Amerika’nın Minneapolis kentinde, 25 Mayıs 2020’de ırkçı bir beyaz polis, arkadan ellerini kelepçelediği ve yüzüstü yere yatırdığı siyah George Floyd’u, diziyle dakikalarca boynuna bastırıp katletti. Benzeri vakaların dünyanın dört bir yanında yaşandığı herkesin malumu. Fakat bu kez olayın kameraya alınması ve akabinde sosyal medya üzerinden paylaşılması kitlelerde ırkçılığa karşı biriken öfkenin patlamasına yol açtı. Bu öfkenin sıradan, geçici bir saman alevi olmadığını yaşanan olaylar gösterdi. Sokaklara dökülen kitleler sloganlarıyla, siyasal otoritelere karşı tepkileriyle ve sonunda köle tüccarlarının heykellerini tahrip etmeye yönelerek ırkçı zulmün karşısına dikildiler.
Floyd’un “Nefes almıyorum” sözünü kendine şiar edinen kitleler ABD’nin Boston kentinde Kristof Kolomb heykelinin başını koparırken, Virginya’da bulunan heykelleri de ateşe verdiler. Zira ırkçılığa karşı isyan, kahraman diye sunulan Kolomb’un Amerika’yı “keşfi” ile 70 milyon “yerli”nin katledildiğini yeniden hatırlattı. Heykel yıkma eylemleri Avrupa’ya da sıçradı. İngiltere’nin Bristol kentinde, köle taciri Edward Colston’un heykeli yerinden sökülüp Avon nehrine atıldı.
Genelde Batı ülkelerinin “milli kahraman”ları sayılan ve adlarını onurlandırmak için heykelleri dikilen bu tüccarların ve siyasetçilerin marifeti neydi? Marifetleri, işgalci ve yağmacı oluşlarıydı. İşgal ettikleri kara Afrika’nın her köşesinde tüm kaynakları kendi ülkelerine taşıdılar. Bununla da yetinmediler, kara derili insanları aşağı ırk sayarak metalaştırıp satışa çıkardılar. Tüccardılar ve siyah insanları satıyorlardı.
16. yüzyılda başlayan ve 1860’lara kadar devam eden kapitalist köle ticaretinin tanınan simalarındandı Edward Colston. İngiltere’de “milli kahraman” sayılan, adı katedrallerde köşelere, okullara, birahanelere, caddelere verilmiş bir köle tüccarıdır. Colston, ırkçılığı lanetleyen kitlelerin öfkesinden nasibini alarak Avon nehrini boyladı. Ancak Colston tekil bir vaka değildir. Köle taşımacılığı ve ticareti İngiltere’de büyük bir ekonomik sektördü. Deniz ticareti yapan diğer Avrupa’da ülkeleri de bu ticaretin büyük aktörleriydi. Fakat İngiltere köle ticaretini en iyi yöneten ülkeydi. Tüccarlar bu alana yatırım yapıyor ve büyük sermaye ediniyorlardı. Bu gücü sanayinin gelişmesine kanalize ederek ülkenin ekonomik durumunu değiştiriyorlardı.
16. yüzyılın başlarından 1860’lı yıllara kadar 12 milyon Afrikalı erkek, kadın ve çocuk köle olarak gemilerle Atlantik üzerinden bu ülkelere taşındı. Bu yolculuklarda kötü koşullardan dolayı 1 milyon insan öldü. Ve bu insan ticaretinin aktörlerinden olan İngiliz tacirlerin satmak üzere taşıdığı insan sayısı 3 milyonu aşmaktadır. Bu köle ticaretinin diğer Avrupalı aktörleri ise İspanya, Portekiz ve sonradan yükselen Hollanda’dır.
Afrika’daki yerli işbirlikçilerle iş tutan sömürgeci güçler Avrupa’dan Batı Afrika kıyılarına götürdükleri elbise, silah ve cam eşyaları veriyor, karşılığında ise esir edilmiş ve köleleştirilmiş insanları alıyordu. Yine bu sömürgeci güçler, ele geçirdikleri yerlerdeki plantasyonlarda şeker kamışı, tütün, kahve ve pamuk üretiminde köle emeğini sömürüyorlardı. Elde edilen tüm gelir ve zenginlikler gemilerle Avrupa’ya, İngiltere’ye ve o dönemde İngiltere’nin kolonisi olan Amerika’ya taşınıyordu. İşte Colston gibi “milli kahraman”lar bu ticaretten büyük vurgunlar yapıyorlardı. Ve bu köle ticareti büyük bir mali ve ekonomik gücün oluşmasına yol açtı.
Köle ticaretinin başat güçlerinden olan İngiltere 1780’ten itibaren Avrupa ticaretini belirler oldu. Liverpool, Bristol’dan öncü rolü devralmıştı. Elde edilen servetler sadece kişisel servet olarak kalmadı. Bu ülkelerin altyapı ve kalkınmaları için de kullandı. Ticari taşımacılığın yapılması için nehirler genişletildi, kanallar ve yollar yapıldı, büyük depolar ve büyük gemiler inşa edildi. Sermayenin gereksinmeleri yeni işkolları ortaya çıkardı. Ticareti finanse etmek ve tarafların haklarını korumak için bankacılık ve sigortacılık önem kazandı. Londra köleci ticaretin büyük güç olduğu o dönemde dünyanın finans merkezi olmuştu. Büyüyen uluslararası mal akışı, hammaddenin mevcudiyeti ve pamuk endüstri devrimin doğuşunda itici rol oynadı.
1780’lerden itibaren köle ticareti üzerinde etnik sebeplerin baskıları ortaya çıkmaya başladı. Plantasyonlarda köleler katı koşullar altında çalıştırıyordu. İngiltere içerisinde köle ticareti 1807’de yasaklandı. İngiltere sömürgelerinde ise bu kölecilik 1838 yılına kadar devam etti. İngiltere’nin kolonisi olan o dönemin Amerika konfederasyonlarında ise pamuk plantasyonlarındaki köle sömürüsü Amerikan İç Savaşı’na kadar devam etti.
Bugün bu kapitalistlerin edindiği sermayenin nasıl biriktirdiğini Karl Marx, Kapital Cilt I’de “Sanayici Kapitalistin Doğuşu” bölümünde şu cümleyle özetler: “Eğer para, Augier'e göre, ‘bir yanağında doğuştan bir kan lekesi olduğu halde dünyaya geliyor’sa bu durumda sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gelir.” Cümlenin sonuna koyduğu dipnotta ise şu alıntıyı aktarır:
“‘Sermaye’, der Quarterly Revirwer, ‘kargaşalıktan ve kavgadan kaçar ve ürkek bir tabiata sahiptir. Bu, çok doğru olmakla birlikte, gerçeğin tamamı değildir. Sermaye, doğanın boşluktan dehşet duyması gibi kâr olmaması ya da çok az kâr olması halinde dehşete kapılır. Uygun bir kâr olsun, aslan kesilir. Yüzde 10'luk emin bir kârla her işe girişir; yüzde 20 ile canlanır; yüzde 50 ile cesareti mutlaklaşır; yüzde 100 ile bütün yasaları ayaklar atına alır; yüzde 300 için işleyemeyeceği suç yoktur, asılmayı bile göze alır. Kargaşa ve kavga kâr getirsin, bunların ikisini de teşvik eder. Kanıt: Kaçakçılık ve köle ticareti.’ (T. J. Dunning, l.c., s. 35, 36.)”
M. İmran