Hong Kong’daki gelişmeler yaklaşık altı aydır uluslararası gündemden düşmüyor. Asya Pasifik’te dev bir finans merkezi ve dünya deniz ticaretinin en önemli merkezlerinden biri olan 7,5 milyonluk bu mega kent, altı aydır uluslararası gündemin önemli konularından biri olmayı sürdürüyor. Hong Kong’daki gelişmeler Pekin’deki Çin merkezi hükümetinde siyasi gerilim yaratmaya devam ediyor. Gösteriler hızını kesmiş olsa da ara ara yeni hamlelerle kendini hissettiriyor. Çin Merkezi yönetimi göstericilerin taleplerini “makul” görmediği için ufukta bir çözüm de gözükmüyor.
ABD, İngiltere ve diğer emperyalist odaklar da gösterileri taze tutmak ve yeni motivasyonlar kazandırmak için her türlü yönteme baş vuruyorlar. Bu kirli yöntemlerden biri geçtiğimiz günlerde basına yansıdı. Yerel basında çıkan haberlere göre, Çin’in Hong Kong Özel İdare Bölgesi’nde hükümet karşıtı eylemleri finanse eden, 2016’da kurulduğu belirtilen, gösterilere para topladığını iddia eden Spark Alliance adlı platformla bağlantılı 4 kişinin, kara para aklama iddiasıyla gözaltına alındığı bildirildi. Tutuklanan kişilerin paravan şirketler aracılığı ile kara para aklamanın yanı sıra zimmete para geçirdikleri de iddialar arasında. Bu nedenle Spark Alliance’ın 10 milyon dolarlık fonunun dondurulduğu belirtildi.
Bu kirli hesap ve oyunları anlamak için, devam eden protestolara ve Hong Kong “krizi”ne yakından bakmak bir ihtiyaçtır. Öncelikle “Hong Kong’da anakara Çin’den farklı olan nedir?” sorusuna yanıt vermek gerekiyor. Ve bu soruya kısaca “Neredeyse her şey farklı” diye yanıt verilebilir.
Hong Kong’da, basitleştirilmiş Çince yerine uzun karakterler kullanılıyor. Hong Kong Çincesinin yanı sıra 150 yıllık İngiliz sömürgeciliğinden kalma İngilizce de resmi dil olarak kullanılıyor. Bunun yanı sıra, Hong Kong’daki birçok şey hala “çok İngiliz”dir. Trafik İngiltere’de olduğu gibi soldan akar. Hong Kong’da kendisine has para birimi olan Hong Kong doları kullanılmaktadır.
“Anavatan” Çin’den farklı olarak Hong Kong’da özel mülkiyet ve mülkiyetin korunması anayasal güvenceye alınmıştır. Anayasada basın ve ifade özgürlüğünün garanti altında olduğuna ek olarak, din de anayasal statüye sahiptir. Hong Konglular Çin vatandaşıdır, ancak Hong Kong Özel İdare Bölgesi pasaportuna sahiptirler. Bu pasaportla, Almanya dahil olmak üzere Avrupa’daki Schengen ülkelerine vizesiz seyahat edebilmektedirler. Çin pasaport sahipleri ise bu ülkeler için vizeye tabi tutulmaktadırlar. Ayrıca anakara Çin’le Hong Kong arasında karşılıklı gümrük ve pasaport kontrolleri de bulunmaktadır.
“Bir ülke, iki sistem”
Uluslararası anlaşmadan kaynaklı olarak İngiltere’nin Hong Kong üzerindeki hakimiyeti 30 Haziran 1997’de sona ermişti. İngilizler istemeye istemeye “taç” kolonilerini Çin’e teslim etmek zorunda kaldılar. O tarihten bu yana da Hong Kong “bir ülke, iki sistem”le yönetilmektedir. O ünlü “bir ülke, iki sistem” buluşu(!) Mao’dan sonra Çin Komünist Partisi’nin başına çöreklenen, kapitalist yolcu Deng Şiaoping ve tayfasına aittir. 1982’de Deng Şiaoping, Hong Kong’u Çin’in kapitalist dünyaya açılan penceresi yapmak istediği için, “Bir ülkede iki sistem uygulanabilir ve buna izin verilebilir” dedi ve bunu uygun adımlar attı. Hong Kong’a özel “bir ülke, iki sistem”in anayasası, Deng Şiaoping tarafından görevlendirilen bir kurul tarafından kaleme alındı. 19 Şubat 1997’de ölen Deng Şiaoping’in ömrü “eserini” görmeye yetmese de, “eseri” ölümünden bir kaç ay sonra Pekin Halk Kongresi tarafından onaylandıktan sonra, 1 Temmuz 1997’de yürürlüğe girmişti.
50 yıllık dönem
Hong Kong anayasasının 5. maddesi, sosyalizmin Hong Kong’da uygulanmayacağını öngörmektedir ve devamında şu ifadeye yer verilmektedir: “Kapitalist sistem ve yaşam tarzının 50 yıl boyunca değişmeden kalacağı garanti edilir.” Bu elli yıl 30 Haziran 2047’de sona eriyor.
Hong Kong’da Çin’e karşı batılı emperyalist merkezler tarafından desteklenen ve hatta finanse edilen gösteriler başlangıçta belki de bir takım masumane haklı talepler için çıkmış olsa da gelinen aşamada olaylar bunlar üzerinden emperyalist odaklar arası bir çekişmeye dönüşmüş bulunuyor. Gösterilerde taşınan ABD ve İngiltere, hatta Almanya bayrakları, göstericilere sağlanan 10 milyon dolarlık fonlar -ki bunlar basına yansıyanlar- bunu gözler önüne sermeye yetiyor da artıyor.
Çin merkezi hükümeti temsilcisi, 2017 yılında Hong Kong’da, Hong Kong Özel İdare Bölgesi’nin 20. yılını kutlama törenlerinde yaptığı konuşmada, “bir ülke, iki sistem” in değişmeyeceğine vurgu yaparken, “kapitalist sistem ve yaşam tarzının” 2047’den sonra da aynen süreceğini belirtmişti. Çin merkezi hükümetinin yanı sıra, Hong Kong’un eski meclis başkanı Jasper Tsang Yok-Sing de, “2047’den sonra da ‘bir ülke, iki sistem’ uygulanmaya devam edecek” dese de, maraza çıkarmak isteyen emperyalist merkezler ve emperyalist odaklarca kullanılmaya açık hale gelen göstericiler, 2047’de “özgürlüklerinin” tamamen ellerinden gidebileceğinden dem vurarak, hızını kaybetmiş gösterilere yeni motivasyonlar kazandırmaya çalışıyorlar.
1997’den beri Çin Halk Cumhuriyeti’ne özerk statüsüyle bağlı olan Hong Kong’da bugün yaşananlar, Hong Kong ve Çin arasında cereyan etmekle birlikte emperyalist hegemonya kavgasıyla da ilişkili. Nitekim Hong Kong’daki gelişmeler, özellikle de Çin’i ABD ve İngiltere ile karşı karşıya getirmeye devam etmektedir. Bir yandan Çin diğer yandan ABD, İngiltere ve diğer batılı emperyalist odaklar Hong Kong Özerk Bölgesini kendi yayılmacı emelleri uğruna her türlü kirli yol ve yönteme baş vurarak kullanma çabasındalar. Spark Alliance skandalı da bunun ayrıntılarından biridir sadece.
Hong Kong ‘krizi’ ve nedenleri yerli yerinde duruyor. Çin ve diğer emperyalist odaklar sorunu çözmek bir yana, daha da karmaşık hale getirmeye devam ediyorlar. Çin Halk devriminin 70. yılını geride bıraktığımız şu günlerde Çin Halk Devrimi’nin önderi Mao’nun şu değerlendirmesi tüm güncelliğini koruyor:
“Sınıf mücadelesi, asla sona ermiş değildir. Proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesi, çeşitli siyasi güçler arasındaki sınıf mücadelesi, proletarya ile burjuvazi arasında ideolojik alandaki sınıf mücadelesi uzun ve zorlu olmaya devam edecek ve hatta zaman zaman çok keskinleşecektir. Proletarya dünyayı kendi dünya görüşüne göre değiştirmeye çalışmaktadır, burjuvazi de öyle yapmaktadır. Bu açıdan sosyalizmin mi, kapitalizmin mi kazanacağı sorunu henüz gerçekten çözülmemiştir.” (Mao Zedung, Halk İçindeki Çelişmelerin Doğru Ele Alınması Üzerine, 27 Şubat 1957, Cilt 5, s. 444-445)
Sorun uzun süre de çözülecek gibi görünmüyor. Çözüm, Hong Kong işçi ve emekçileri ile Çin işçi ve emekçilerinin kader birliğinden geçiyor.
1949’da Çin Halk Devrimi ile, Çin gibi devasa bir ülkeyi orta çağ karanlığından ve kölelikten kurtararak modern bir topluma dönüştüren dinamikler, gelinen aşamada devasa bir güce, emekçilerin yanı sıra 300 milyonluk bir sanayii proleterleri kuvvetine ulaşmış bulunuyor. Yalnızca Hong Kong’un ve Çin’in değil, batılı ünlü akademisyenlerin de dediği gibi, dünyanın geleceği de bu devasa proletarya ordusunun ne yapacağına bağlıdır.