Günümüz dünyasında insanlık, emperyalist kapitalist sistemin ürettiği çok boyutlu ve sonuçları öngörülemeyen krizlerle karşı karşıya bulunuyor. Sınıflar, ülkeler ve kıtalar arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizlikler benzeri görülmemiş şekilde derinleşiyor. Her alandaki etkileyici bilimsel ve teknolojik gelişmeler, uluslararası şirketlerin kasalarını doldururken gezegenin mülksüzleştirilmiş çoğunluğunun hayatını daha da zorlaştırıyor. Kapitalist düzende üretilen servetin eşitsiz bölüşümünden dolayı bir tarafta aşırı zenginlik, diğer tarafta derin yoksulluk eş zamanlı bir şekilde artıyor. Bağımlı ülkelerin dış borç yükü ağırlaşıyor, sağlık ve eğitim hizmetlerinde sorunlar derinleşiyor, gıda ve enerji sıkıntısı artıyor. Küresel çapta ise jeopolitik gerilimler, bölgesel çatışmalar, küresel ısınma, iklim değişikliğine bağlı olarak kuraklık ve seller giderek daha yıkıcı sonuçlar yaratıyor. Tüm bu sorunlar yumağının olumsuz etkileri yoksul ülkelerde derinden hissediliyor.
Çok sayıda küresel sorundan en fazla zarar görenlerin Güney ülkeleri olduğu konusunda bir tartışma bulunmuyor. Yoksulluğun daha da arttığı ilgili ülkeler, başını ABD’nin çektiği Batı’nın Rusya ve Çin’e karşı yürüttüğü güç mücadelesinde taraf olma konusunda yoğun bir baskı altındalar. Öte yandan Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin yükselişi, onları işbirliği yapacakları tarafı seçmeye zorluyor. Bu arada ABD’nin tek kutuplu dünya hakimiyetinin giderek zayıflaması, Çin-Rusya kutbunun ise güçlenmesi bu ülkelere bazı manevra alanları da açıyor.
Emperyalist kapitalist sistemin tablosu bu iken Covid-19 salgınından arta kalan sorunlar, Rusya-Ukrayna savaşının olumsuz etkileri, ABD-AB cephesinin Rusya’ya karşı yürüttüğü ekonomik savaşın yarattığı sıkıntılar da eklendi. Bu koşullarda toplanan G77 zirvesinin gündemi yoğundu.
Küba’nın başkenti Havana’da 15 Eylül’de başlayan ve iki gün süren G77 zirvesinin ana gündemini, “bilimin, teknolojinin ve inovasyonun kalkınmadaki rolü” oluşturuyordu. Zirveye, Afrika, Asya ve Latin Amerika’dan yaklaşık 30 devlet ve hükümet başkanın yanı sıra 100’den fazla ülkenin ve BM’ye bağlı kuruluşların temsilcileri katıldı. İki gün boyunca “Kalkınmadaki güncel zorluklar; bilim, teknoloji ve yeniliğin rolü” konusunda tartışmalar yürütüldü. Açılış konuşmasını yapan Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel, ABD’nin 60 yılı aşkın süredir Küba’ya uyguladığı ablukadan/ambargodan kaynaklı olarak zirvede karşılaştıkları eksiklikler nedeniyle katılımcılardan özür diledi.
***
G77, 1964 yılında Küresel Güney’den 77 devlet tarafından, “çıkarlarını uluslararası düzeyde daha iyi desteklemek, temsil etmek amacıyla” kuruldu. Şimdi ise dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 80’ini temsil eden 134 ülkeyi kapsıyor. 1990’larda ayrılan Meksika, G77’ye yeniden kabul edilmek için başvuruda bulundu. İki günlük zirveye BM Genel Sekreteri António Guterres de katıldı. Güney ülkelerinin “küresel krizlerin ortasında kalmış” olduklarını söyleyen Guterres, “Daha temsili ve gelişmekte olan ekonomilerin ihtiyaçlarına daha duyarlı” bir dünya düzeni çağrısında bulundu.
Gelişmekte ve yükselmekte olan ülkelerdeki ekonomik sorunların çeşitli krizler nedeniyle zirveye ulaştığı ifade ediliyor. G77 ülkeleri bunun nedeni olarak jeopolitik gerilimleri, artan enflasyonu, finansal krizleri, koronavirüs salgınının sonuçlarını ve biyolojik çeşitlilik kaybını gösteriyor. Grup, “Uluslararası finansal mimaride kapsamlı bir reforma ve küresel finansal yönetişime yönelik daha kapsayıcı ve koordineli bir yaklaşıma yönelik acil ihtiyacın” altını çiziyor.
***
“Bilimin, teknolojinin ve inovasyonun kalkınma süreci için önemi” konularını ele alan zirve, “yeni bir dünya ekonomik düzeni yaratma” çağrısıyla sona erdi. Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodríguez önceden yaptığı açıklamada, zirvenin sonuç bildirgesinde “Giderek dışlayıcı, haksız, adaletsiz ve sömürücü uluslararası düzende” “kalkınma hakkının” vurgulanacağını söyledi. 46 maddeden oluşan sonuç bildirgesinde üyeler, esas olarak daha adil bir uluslararası ekonomik ve sosyal düzenin uygulanmasını istediler.
Zirvenin ele aldığı temalar arasında mevcut uluslararası ekonomik düzenden kaynaklanan temel zorluklar ve küresel finansal yönetişime yönelik daha kapsamlı ve eşgüdümlü bir yaklaşımla küresel finansal mimaride kapsamlı bir reform yapılmasına yönelik acil ihtiyaçlar yer alıyor. Açıklamada, gelişmekte olan ülkelere karşı tek taraflı yaptırımlar da dahil olmak üzere, yasa ve düzenlemelerin dayatılmasının ve diğer her türlü ekonomik baskının reddedilmesi, acilen ve derhal kaldırılması gerektiği vurgulanıyor. Uluslararası dayanışma ve işbirliğini destekleyen, “daha adil, gerçekten demokratik ve kapsayıcı bir dünya yaratmak gerektiği” belirtiliyor.
Sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmak için Güney’in karşı karşıya olduğu temel zorluklara, özellikle de gıda güvenliği, sağlık, yeni üretim süreçleri, insan refahı, sağlıklı bir çevre ve hükümetlerin yönetiminin desteklenmesinde bilim, teknoloji ve yeniliğin rolüne ilişkin kararların alındığı belirtildi. Bilim, teknoloji ve yeniliğin katkısı temelinde Güney ülkelerinin temel kalkınma sorunlarına yeni bir ivme kazandırmak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki mevcut eşitsizliklerin üstesinden gelmek için pratik önlemler tanımlamak hedefleniyor. Uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesini teşvik etmek Güney ülkelerinin kalkınması için gerekli teknoloji transferi ve finansmanın kullanılmasına yönelik resmi kalkınma yardımı hakkında adımlar atılmak isteniyor.
***
Zirvede temsil edilen Çin, G77’nin toplanmasını “dünyanın çok önemli bir dönüm noktasında olması” nedeniyle uluslararası alanda önemli bir olay olarak görüyor. Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Bürosu Daimi Komitesi üyesi ve Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in özel temsilcisi olan Li, Çin’in dünyanın en büyük gelişmekte olan ülkesi olduğunu belirterek “Çin, kalkınmanın hangi aşamasına ulaşırsa ulaşsın, her zaman gelişmekte olan dünyanın bir parçası ve Küresel Güney’in bir üyesi olacaktır” dedi. Dünyanın bir asırda görülmemiş ölçekte değişimler geçirdiğini ifade eden Li, uluslararası güç dengelerinde önemli bir değişim yaşandığını ve dolaysıyla işbirliğinin hem nicelik hem de nitelik açısından önemli ölçüde arttığını savundu.
Ona göre, yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkeler son 20 yılda dünya ekonomik büyümesine yüzde 80’e varan oranda katkıda bulundular. Ancak aynı zamanda tek taraflılık ve hegemonizm de yaygınlaşıyor. Bazı ülkelerin tek taraflı yaptırımlar uygulaması, “çitler ve bariyerler” dikmesi, ayrıştırma, endüstriyel ve tedarik zincirlerinin bozulması gibi uygulamalara başvurarak gelişmekte olan ülkelerin meşru kalkınma haklarını ve çıkarlarını ciddi şekilde baltaladığını belirtti.
Zirvede, ABD-AB-NATO cephesinin politikaları “faillerin ismi anılmadan” eleştirildi. Hegemonya çatışmasının şiddetlendiği koşullarda, dile getirilen “daha adil, gerçekten demokratik ve kapsayıcı bir dünya yaratmak” gibi dilek ya da taleplerin bir karşılık bulması ise mümkün görünmüyor. Zira emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu çatışma süreci biriken sorunların çözülmesine imkan vermediği gibi, daha da derinleştiriyor.