Almanya, sermaye birikimi ve zenginlik bakımından Avrupa Birliği’nde (AB) birinci, dünyada beşinci sırada olan bir ülkedir. Bu devasa zenginliğe rağmen Almanya’da servet sefalet kutuplaşması derinleşmekte, kapitalistlerin serveti katlanırken, işçi ve emekçilerin refah düzeyi düşmektedir. Özellikle iki Almanya’nın birleşmesinden sonra özelleştirmeler başta olmak üzere kazanılmış haklara yönelik saldırıların ardı arkasının kesilmediği ülkede, devasa zenginliğe rağmen işçi ve emekçiler giderek yoksullaşmaktadır.
Son otuz yılın verileri, emekçilerin reel ücretlerindeki düşüşü ve alım gücünün sürekli azaldığını açıkça gözler önüne seriyor. Özellikle 2008 krizinden bu yana TİS süreçlerinde “sıfır zam” ya da yıllık enflasyonun altında gerçekleşen ücret artışlarının bunda özel bir rolü oldu. Bu ve benzer verilerin ortaya koyduğu tablo, dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisi olan Almanya’da işçi ve emekçilerin yoksullaştırıldığını gösteriyor. Yapılan bazı hesaplamalara göre nüfusun yüzde 6’sından fazlası açlık sınırının altında yaşıyor. Öyle ki bu ülkede 8 saat tam gün asgari ücretle çalışan ama sosyal yardıma muhtaç bırakılan milyonlarca emekçi bulunuyor.
Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksullaşma, yaşanabilir konuta ulaşma noktasında belirginleşiyor. Konutların belli tekellerin mülkiyetinde olması ve yüzde 60’ı aşan kira artışları, emekçileri altından kalkılması mümkün olmayan kira yükleriyle karşı karşıya bıraktı. Özellikle Almanya’nın sanayi merkezleri de olan metropol kentlerinde emekçiler aylık gelirlerinin yarısından fazlasını ev kiralarına harcamak zorunda bırakılıyor. Oysa evrensel insan hakları konusundaki “hassasiyetiyle”, “refah ülkesi” olmakla övünen Almanya’da en temel insan haklarından birisi olan “insan onuruna yakışır barınma hakkı” kapitalist emlak tekellerinin çıkarları uğruna yok edilmiştir.
Kamusal konutlar özelleştirilerek tekellere peşkeş çekiliyor
Son otuz yıldır, özellikle iki Almanya’nın birleşmesinden sonra Berlin başta olmak üzere birçok eyalette, kamu mülkiyetindeki yüzbinlerce konut uluslararası sermayenin pay sahibi olduğu kapitalist emlak tekellerine düşük fiyatlarla peşkeş çekildi. Alman sermaye devletinin sunduğu bu olanaklarla küçük firmaları da yutan bu tekeller, sınırsız bir güce ulaşarak konut kiralarını fahiş boyutlarda yükselttiler. Özellikle Berlin eyaletinde, DDR (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) zamanından kalma kamu mülkiyetindeki konutlar ve “sosyalist dönem”e ait her şey düşmanca talan edildi. Yıllar içerisinde gerçekleşen bu peşkeşin sonucunda, Almanya’daki dört emlak tekeli, konut piyasasında tam bir soygun düzeni kurdular.
Sadece Berlin’de 1,7 milyon konutun 250.000’i üç emlak tekelinin (Deutsche Wohnen, Vonovia, Akelius) elinde toplanmıştır. Bu üç tekelden biri olan Vonovia’nın son on yılda Avrupa’nın en büyük emlak tekeline dönüşmesi dikkat çekicidir. 2013 yılında bu tekelin elindeki konut sayısı 180.000 iken 2021 yılında 568.000’e ulaşmıştır. Bu hızlı büyümenin gerisindeki “sır”, Alman sermaye devletinin kamuya ait sosyal konutları özelleştirmeler yoluyla, başta Vonovia olmak üzere emlak tekellerine peşkeş çekmesinde yatmaktadır. Şu anda 95,4 milyar avroluk piyasa değerine sahip olan Vonovia tekelinin hisselerinin sadece yüzde 8,6’sı Almanya’dadır. Yüzde 24,2’si İngilizlere, yüzde 29,9’u ABD’lilere, yüzde 31,1’i diğer kıta Avrupalılarına, yüzde 6,2’si ise dünyanın farklı ülkelerindeki hissedarlara aittir. Vonovia tekeli sadece 2021 yılı içerisinde borsa üzerinden hisse sahiplerine 1 milyar avroya yakın gelir aktarmıştır. Yani, bu tekelin kiracıları olan milyonlarca emekçinin ödediği kiralardan ortalama olarak her ay 190 avro, dünyanın dört bir yanındaki uluslararası sermaye gruplarının kasalarına akıtılmaktadır.
Almanya’da sanayi merkezleri olan metropollerdekiler başta olmak üzere 1 milyondan fazla konut üç emlak tekelinin (Vonovia- LEG- TAG) elinde toplanmış bulunmaktadır. Bunların yarısından fazlası daha önce kamu mülkiyetindeki sosyal konutlardır. Konut piyasasındaki bu tekelleşme, Almanya Rekabeti Koruma kurumunun itirazlarına rağmen, burjuva mahkemelerinin kararlarıyla gerçekleşmiştir.
Barınma hakkı için eylemler ve “Konutları Kamulaştıralım” referandumu
Kapitalist emlak tekellerinin hiçbir kural tanımayan ve yoksulluğu daha da derinleştiren bu pervasız uygulamaları, doğal olarak emekçiler cephesinden tepkiyle karşılanıyor. Zira fahiş fiyatlara ulaşan ev kiraları barınma hakkını emekçiler için bir lükse dönüştürüyor. Gelir düzeyi düşük olan emekçilerin yararlandığı sosyal konutların sürekli olarak azalması (sadece geçen yıl belediyeler 60.000 sosyal konutu bu statüden çıkartarak özelleştirmiştir) emekçilerin sefaletini daha derinleştiriyor.
Berlin başta olmak üzere Münih, Köln, Hannover, Frankfurt gibi Almanya’nın birçok sanayi kentinde “Kira artışlarını durduralım, konutları kamulaştıralım” inisiyatifleri kuruldu. İnisiyatifler eylemler/yürüyüşler gerçekleştirerek barınma sorununa çözüm üretilmesini talep ediyor.
İki yıldan beri devam eden bu eylemlerin etkisi, 26 Eylül 2021’de Berlin eyaletinde gerçekleştirilen referandum sonuçlarında görüldü. Parlamento seçimleri ile aynı gün yapılan referandumda Almanya’da ilk kez 1 milyondan fazla emekçi (Berlin’deki toplam oyların % 56,4’ü) konutların kamulaştırılması yönünde oy kullandı. Sendikaların da destek verdiği referandum sonuçları sermayenin düzen partilerini şaşkına çevirdi. Sağcı Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) meclis grubu konut politikası sözcüsü Christian Gräff, referanduma ilişkin yaptığı açıklamada rahatsızlığını şöyle ifade etti: “Berlin senatosunun kamulaştırma eylemcileriyle koalisyonu bir tabu kırılmasıdır. SPD, Sol Parti ve Yeşiller daha fazla konut yapmak yerine, ciddi olarak Berlin tarzında sosyalizm fikrini takip ettiler.”
Referandumun sonuçlarına rağmen Berlin eyaleti yönetimindeki SPD, Sol Parti, Yeşiller ittifakından oluşan senato, 1 milyondan fazla emekçinin iradesini yok saymaya çalışmaktadır. SPD’li Berlin eyaleti belediye başkanı Franziska Giffey referandum öncesi yaptığı açıklamada “kendi yönetimi altında bir kamulaştırmanın yapılamayacağını, bunun kendisi için kırmızı çizgi olacağını” ilan ederek tekellere “rahat olun” mesajı vermişti. Tam da bunun bir sonucu olarak Berlin senatosu referandum sonuçlarının yasal olup olmadığını araştıracak bir komisyon kurulması ve komisyonun kararını 2023 yılına kadar açıklaması yönünde karar aldı.
Üçlü koalisyonun aldığı kararla 1 milyondan fazla oyla kabul edilen referandum sonuçları boşa düşürülmeye, zamana yayılarak unutturulmaya çalışılıyor. Ayrıca bu tutumla sermayenin temsilcileri olan burjuva partileri, kendi yasalarını bile çiğneyerek demokrasi adına o çok övündükleri seçim sonuçlarını yok saymaktadırlar. Sadece bu durumun kendisi bile burjuva demokrasisinin ne kadar iğreti ve ikiyüzlü olduğunu gözler önüne sermeye yetiyor.
Kapitalizm sermaye sınıfının diktatörlüğüdür. Referandumu yok saymaya çalışan Berlin yönetimi, özel mülkiyetin “kutsallığına” dokunma niyeti ve cesaretinden yoksun olduğunu göstermiştir. Tüm bu gelişmelerin ortaya çıkarttığı temel gerçek şudur: Kapitalizm bütün kurumları ile birlikte ortadan kaldırılmadan insanlığın temel özlemleri olan ücretsiz barınma, sağlık, eğitim, ulaşım, özgürce yaşama hakları garanti altına alınamaz. Burjuvazinin mülksüzleştirilmesi ve özel mülkiyetin kamulaştırılması ancak işçi ve emekçilerin iktidarı olan sosyalizmde mümkün olacaktır.