Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak 10 Nisan’da yeni bir sosyal yıkım programını açıkladı. Adına “Yeni Ekonomi Programı” dedikleri “Yapısal Dönüşüm Adımları 2019” ile yaşadıkları krizden çıkmanın hesaplarını yapıyorlar. Elbette bu hesapları sermaye adına, sermayenin hizmetinde ve onunla birlikte yaparken, faturayı da emekçilere kesmenin adımlarını atıyorlar.
Seçimleri etkilemesin diye erteledikleri birçok saldırı bu programla hayata geçirilecek. Kıdem tazminatının gaspında somut adımlar atılıyor, emekçilerin sırtındaki vergi yükü katmerleniyor, emeklilik “Zorunlu BES” adı altında tümüyle ortadan kaldırılıyor.
Bütün bunları nasıl yapacaklar?
Rakam oyunları
Öncelikle programın açıklandığı sunumda dikkat çeken birkaç noktayı sıralayalım:
Ekonomik büyüme: 2013 yılında 2002 yılına göre 3 kat büyüme gerçekleşti.
Enflasyon 2013 yılında %7,4 ile tek haneye indirildi. 2002 yılında %29,7 idi.
Sigortalı istihdamda 2013 yılında 2002 yılına göre 7 milyon artış yaşandı. (Oysa aynı dönemde işsizlik oranı hiç değişmedi. 7 milyon artış toplam işgücü artışından kaynaklanıyordu.)
Rakamlar 2013 yılı baz alınarak veriliyor. Albayrak 2013 yılı sonrasını, Gezi olayları, FETÖ kumpasları, 17-25 aralık yargı operasyonu, 15 Temmuz darbe girişimi ve ABD’nin politikalarının etkisiyle, yani dış güçler, iç düşmanlar, komplolar vb. ile gerekçelendiriyor. Kapitalist ekonominin krizleri, ülkenin yapısal sorunları gizlenmeye çalışılıyor.
2013 sonrası yansıyanlar, hedefler ve gerçekler
Enflasyonu tek haneye indirdikleri ile övünürken, 2018 yılı enflasyonunun
%20,8 olduğu gerçeğini gizleyemiyorlar.
İki milyon yeni istihdam oluşturacaklarını söylüyorlar. %14,7 olarak açılanan ve son 10 yılın zirvesi olan işsizlik rakamları bunun tersini söylüyor. İstihdamı arttırmak için kamuda esnek çalışmanın hayata geçirileceği ifade ediliyor. Bu da kamu alanında kazanılmış birçok hakka göz diktiklerini ortaya koyuyor.
%9-10 büyüdük diye övünenler, büyüme hedeflerini %2’lere kadar düşürdüler. Ancak büyümenin eksilerde olacağını birçok ekonomist ve ilk 4 ayın verileri ortaya koyuyor. Birçok sektörde %10’un üzerinde daralma yaşanmış durumda. Birçok sermaye yatırımcısı Türkiye’den çekilmeyi tartışıyor.
Tarımda “Milli Birlik Projesi” ile tarım-hayvancılık alanında hedefler belirleniyor. Sera AŞ ile sözleşmeli tarımın yaygınlaştırılmasından, küçük baş hayvan sayısının 100 milyona çıkartılmasından bahsediliyor. Ancak tohum, gübre, ilaçlama, teknik ekipman, mazot vb. üzerinden herhangi bir adım atılmasından, bu noktada emperyalist güçlerin tarım politikalarına bağımlılıktan hiç bahsedilmiyor.
Kıdem tazminatı gasp edilecek
1980 askeri faşist darbesinin ardından Vehbi Koç, kıdem tazminatı fonu oluşturulmasını, bu paranın sermayenin kullanımına açılmasını öneriyordu. 12 Eylül koşullarında bile oluşacak tepkiler yüzünden ertelenen bu talep AKP hükümeti kurulduğundan beri gündemde. Bugün ise yıkım programı ile somut adımları atılıyor.
Bugüne kadar hukuksuzluk ve keyfilikle gasp edilen bir kıdem tazminatı gerçeği var. Kıdem tazminatlarının ödenmesi konusunda yaptırım uygulamayan, sermayenin keyfiliğine yasal düzenlemelerle arka çıkan, arabuluculuk ile, 25/2 maddesi ile işçileri çaresiz bırakan kendileri değilmiş gibi, şimdi bu hakkı fon ile güvenceye alacaklarını söylüyorlar. Gerçekte ise sermayenin sıcak para ihtiyacını bu fondan karşılamayı hedefliyorlar.
Bu fon ile Bireysel Emeklilik Sistemi entegre edilerek büyük bir fon oluşturulacak. Üç yıldır emekçilerin en az %60’ının başvurup çıktığı BES yeniden gündemde.
2020 yılından itibaren bu entegre fonda her yıl 100 miyar liraya, beş yıl içinde de milli gelirin %10’unu aşan bir fon büyüklüğüne ulaşılması hedefleniyor. Bunun adı da “tasarruf” oluyor. Açlık-yoksulluk sınırlarında yaşayanların yapacağı zorunlu “tasarruflar”la sermayeye kaynak aktarılacak.
Bir de, “Bir gün bile çalışanın kıdem hakkı olacak” diyorlar. “Bir gün bile çalışandan fona para alacağız” demek istiyorlar. Fondaki paraya on yıl dokundurtmayacaklar. On yılın sonunda ev-araba alırsan, yani biriken parayı sermayeye geri vermeyi kabul edersen ve fonda biriken paranın çok çok üstünde bir borçlanmayı kabul edersen, kullandırtacaklar. Emekli olacağın zaman –tabii o kadar yaşayabilirsen- pula dönüşmüş olan fondaki parayı verecekler.
Kıdem Tazminatı Fonu’nun oluşturulması “İstihdamda artış” başlığında alınacak tedbirler arasında yer alıyor. Bilindiği gibi kıdem tazminatı iş güvencesi anlamına gelmektedir. Fona devredilmesi ise güvencesiz çalışma, yani sermayenin keyfince işten çıkartması demektir. Eski işçilerin kapı önüne konulması, ucuz işgücünün değerlendirilmesi, sermaye için işgücü maliyetinin düşürülmesi ve de daha az maliyetle daha fazla işçi çalıştırılmasının önünün açılması demektir.
Mezarda Emeklilik Sistemi ve BES
Mezarda emeklilik yasası adım adım hayata geçiriliyor. Mevcut emekli maaşları kademe kademe düşürülürken, emeklilik yaşı da kademe kademe arttırılıyor. ‘99’dan beri hayata geçirilen mezarda emeklilik yasası ile emeklilik önemli bir kesim için hayal olmuş durumda. Bugün EYT üzerinden yükselen hareket bu konudaki hoşnutsuzluğun göstergelerinden birisi.
Emekliliği bir lüks, emeklileri de bir yük olarak gören sermaye, emekçilerin ölene kadar çalıştırılması, kendileri dışında kimsenin “oturduğu yerden” maaş almaması derdinde. Bu adımlarla sosyal güvenceyi rafa kaldırarak, özel sigorta şirketleri ile BES’i devreye sokarak yeni bir emeklilik sistemi oluşturmaya çalışıyorlar. Çifte emeklilik, fonda biriken paranın toplu çekilebilmesi gibi yalanlarla bunu yapıyorlar. Çifte emeklilik koşullarında bile asgari ücretin üzerine çıkmayan bir maaş olacak bu.
Kıdem Tazminatı Fonu ile BES’i entegre ederek oluşturacakları fon emekçiler için değil, sermaye için bir güvence haline gelecektir. Tıpkı İşsizlik Fonu’nda olduğu gibi. 100 işçiden 17’sinin yararlanabildiği, geriye kalanının sermayeye peşkeş çekildiği bir fon gerçeği varken, AKP’nin fonlara dair güzellemeleri tam bir ikiyüzlülük örneği.
Bir de Albayrak, “emeklilerin geçim derdi olmayacak” diyor. Herhalde kimsenin mezara girmeden emekli olabileceğini düşünmüyor!
Emekçilerin sırtına daha büyük bir vergi yükü!
Sermaye devleti zaten vergilerin büyük çoğunluğunu emekçilerden toplamaktadır. Veriler vergi yükünün %70-80’inin ücretli çalışanların sırtında olduğunu ortaya koymaktadır.
Daha maaşlar alınmadan kesilen vergiler, emlak-taşıt vergileri, temel ihtiyaç ürünlerine uygulanan ÖTV-KDV gibi dolaylı vergilerle maaşların yarısı vergiye gitmektedir. Sermayeden alınan kurumlar vergisi ise yıl sonunda kendi beyanları üzerinden alınmakta, taksitlendirilmekte ya da vergi afları ile o bile alınmamaktadır.
Açıklanan program ile bu tablo daha da derinleşecek. Öncelikle “vergi sistemini tabana yayacağız” diyorlar. Bu, verginin yükü tabandaki emekçilerin sırtına bineceği anlamına geliyor.
Kurumlar vergisini, yani sermayenin ödediği gelir vergisini ise düşürmekten söz ediyorlar. Şu an %22 olan oranı önce %20’ye, sonrasında da %10’a kadar düşürmeyi hedefliyorlar.
“Vergi reformu” ile toplanan vergiyi arttırmaktan, dolaylı vergi oranını düşürmekten bahsedip, kurumlar vergisini azaltacağız demek, emeğiyle geçinenlerin sırtındaki vergi yükünü arttıracağız demektir. “Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alacağız” söylemine dair ise hiçbir icraat yoktur programda.
İşte Yeni Ekonomi Programı’nın neden ekonomik yıkım programı olduğunun satır başları. Tabii bunlar ilk elden emekçileri kandırmak için süslü laflarla ortaya konulanlar. Program hayata geçirildiğinde, yıkımın boyutları daha net ortaya çıkacaktır.