Almanya özgülünde Avrupa’da mesleki eğitim
Sevgili yoldaşlar, bugün aynı zamanda Berlin’de 3 büyük devrimci önderin ölüm yıldönümleriyle ilgili geleneksel yürüyüş düzenlenmektedir. Almanya DGB, her sene olduğu gibi bu sene de devrimci inanç ve kararlılıkla eylemde yer alıyor. Sizleri, şu an LLL yürüyüşünde devrim ve sosyalizme bağlılıkla yürüyen Almanya DGB’li yoldaşlar adına devrimci mücadelenin coşkusuyla selamlıyoruz. Ekim Devrimi’nin 100. yılı vesilesiyle, sınıfın tarihsel misyonu ve devrimci partinin belirleyici rolüne dair bilinçlerimizin tazelendiği bir dönemde, “Devrimci bir sınıf hareketi için mesleki eğitim kurultayı” gerçekleştirmek büyük bir anlam taşıyor. Avrupa’dan devrimci gençler olarak burada olmaktan dolayı sevinçliyiz.
***
Kurultaya, Almanya örneği üzerinden “Avrupa’da mesleki eğitim”in tablosunu sunmak istiyoruz.
Genel olarak eğitim sistemi
Almanya’da dört senelik ilkokul öğretiminden sonra ortaokul eğitimi başlamaktadır. Üç tür ortaokul vardır. Öğrencilerin hangi ortaokula başlayacakları, ilkokuldaki durumları dikkate alınarak, ilkokul yönetimi tarafından belirlenir. Yönetimin diplomadaki tavsiyesine göre öğrenciler, Gymnasium, Realschule, Hauptschule okullarından birine kaydedilirler. Bu aşamadan itibaren gelecek ayırımı başlar.
Gymnasiumlara not ortalaması yüksek öğrenciler alınır. Bu öğrenciler ortaokul 1. sınıftan 6. sınıfa kadar diğer iki okul türüne göre çok daha iyi bir genel eğitim alırlar. Gymnasiumdaki ortaokul öğrenimini başarı ile tamamlayan öğrenciler gene Gymnasium olarak adlandırılan liseye devam ederler. Burada üniversiteye hazırlık başlar. Bu okula öğrencilerin sadece yüzde 25-30 kadarı gitme hakkı kazanır. Esasında çoğu zaman bu okula zengin ailelerin çocukları yönlendirilir. Görünürde ilkokul puanının bir etkisi olsa da gerçekte ilkokul yönetiminin çocuğa verdiği tavsiye tümüyle keyfi gerçekleşir. Böylece yoksul ve yabancı ailelerin çocukları Gymnasiuma nadiren girebilirler.
En düşük puanı olan ortaokul Hauptschuledir. Realschule, Gymnasium ile Haptschule arasında kalır. Söz konusu iki ortaokula, özellikle de Hauptschulelere çoğunlukla yoksul ailelerin çocukları, yabancı ve göçmen işçi çocukları yönlendirilir.
Hem Hauptschule, hem de Realschuleler sadece ortaokul öğrenimi vermektedirler. Demek oluyor ki Haupt ve Realschuleye giden öğrencilerin üniversiteye gidebilmek için çok yüksek puanlar almaları ve Gymnasiumun lisesine başvurmaları gerekir. Hauptschulede verilen genel eğitim çok zayıf olduğu için bu öğrenciler genelde Gymnasiuma geçemezler. Kısacası Hauptschuleden üniversiteye geçiş şansı sözde var gibi görünse de gerçekte hemen hemen yoktur. Realschuleden kabul edilen öğrencilerin sayısı da çok düşüktür, çünkü Gymnasiumda çoğu zaman yer yoktur.
Gymnasiuma geçemeyen Haupt ve Realschule öğrencilerinin %80’i mezun olduktan sonra işçi olarak hayatlarına devam ederler. Denebilir ki bu iki okuldan mezun olanları gelecekte ya kalifiye işçilik ya da meslek yüksek okulunda okuma seçenekleri beklemektedir.
Yaklaşık 6 yıl süren ortaöğretimde, temel/genel eğitimi bir yana koyarsak iş öğretim dersleri çok erken bir zamanda başlar. Hauptschule dediğimiz “temel” ortaokulda öğrenciler daha fazla staj yapmak zorundadırlar ve daha çok iş öğretim dersleri görürler. Buradaki amaç, öbür iki ortaokul türüne göre Hauptshule öğrencilerini çok daha fazla iş hayatına katılmaya zorlamaktır.
Hauptschule ve kısmen de Realschulede öğrenciler okulun bitişi esnasında 1 yıllık bir “Mesleğe Başvuru” dersi görürler. Öğrenciler bu derste bir firmaya nasıl başvurulur, özgeçmiş nasıl yazılır vb. gibi konularda eğitim alırlar, yanı sıra iş fuarlarını ve firmaları ziyaret ederler. Bütün bu özellikleriyle Hauptschuleler Türkiye’deki meslek liselerinin karşılığıdır.
Meslek Lisesi/Mesleki Eğitim
Zorunlu olan ortaokuldan sonra artık genç ya kendine iş bulup meslek eğitimi almadan düşük bir ücretle çalışacak ya da mesleki eğitime başvurup bir mesleğe başlayacaktır. Meslek başvurusu çeşitli bürokratik prosedürlerden oluşur. Öncelikle çok fazla sayıda firmaya başvuru yapılması gerekmektedir. Sonra işe alınma testlerinden geçme ve iş görüşmesinde kendini en iyi şekilde sunmayla devam eder bu işlemler. Ardından üç buçuk sene sürecek mesleki eğitim süreci başlar. Bu üç buçuk sene içerisinde haftada en az bir kere meslek okulunda temel eğitim ve fabrikada öğretilemeyen konular öğretilmektedir. İkili sistem olarak adlandırılan bu eğitimde öğrencilerin zamanlarının yüzde 80’i işyerinde ve yüzde 20’si meslek okulunda geçmektedir. Çırak olarak adlandırılan bu öğrencilerin sayısı 1,3 milyon civarındadır. Üç buçuk sene sonra meslek öğrencisinin ağır bir kalifiye sınavından geçmesi gerekmektedir. Bu sınavlar çeşitli sektörlerdeki meslek odaları tarafından yapılmaktadır. Bu sınavı geçemeyen meslek öğrencisine ya bir sene tekrar hakkı tanınır ya da firma tarafından işten çıkarılır. Ayrıca bu üç buçuk sene içerisinde firmanın prensiplerine göre öğrencilerden meslek okulunda başarılı karne almaları beklenir.
Ortaokuldan sonra bir firmada meslek eğitimi olanağı bulamayan gençler ise meslek lisesinde iki sene eğitim görürler. Bu iki sene içerisinde tercih ettikleri meslek dalı üzerine eğitim alırlar ve en az bir sene bedavaya staj yapmaları gerekir.
***
Avrupa’nın en ileri örneği olarak lanse edilen Alman eğitim sistemi, tüm bu özellikleriyle, içinde birçok sorun barındırmaktadır. Bu sorunların başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz:
1) Eğitimde fırsat eşitsizliği daha ilkokulda başlamaktır. Bu aslında sınıf ayrımına dayalı olan bir eşitsizliktir. İşçi ve emekçi çocukları ile yabancı kökenli çocuklar daha en baştan niteliksiz ilkokullara gitmek zorundadırlar. Şanslı olup da daha iyi okullara gidebilenler ise düzenin zihniyeti ile yoğrulmuş öğretmenler tarafından Hauptschulelere yönlendirilecek öğrenciler olarak görülmektedirler. Bunlar verilerle de desteklenen olgulardır. Örneğin Hauptschulelerdeki öğrencilerin yüzde elliden fazlası göçmen işçi çocuklarından oluşur. Keza Gymnasiumlardaki göçmen işçi çocuklarının oranı yüzde %10’un altında kalmaktadır. İşçi-emekçi ve göçmen çocuklarının sınıfta kalma ihtimali 3 kat daha fazladır.
2) Sosyal yardım almak zorunda olan ailelerin çocukları iş kurumu tarafından çalışmaya zorlanmakta, üniversiteye gitmelerinin önü kesilmeye çalışmaktadır. İş kurumlarındaki görevliler, sosyal yardım ödeneğini adeta şantaj aracı olarak kullanmakta, Gymnasiumları başarıyla bitiren ve üniversiteye devam edecek gençlere dahi iş bulmayı ve çalışmayı dayatmaktadırlar.
3) Hauptschulelerde ve sonrasında devam edilen iki yıllık meslek liselerinde gerçek bir eğitimden söz etmek mümkün değildir. Bu okullarda gençliği yozlaştıran, bilincini tümden körelten, serseriliğe iten, sorunlu hale getiren sözde bir eğitim anlayışı geçerlidir. Bu okullardaki gençler, düzenin ayrımcı eğitim politikaları doğrultusunda sürekli bir aşağılanma ve horlanma duygusuyla yetişmektedirler. Amaç, geleceğin fabrika işçisini düzenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmektir. Özgüveni sürekli yıkıma uğramış, dışlanmışlık duygusunu içselleştirmiş genç işçiye aslında patronu, müdürü, amiri karşısında kolayca boyun eğen, onları üstün gören bir kişilik aşılanmaktadır.
4) Büyük bölümü hauptschulelere yönlendirilen göçmen işçi-emekçi çocukları, ayrıca çocukluk yıllarından itibaren eğitim hayatları süresince ırkçılık ve yabancı düşmanlığına maruz kalmaktadırlar. Bu ister istemez karşıt bir tepki yaratmakta, geleceğin işçisinde sınıf eksenli ayrım yerine, kimlik temelinde bir saflaşma zihniyetine yol açmaktadır.
5) Bir fabrikada meslek yapan genç işçiler genelde yoğun baskıya maruz kalırlar. Patron baskısına sınavı geçememek, işten atılma korkusu ve maddi sıkıntılar eklenir. Mesleki eğitim alan bir genç, dalına göre değişmekle birlikte, ortalama ayda 500 avro maaş alır. Bu parayla Almanya’da yalnız yaşamak imkansızdır. Zira şehrine göre değişse de ev kiraları en düşük 400 avrodan başlamaktadır.
***
Mesleki eğitimde bütün aşamaları tamamlayan genç işçiyi sonunda bekleyen akıbet ise dünyanın nispeten az gelişmiş ülkelerindekinden pek farklı değildir. En büyük sorun iş bulamamak ve işsizliktir. Bunun ardından gelen ikinci seçenek, geçici sözleşmeli bir iş bulabilmektir. Giderek yaygınlaşan taşeron ve kiralık işçilik sisteminin kölesi olmak, genç işçiyi bekleyen diğer bir seçenektir. Mesleki eğitimi bitirmiş genç işçiler çoğu zaman iş bulamazlar. Mesleki eğitimi görüp de aynı işyerinde işçi olarak çalışan gençler şanslı sayılmaktadır. Zira yapılan istatistiklere göre, mesleki eğitimi bitirenlerin yalnızca yüzde %50’si aynı işletmeye işçi olarak alınmaktadır. İşçi olarak devam etseler bile, iş sözleşmelerinin geçici süreli olması genç işçilere hiçbir zaman rahat vermez. Almanya’da ortalama bir genç işçi her iki senede bir işyerini değiştirmek zorunda kalır. İş bulamayan gençler ise taşeron firmalarına başvururlar. Taşeron işçilikte otuz yaş altında olan işçilerin oranı yüzde 40’tır.
Bu tablo, kapitalizmin en gelişmiş merkezlerinden biri olan Almanya’da, mesleki eğitim alanındaki gençlere dayatılan geleceksizliğin kısa bir özetidir aslında. Bu durumun genç işçiler arasında alttan alta sürekli bir tepki mayaladığından kuşku duymamak gerekir. Yaşam, eğitim ve çalışma koşulları ister istemez genç işçileri mücadeleye itmektedir. Dolayısıyla mesleki eğitimdeki genç işçiler sınıf mücadelesinin öne çıkmaya aday dinamiğini oluşturmaktadır. Nitekim metal sektöründe 75 bin işçinin sürdürmekte olduğu grevde küçümsenmeyecek bir oranda genç işçi yer almaktadır. Halihazırda en büyük eksiklik alana yönelik sistemli devrimci faaliyettir. Gençlik çalışmamızda gelişme kaydettikçe, bu önemli alana dair görevlerimizi de başarıyla yerine getirebileceğimize inanıyoruz. Devrimci gençlik olarak, yaşadığımız her ülkede devrimci sınıf hareketini geliştirmek için sorumluluklarımıza sahip çıkacak, devrimin bayrağını kapitalizmin burçlarına dikeceğiz.