2024 yılı, Güney Kore'nin “modern tarihinde” önemli bir dönüm noktası olarak kayda geçti. Aralık ayında, Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol’un sıkıyönetim ilan etmesi ve bu adımın tetiklediği siyasal gelişmeler, ülkenin siyasi “istikrarını”, ekonomik “güvenirliğini” ve “uluslararası konumunu” ciddi biçimde sarstı. Bu kriz hem iç siyasetteki gerilimleri artırdı hem ülkenin “demokratik” geçmişine yönelik tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Başkan Yoon, 3 Aralık 2024’te yaptığı bir açıklamayla Kuzey Kore’nin “komünist tehditlerine” karşı ülkenin özgürlüğünü korumak amacıyla sıkıyönetim ilan ettiğini duyurmuştu. Yani Yoon’a göre darbeye giden yolun motivasyonu “dış güçler.” Darbe, orduya geniş yetkiler tanıyor, basın özgürlüğünü kısıtlıyor ve siyasi faaliyetleri yasaklıyordu. Yoon, bu adımı “özgür bir cumhuriyet” için “zorunlu bir önlem” diye nitelendirdi. Ancak bu girişim, Güney Kore kamuoyunda derin bir öfkeye yol açtı. İşçi sınıfı darbe girişimini reddederek sokaklara çıktı. John Locke, "Halkın sesi, Tanrı’nın sesidir; fakat bu ses susturulduğunda, despotların yankısı duyulur" der. “Tanrı’nın sesi olan halkın sesi”nin çıkmayacağını varsayan darbeci Yoon’un nasıl da yaman bir yanılgı içinde olduğu görüldü ve darbe sokakta püskürtüldü. Ardından Parlamento üyeleri, muhalefet partileri, demokratik kitle örgütleri ve halk, bu hamleyi “demokratik değerlere saldırı” olarak değerlendirdi ve despotların sesinin yankılanmasına geçit vermedi.
Sokağın kararlı duruşu karşısında Parlamento, sıkıyönetim kararını reddetti, Başkan Yoon’un bu yetkisini anayasaya aykırı buldu ve derhal kaldırılmasını sağladı. Hatta Yoon’un kendi partisinden 18 milletvekili de sıkıyönetim kararına karşı oy kullandı. Böylece, tarihin en kısa süren darbesi üç günde son buldu.
Yoon’un sıkıyönetim ilanındaki asıl motivasyon “dış tehditler” değil, iç siyasette yaşadığı zorluklardı. Nitekim 2022 başkanlık seçimlerini kıl payı kazanan Yoon, göreve başladığı andan itibaren düşük onay oranları ve artan muhalefetin baskısı altında kaldı.
Derinleşen ekonomik krizin “hükümetin ekonomi yönetimindeki başarısızlıkları” olarak sokağa yansıması, bütçe anlaşmazlıkları ve Yoon’un eşine yönelik yolsuzluk iddiaları, sokağın özgüvenini daha da artıran etkenlerdi. Bu süreçte, krizin yükünün işçi ve emekçilere fatura edilmesiyle yaşanan memnuniyetsizlik de hükümete yönelik tepkileri artırdı. 2024 yılı sonuna gelindiğinde, Başkan Yoon’un görev süresi, anayasal krizle sonuçlanan yoğun bir siyasi çekişmeyle son buldu. Aralık ortasında Parlamento, Yoon’un görevden alınması yönünde karar aldı. Bu süreç, Yoon’u Güney Kore tarihinde görevden alınan nadir devlet başkanlarından biri yaptı. Görevden alınmasının ardından, geçici olarak Başbakan Han Duck Soo devlet başkanlığı görevini üstlendi. Ancak Han da kısa süre içinde anayasaya aykırı adımlar atmakla suçlandı ve 27 Aralık’ta parlamento kararıyla görevden alındı. Kriz, Maliye Bakanı Choi Sang Mok’un geçici lider olarak görevi devralmasıyla yeni bir dönemece girdi.
Siyasi istikrarsızlık, Güney Kore ekonomisini de derinden sarstı. 2023 yılının son çeyreğinde Güney Kore para birimi Wonu dolar karşısında son 15 yılın en düşük seviyesine geriledi. Hükümet, finansal piyasaları desteklemek için sınırsız likidite sağlama taahhüdünde bulunsa da bu adımlar piyasalardaki güveni geri getiremedi. Ayrıca, sıkıyönetim ilanı sırasında ekonomik faaliyetlerin sekteye uğraması, ülkenin iş ortamını daha da kötüleştirdi. Güney Kore’nin 1980'lerden bu yana yakaladığı ekonomik “istikrar”, bu dönemde ciddi bir sınavla karşı karşıya kaldı.
***
Güney Kore’nin siyasi tarihine bakıldığında, sıkıyönetim ilanları ve askeri müdahaleler önemli bir yer tutar. Ancak 1987’de “demokrasiye” geçişle birlikte, ülkede “barışçıl” hükümet değişimlerinin önü açılmış ve sıkıyönetim uygulamalarının tarihe karıştığı ilan edilmişti. Yoon’un 2024’teki darbe girişimi, kapitalist sistem tarafından örnek gösterilen Güney Kore “demokrasisinin” hem iç siyasette hem de uluslararası alanda irtifa kaybetmesine yol açtı. Öte yandan, Kuzey Kore ile ilişkiler de bu krizden olumsuz etkilendi. Kuzey Kore’nin darbe girişimine vesile edilmesi haklı olarak Kuzey Kore’nin yüksek perdeden tepkisine neden oldu.
Güney Kore’nin yaşadığı ve hala içinde bulunduğu bu kriz, yalnızca ekonomik boyutlarıyla değil, aynı zamanda Batı’nın örnek gösterdiği “demokratik değerlerin” sınırlarını da gösterdi. Bir mahkeme Yoon’un tutuklanıp yargılanmasına karar vermiş olsa da ancak 48 saat sorgu için tutulabilecek. Anayasa Mahkemesi hala bir karar vermiş değil. Eğer Anayasa Mahkemesi Yoon’un Parlamento tarafından görevden alınmasıyla ilgili kararını onaylarsa, ülke iki ay içinde yeni bir başkanlık seçimine gitmek zorunda kalacak. Bu süreç, Batı’nın 1987’den bu yana “örnek demokrasi” olarak lanse ettiği Güney Kore siyasetinde köklü değişimlere yol açmasa da işçi ve emekçiler nezdinde bu sistemin, gösterilmek istendiği kadar “örnek” bir demokrasi olmadığı açıkça görülmüştür.
Friedrich Engels’in “Tarih, sınıflar mücadelesinin bir alanıdır; halk, haklarını ancak mücadele ederek kazanır ve korur” sözünde belirttiği gibi, Güney Kore’nin işçi ve emekçileri, sosyal ve demokratik haklarını ne yeni bir seçimle ne de başka bir başkana havale ederek elde edebilir ya da sürdürebilir. Bu haklar, ancak ve ancak kararlı bir mücadeleyle kazanılır ve korunabilir.