Nisan 2024, Ruanda’da yaşanan soykırımın başlangıcının otuzuncu yıl dönümüdür. 1994 yılının Nisan’ında başlayıp temmuza kadar süren soykırımda, sadece 100 günde ülke çapında 800 binden fazla kişi Hutu milisleri tarafından vahşice öldürüldü.
Tutsi soykırımı, yirminci yüzyıldaki kitlesel şiddetin en korkunç örneklerinden biridir. Kurbanların çoğu Tutsi etnik grubuna mensup olsa da ılımlı Hutular da hedef alındı. Soykırım, “soğuk savaş” sonrası uluslararası düzende bir dönüm noktası oldu. Soykırım, Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF), Paul Kagame liderliğindeki isyancılar ve Hutu hakimiyetindeki Başkan Juvénal Habyarimana hükümeti arasındaki 1990-1994 iç savaşı sürecinde gerçekleşti. 1994 soykırımı, üç veya dört yıllık bir iç savaş döneminin, artan şiddetin ve toplumun artan militarizasyonunun doruk noktasıydı.
Emperyalist burjuvazi ve onun medyası bu soykırımı “kabileler arası savaş” olarak yansıttılar. Oysa ki soykırımın sorumlusu emperyalist güçler ve kapitalist sistemdi. Sömürgecilik ise soykırımı anlamak açısından ibret verici örneklerden biridir. Çünkü işlenen soykırımın çok önemli uzun vadeli nedensel faktörlerinden biri sömürgecilikti. Ruanda, 1899’da Almanya tarafından sömürgeleştirildi. Almanlar ülkeyi feodal egemenliğe dayanarak yönetti. Daha sonra Ruanda, 1919’da Belçika tarafından sömürgeleştirildi. Belçika sermayesi de Alman emperyalizmi gibi feodal egemenliğe dayandı. Sömürgeciler yerli feodal gericiliği kullanmakla kalmadılar, aynı zamanda bu yapıyı güçlendirdiler. Sömürgeci sömürü ve baskı doğal olarak direnişe yol açtı. Belçika yönetimi, Hutular ile Tutsiler arasındaki düşmanlığı, bu halkın bağımsızlık mücadelesini paralize edebilmek için körükledi. Her zamanki gibi “böl ve yönet” taktiğini uyguladı.
Soykırımın sorumlusu emperyalistler
Alman sömürgeciliği başlangıçta Ruanda toplumunda Tutsilerin lehine katı bir ayrımcılığa yol açtı. Belçikalılar da çok daha sistematik bir şekilde Tutsileri desteklediler ve buna bağlı olarak derin sorunlar yarattılar. Ruanda soykırımı, Ruanda’nın iç dramı değil, Fransa gibi birçok aktörün doğrudan ve dolaylı olarak dahil olduğu uluslararası bir olaydır. Soykırımın nasıl gelişeceği konusunda uluslararası aktörlerin rolü çok daha belirleyicidir.
İlk olarak, 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Ruanda’ya uluslararası alanda çok partili “demokrasi” sistemi dayatıldı. Ayrıca Dünya Bankası ve IMF, kapsamlı yapısal uyum programları uyguladılar. Bu iki faktör ülkede siyasi ve ekonomik krize, istikrarsız çok partili siyasete, ama aynı zamanda derin bir yoksulluğa yol açtı. Böylece ülke ekonomik olarak harabeye döndü. 1990’larda iç savaş dönemine girildiğinde ülke zaten krizdeydi ve nüfus muazzam bir baskı altındaydı. İnsanlar çaresiz, öfkeli ve yoksuldular. Bir başka uluslararası etken ise, Fransa’nın 1993 ve 1994’teki doğrudan müdahalesiydi. Fransa, Habyarimana’daki Hutu hükümetiyle ittifak kurdu. Böylece, 1993 ve 1994’te Ruanda’da konuşlanan Fransız ordusu, soykırım sırasında Tutsilere yönelik geniş çaplı katliamlar gerçekleştiren genç milislerin çoğunu, özellikle de Habyarimana’nın iktidar partisiyle bağlantılı olan Interahamwe milislerini silahlandırmaya ve eğitmeye başladı. Fransa, Tutsilere yönelik şiddetin mümkün kılınmasında doğrudan rol oynadı.
Soykırımın en iyi belgelenmiş uluslararası yönlerinden biri, soykırım yaşanırken Birleşmiş Milletler’in Tutsi sivilleri korumadaki başarısızlığıdır. Şiddet tırmandıkça BM’nin varlığı azaldı. Ve tabii ki bu BM için oldukça utanç verici bir durumdu. Soykırım başladığında Ruanda’da BM varlığına rağmen sivilleri korumadaki bu başarısızlık, bugüne kadar tüm BM sisteminde yaşanan yozlaşma ve etkisizliğin sebeplerinden biriydi.
Peki Ruanda’da yaşanan korkunç olaylardan bu yana geçen otuz yılda neler değişti? Hutular ve Tutsiler arasındaki çatışmaların benzeri, birçok ülkede kışkırtıldı ve bazıları halen devam ediyor. Bir dizi ülke emperyalistlerin istismar edip kışkırttığı etnik, dini ve ulusal çatışmalar içinde tüketiliyor. Aylardan beri bütün bir dünya, batılı emperyalistlerin tam desteğini arkasına alan Siyonist İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği soykırımı izliyor. Dolaysıyla emperyalistlerin ve onların uşaklarının savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar hiçbir şekilde geçmişte kalmadı, günümüzün en temel sorunlarından biri olarak yerli yerinde duruyor.