Georgia Meloni’nin “İtalya’nın Kardeşleri” (FdI), Matteo Salvini’nin Lega’sı ve eski başbakan Silvio Berlusconi’nin Forza Italia’sının (FI) ırkçı-faşist ittifakı seçimlerden birkaç gün önce ülkeyi önümüzdeki beş yıl boyunca yöneteceklerini duyurmuşlardı. İtalya’daki seçimlerle ilgili anketler de bunu öngörüyordu. Koalisyonun öngörüsü doğrulandı. 25 Eylül günü yeni hükümeti ve parlamentoyu seçmek için sandık başına giden seçmenler, ırkçı-faşist bloka verdikleri yüzde 44 oyla genel seçimleri kazandırdı. Giorgia Meloni’nin liderliğindeki “İtalya’nın Kardeşleri” yüzde 26’ya varan oy oranıyla büyük başarı sağladı. Böylece Mussolini’nin mirasçıları II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ilk kez İtalya’da iktidara gelmiş oldu.
Faşist diktatörlüklerin ikinci emperyalist paylaşım savaşında yıkılmasından sonra bile faşizmin çok zayıfta olsa örgütsel varlığını ve etkinliğini sürdürdükleri ülkelerden biri İtalya oldu. Faşizmin ikici cephesi olan bu ülkede, 1946’da Hıristiyan demokratlar tarafından çıkarılan af yasasıyla faşistler affedilip aklandı. Bu gelişmenin ardında Mussolini’nin takipçeleri harekete geçip faşistlerin çekim merkezi haline gelecek olan 1946’da İtalyan Sosyal Hareketi’ni (MSİ) kurdular. Mussolini’nin faşist artıkları, MSİ’nin dışında da irili ufaklı bir dizi örgütlenmelere giderek faşist geleneği kesintiye uğratmadan sürdürdüler ve bunu büyüterek bugünlere taşıdılar.
Hem Temsilciler Meclisi’nin hem de Senato’nun bileşiminin yeniden belirleneceği erken seçimler, önceki Başbakan Mario Draghi’nin istifasının ardından yapıldı. Her ne kadar anketler neo-faşist Fratelli d’Italia (FDI) partisinden Giorgia Meloni liderliğindeki ırkçı kampın zafer kazanacağını tahmin ediyorduysa da Benito Mussolini’nin iktidara gelmesinden yüz yıl sonra, onun varislerinin yeniden iktidara geleceği ihtimali gerçekçi görünmüyordu. Zira birkaç yıl önce son derece küçük (2018’de yüzde dört) ve marjinal bir partiydi söz konusu olan. Meloni’nin öncülüğündeki kampın zaferi, onlara muhtemelen Temsilciler Meclisi’ndeki 400 sandalyenin 235’ini ve Senato’daki 200 sandalyenin 115’ini verecek.
Kapitalist düzenin çok yönlü bunalımı, klasik burjuva, liberal ve sosyal demokrat partilerin her yerde olduğu gibi İtalya’da da hareket alanını oldukça daraltmış bulunuyor. Çok yönlü kriz koşullarına ve bunun yarattığı sonuçlara parelel olarak bu partilerin toplumsal-sosyal sorunlara ilişkin söylemleri, sahte vaatleri ve sunulamayan radikal çözüm önerileri emekçiler nezdinde karşılık bulmuyor. Dolaysıyla devasa sorunlar karşısında bu partiler işlevsiz kalmış bulunuyorlar. İzledikleri politikalar inandırıcı bulunmuyor. Zira Irkçı, aşırı sağ ve faşist partilerden temelden farklı bir konumda bulunmuyorlar, temel sorunlarda aynı zeminde buluşuyorlar. Sorunlarda bunalan İtalya emekçileri bu durumda radikal çözümlere eğilim göstermekte, ırkçı-faşist politikaların yedeğine düşebilmektedirler. Meloni liderliğindeki kalisyonun seçimlerde başarıyla çıkmasının gerisinde aynı zamanda bu faktörlerde vardır.
Sosyal demokrasinin kalesi kabul edilen İsveç’te 11 Eylül’de yapılan genel seçimlerde neo-Nazi geleneğe sahip olan “İsveç’in Demokratları Partisi” (SD) zaferle çıkmıştı. Bunu, İtalya’daki neo faşist bir liderin öncülüğündeki ırkçı-faşist koalisyonun seçim zaferi izledi. Her iki ülkedeki iki sonuç da “aşırı sağ popülizm’in ya da faşizmin yükselişi” ve “göçmen karşıtlığına” ilişkin bir dizi tartışmaları ve nedenlerini anlama çabasını gündeme getirmiş bulunuyor. Zira ırkçı partilerin ve neo-faşist hareketin giderek güç kazanması, uzun yıllardan beridir Avrupa’daki en belirgin siyasal gelişmelerden biridir. Bir dizi siyasal gelişmelerin yanı sıra söz konusu partilerin zaman zaman oy oranlarında yaşadığı patlama ve seçim başarıları bunun dolaysız kanıtlarıdır. Dolaysıyla faşizmin giderek bir tehdit haline geldiği, önemli tartışma başlıklarından biridir.
Neo-faşist kimlik, şoven-milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı
Kendisini “Kadın, anne, İtalyan, Hıristiyan” olarak tanıtan ve Mussolini’nin sloganı olan “Tanrı, aile, vatan’’ı savunmayı vaat eden Meloni, Mussolini’ye hayranlığıyla bilinen bir politikacıdır. Siyasi yükselişine, henüz 15 yaşında bir öğrenci iken 1946’da Benito Mussolini’nin takipçileri tarafından kurulan neo-faşist bir parti olan İtalyan Sosyal Hareketi’ne (MSI) bağlı Fronte della Gioventù’ya (Gençlik Cephesi) katılmasıyla başladı. Daha sonra aşırı sağ “Ulusal İttifak”ın öğrenci birliğine liderlik etti ve 2006 yılında İtalyan Parlamentosu Temsilciler Meclisi’ne seçildi. 2008‘de İtalya’nın en genç bakanı oldu ve 31 yaşında Berlusconi hükümetinde gençlik bakanlığını devraldı. Bu neo-faşist, seçim sonrası konuşmasında, seçim zaferini “hedef değil, başlangıç” olarak tanımladı. Twitter’da görevinin şimdi “ulusun onurunu ve gururunu restore etmek” olduğunu yazdı.
Meloni, Fratelli d’Italia Partisi’ne yapıştırılan “post-faşist” etiketinden kurtulmaya çalışıyordu. “Faşizm nostaljisinin” partisinde yeri olmadığını açıkladı. Konuşmalarında AB’yi ve Brüksel’deki “küreselci” mali seçkinleri veya “yüzsüz bürokratlar”ı eleştiriyordu. Mario Draghi’yi potansiyel “Fransız-Alman İtalya işgalinin yeni Truva Atı” olarak suçluyordu. Kendisini Kuzey Afrika’dan gelen göçmen teknelere, kürtaj haklarına, Müslüman ülkelerden gelen “kitlesel göç”e karşı konumlandırıyor. Göçmen nefreti ve komplo düşüncesi, FDI propagandasının ana motifidir ve tartışmasız en başta popülaritesini borçlu olduğu konudur. Sosyal yardım alırken İtalyanlara öncelik verilmesi gerektiğini savunmaktadır. “Toplumsal cinsiyet normlarına inanmıyorum, LGBT bireyler toplumun yapısını bozuyor” inancında olan Meloni, “LGBT lobisine karşı” polisin daha sert önlemler alacağını da vaat ediyor. AB hukukunun ulusal hukuka geri getirilmesini istiyor. Birlik yerine güçlü ulus devletler savunuyor.
Ancak tüm bunlara rağmen Meloni, Ukrayna savaşına karşı tutumunda diğer Avrupa sağcı partilerinden farklıdır. O, açık bir şekilde Kiev’in yanında yer almıştır ve diğer şeylerin yanı sıra ülkeye silah teslimatını savunmuştur. İtalya’nın NATO müttefiklerine ve uluslararası finans piyasalarına güven vermek için dört dilden bir video bile yayınladı. Dolayısıyla Meloni, İtalya sermaye sınıfının da bir tercihi olarak Mario Draghi’nin kemer sıkma politikasını sürdürmeye, Avrupa Birliği’ne, NATO’ya ve Rusya’ya karşı savaşa bağlılık göstermektedir. Koalisyon ortaklarının tutumunun yarattığı sıkıntılar farklı olsa bile... Zira hem Matteo Salvini hem de Silvio Berlusconi, en azından seçimlerden kısa bir süre öncesine kadar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ateşli hayranlarıydı ve yaptırımların yanı sıra Kiev’e silah teslimatına da karşıydılar.
Politik iklim ve sosyal demagoji
Peki nasıl oluyor da İtalyan halkı ideolojik kökleri faşizmde olan ve parti logosunda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İtalya’nın neo-faşistlerinin sembolü olan üç renkli alevi taşıyan bir partiye oy verebiliyor? Soruyu, “Mussolini diktatörlüğünün terörü, savaş suçları, ırkçı yasaları ve siyasi zulmü İtalya’da pek ciddiye alınmadı” diye yanıtlayanlar da var. İtalya’da aşırı sağcıların, ırkçıların ve demokrasi düşmanlarının olduğuna inanmış olanların oranının çok az olduğu yanıtını verenler de var. Sorunun gerçek yanıtını ise, ekonomi başta olmak üzere çoklu krizlerin, pandemi ve Ukrayna savaşının yol açtığı sosyal ve politik iklimden aramak gerekir. Zira “... faşist örgütlenmenin pervasızca teşvik edilmesi burjuvazinin elindeki son karttır. Faşizmin, geçmişteki geçim, iş güvencesini, böylelikle de bugünün düzenine dair inancını sıklıkla şimdiden yitirmiş geniş kitleler üzerindeki sürükleyici ve ateşleyici bir etkiye sahip olduğun”u görmek gerekir. (Komintern 4. Kongresi)
Kapitalist sistemin yol açtığı çok boyutlu sosyal yıkımdan bunalan, yokluğun ve yoksunluğun pençesinde kıvranan ve bunun için de sosyal hoşnutsuzluğu büyüyen işçi ve emekçi kitleler çıkış arayışına yönelmektedir. Iırkçı-faşist akım/partiler yabancı düşmanı ırkçı söylemlerle ve ekonomik, sosyal ve politik sorunların demagojik olarak başarılı kullanımıyla emekçilerin arayışını kucaklamaya çalışmaktadırlar. Devrimci bir seçeneğin olmadığı bugünkü koşullarda bunda başarı sağladıkları da görülüyor. Enerji fiyatlarının yükseldiği, enflasyonun arttığı, işsizliğin, geleceksizliğin, yoksulluğun, toplumsal ve sosyal sorunların büyüdüğü bugünkü İtalya’da, Meloni’nin “İtalya’nın Kardeşleri” ve koalisyonu kendini bir seçenek, bir gelecek perspektifi olarak emekçi kitlelere sunmayı başarmış bulunuyorlar.
Kapitalizmin dolaysız bir ürünü olan ırkçılık ve faşizmin, Avrupa ülkelerinde güçlenmesi tesadüf değildir. 20. yüzyılda faşizmi iktidara taşıyan koşullar bugün de giderek olgunlaşmaktadır. Kapitalizm buna potansiyel olarak gebe olduğu gibi kapitalizmin günümüzdeki aşılamayan krizi ve onun yol açtığı çok yönlü toplumsal ve sosyal yıkım, büyüyüp derinleşen sorunlar yığını, onu güçlendiren nesnel zemindir. Özetle, geçmiş yüzyılda faşist hareketi iktidara taşıyan koşulların hemen hepsi bugünkü ağır kapitalist buhran koşullarında da mevcuttur ve tekelci burjuvazi krize bir yanıt olarak onu bizzat hazırlamaktadır.