM) ise AB’yi harekete geçmeye çağırarak güya görevini yerine getirmiş oluyor.
***
AB Sınır Koruma Ajansı (Frontex), 14 Haziran günü gerekçeli bir bildiride, “Frontex gözetleme uçağı, 13 Haziran’da 09:47 UTC’de tekneyi gördü ve hemen ilgili Yunan ve İtalyan makamlarına haber verdi. Herhangi bir sorunuz Yunan Kurtarma Koordinasyon Merkezi'ne yöneltilmelidir” diyerek suçu Yunanistan’a atmaya çalıştı. Oysa AB’nin kirli eli olarak 2004‘ten beri alanda faaliyet gösteren Frontex, yasadışı geri itmelerle mültecilerin uluslararası hukuka aykırı olarak iltica başvurusu yapma hakkını engelliyor. Onlara şiddet uyguladığı belgelenmiş bulunuyor. Avrupa dışındaki 20 sınır koruma makamıyla da çalışan Frontex, AB emperyalistlerinin göçmenlere karşı kullandığı bir şiddet aparatına dönüşmüş ve bunun için çok yönlü olarak güçlendirilip genişletiliyor.
Başlangıçta 6 milyon Euro bütçesi olan örgüt, bugün milyarlarca Euro’luk bir bütçe kullanıyor. Frontex’in bütçesi, 2019 ve 2020’de 500 milyon Euro’dan 2021-2027 döneminde önce 5,6, sonraki adımda ise 11 milyar Euro’ya yükseltiliyor. 2027 yılına kadar 10 bin “uzman” istihdam eden kalıcı bir gücün oluşturulması, bu gücün kendi gemi, uçak ve araçlarının satın alınması öngörülüyor.
Suçu Yunanistan’a yükleyen bu kirli ve “karanlık” örgüt, mültecilerin yaşadıkları zulmün, zorla geri itmelerin ve ölümlerinin dolaysız sorumluluğunu taşımaktadır.
Yunanistan elbette ki mültecilere karşı zorbalık yapmakla lekelenmiş devletlerden biri. Nitekim Alarm Phone, “Denizdeki insanlar neden Yunan kuvvetleriyle karşılaşmaktan bu kadar korkuyorlar diye soruyoruz. Çünkü mülteciler, Yunan makamlarının yürüttüğü korkunç ve sistematik geri itmelerden haberdarlar” diyerek Yunanistan’ın işlediği suçlara dikkat çekiyor. Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen’in bir zamanlar ifade ettiği gibi, Yunanistan “Avrupa’nın kalkanı” haline getirildi ve mültecilerin Avrupa ülkelerine gitmesini engellemede zorbalığa başvuruyor. “Mülteciler, Yunan sahil güvenliği, polisi veya sınır muhafızları ile karşılaştıklarında genellikle şiddet ve ıstırapla karşılaşacaklarını biliyorlar. Sistematik geri itmeler nedeniyle, tekneler çok daha uzun rotalar izleyerek ve denizde hayatları riske atarak Yunanistan’dan kaçınmaya çalışıyor” vb. değerlendirmelere sıkça rastlanıyor.
Tüm ikiyüzlü açıklamalar ve vaatler bir yana, sorunu çözmek iddiasındaki Batılı emperyalistler, düzenledikleri zirvelerde on milyonların yaşamı üzerine tiksindirici pazarlıklar yapıyor, göçmenler için aşılmaz bir Avrupa kalesi yaratmak için çırpınıyorlar. Mültecilerin karşısına kilometrelerce uzunlukta ve metrelerce yükseklikte dikenli teller örüyor, hücum botlarını harekete geçiriyor, sınırlara mayınlar döşüyor, mültecilerin Avrupa’ya ulaşmalarını engellemek için çeşitli ülkelere milyarlarca Euro rüşvet veriyor. Böylece sorunu nasıl çözmek istediklerini de ortaya koymuş oluyorlar.
Hal böyleyken AB şefleri, yaşanan son mülteci katliamı için timsah gözyaşları döküyor ve güya “trajik olaylardan derinden etkilendiklerini” söylüyorlar. Oysa yaşanan “trajik olaylar” onların mülteci karşıtı politikalarının kaçınılmaz sonucudur. Üç günlük yas ilan eden Yunanistan ile göçmenlerin önüne barikatlar kuran AB gerçekleşen katliamların dolaysız sorumluları arasındadır.
On milyonlarca insanın yerini yurdunu terk etmesine, yollarda ve denizlerde ölmesine, polis coplarıyla, dikenli tellerle, aşılmaz duvarlarla, hapishanelerle karşılaşmalarından, toplama kamplarında sefil bir hayat yaşamalarından, ırkçılığa ve aşağılanmalara maruz kalmalarından sorumlu olan AB’li emperyalistler ve işbirlikçileri, göçmenlik ve mültecilik sorununu yabancı düşmanlığı ve ırkçılığı kışkırtıp geliştirmenin de bir aracı olarak kullanmaktadırlar. Böylece, işçi sınıfını bölüp parçalamak, sınıfın birliğini dağıtmak ve halklar arası düşmanlığı büyütme yoluna gitmektedirler. Bu tablo, emperyalist kapitalizmin vahşette sınır tanımadığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.