Dünya tarihinde gerçekleşmiş en kapsamlı soykırımlardan biri olan Ruanda soykırımının 20. yılındayız. 20 yıl önce sayılarının yaklaşık 800 bin ile 1 milyon arasında olduğu tahmin edilen insan katledildi. 20 yıl aradan sonra soykırımdan geriye kalansa emperyalistlerin egemenliğinde halkların nasıl birbirine kırdırıldığını, katliamlar ve mezhep çatışmalarının nasıl kullanıldığını gösteriyor.
20 yıl önce 7 Nisan 1994’te Ruanda Cumhurbaşkanı Juvenal Habyarimana’nın uçağının düşürülmesi Ruanda soykırımının başlangıcı sayılır. Nasıl ki 1. emperyalist paylaşım savaşı, Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi’nin bir Sırp tarafından öldürülmesi ile başlamadı ise Ruanda’da Hutu ve Tutsiler arasındaki soykırıma neden olan düşmanlık da yeni değildi. Emperyalistlerin bölgedeki sömürü politikalarının bir ürünü olarak iki halk sistematik olarak birbirinden yalıtılmıştır. Uçağın düşmesini bahane eden aşırı milliyetçi Hutular’ın yaslandığı da bu yıllara dayanan egemen düşmanlık politikalarıdır. Aşırı milliyetçi Hutular 100 günde yaklaşık bir milyon Tutsi ve birlikte ılımlı Hutuları katlettiler. Soykırım olabilecek en vahşi yöntemler sergilendi. Ekonomik olarak zayıf olunması nedeniyle katliamda en yaygın kullanılan silah pala, satır ve mızraktı. Soykırım başlamadan önce yüzbinlerce pala Çin’den ithal edildi, bir gece yarısı Hutular’a dağıtıldı.
Yüzbinlerce insan kesici aletlerle doğranarak katledildi. Soykırım sürerken Ruanda’da ortaya çıkan görüntü sokakların insan kemikleri ve organlarıyla dolmasıydı. Bu boyutlarda bir katliam yaşanırken dünya 15 gün hiçbir şeyden habersizdi. Dönemin iletişim teknolojisi haberleri duyurmaya müsait olmasına karşın yine emperyalistlerin müdahalesiyle tüm dünya üç maymun oldu.
Soykırımın bu boyutlara varmasında yaratılan sansür de etkisini gösterdi. Soykırım başladıktan sonra 100 gün boyunca katliamlar sürdü. Bu süreçte emperyalistler ise güya “barış” için görevli askerlerini de bölgeden çekiyordu. Emperyalistler bir kez daha Birleşmiş Milletler Barış Gücü oluşumunun kendi çıkarlarını meşrulaştırmak için kurulmuş bir ordu olduğunu, ancak çıkarlarına hizmet eden yerde “akan kanı durdurmak”, “barış ve kardeşliği sağlamak” için harekete geçtiğini gösteriyordu.
ABD, baskı yaparak ve bölgede öldürülen 10 BM askerini sebep göstererek, BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini sağladı. Bunun üzerine katliam daha da şiddetlendi. 100 gün sonunda katliamlar durulsa da bitişi yılları buldu. Katliamlar farklı ölçeklerde sürerken ancak resmi bitiş Demokratik ve Özgürlükçü Ruanda Güçleri’nin (FDLR) 31 Mart 2005’teki soykırımı kınayan ve iç savaşa son verdiğini belirten açıklamasıyla sağlandı.
Yine Afrika, yine Fransa...
Ruanda soykırımı, Afrika kıtası denince adı katliamla anılan Fransa’nın da sorumluluğunda yaşandı. Fransa’nın bölgedeki sömürü çarkları için Hutular’ı desteklediği biliniyordu. Fakat Fransa bu destekle sınırlı kalmayarak kendi tanımıyla “Hutu-Tutsi savaşı”nda taraf olmuştu. Hutular’ın askeri eğitimlerinin, atış talimlerinin Fransa ordusu tarafından yapıldığı yıllar içinde ortaya çıktı. Lojistik ve silah yardımı ise her dönem inkar edildi. Fakat soykırımın ardından ikili ilişkileri aynı tutan Fransa böylece ortaklığını tescilliyordu.
Fransa aradan 20 yıl geçtikten sonra göstermelik bir davayla günahlarını temizliyor. Hutu ordusuna mensup 54 yaşındaki belden aşağısı felç olan eski askeri istihbarat şefi Pascal Simbikangwa, Paris Ağır Ceza Mahkemesi’nde “soykırım ve insanlığa karşı suç işlediği” iddiasıyla yargılanmaya başlandı. Fakat Ruanda devletinin Simbikangwa’yı iade talebini reddetmek bile Fransa’nın tercihlerini özetliyor.
Dönemin Fransa Devlet Başkanı Mitterand “Afrika’da olağan şeyler” diye tanımladığı soykırım için bugüne kadar hiçbir faili yargılamamış, Ruanda soykırımını soruşturan uluslararası mahkemelere teslim etmemişti. Şimdi tek bir failin yargılanmasıyla atılan adım göstermelik bir şov olmanın ötesine geçmiyor.
Fransa devletinin ve diğer emperyalistlerin Afrika’daki sömürü politikalarının bir sonucu olan soykırım aradan geçen 20 yıl boyunca farklı boyutlarda olsa da sürdü. Ve bugün aynı politikalarla Orta Afrika Cumhuriyeti’nde katliamlar yaşanıyor. Katliamları bitirme vaadiyle bölgeye askerini yığan Fransa kendi işbirlikçisini yönetimi getirdikten sonra katliamlara karışmıyor. Afrika kan gölü olmaya devam ederken Ruanda soykırımı bir kez daha asıl sorumluların kim olduğunu gösteriyor.
Ruanda’da olduğu gibi emperyalistler Irak’ta, Libya’da da getirdikleri yeni yönetimlerle bölge kaynaklarını sömürürken geriye mezhep kavgaları, aşiret çatışmaları kalıyor.
Emperyalistlerin egemenliği sürdükçe, işçi sınıfı ve ezilen halklar kendi kurtuluş mücadelelerini yükseltmedikçe nice katliam ve soykırım tarihe yazılacaktır. Ruanda’da, Orta Afrika’da, Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde durum değişmiyor ve değişmeyecek. Ruanda soykırımının üzerinden 20 yıl geçerken gösterdiği olgu budur.