Bundan 4 sene önce, 6 Eylül 2014’te Mecidiyeköy’deki Torunlar İnşaat’ta 10 işçi asansörün 32. kattan yere çakılması ile katledilmişti. Kapitalizmde işçi ölümleri yalnızca sayılarla ifade edilirken, 10 işçinin katledilişi de sermaye düzeni tarafından böyle görünmüştü. Daha işçilerin cansız bedenleri çıkarılmadan şantiyeyi çevik kuvvet ve TOMA’lar sarmış, cinayetleri protesto edenlere azgınca saldırılmıştı. Ne de olsa bu inşaatın açılışına kazadan önce sermaye devletinin şefi Tayyip Erdoğan gelmişti. Yani Torunlar ve sermaye devletinin arasındaki bağ oldukça sıkıydı.
Katliamdan sonra yapılan incelemede iş güvenliği konusunda ihmalin boyutu gözler önüne serildi. Rapora göre 3 ana ihmal tespit edildi:
“1- Yapılan incelemeye göre, kazaya asansörü en üstte durdurmaya yarayan bir yerde ’son nokta’ olarak kabul edilen bölümde yer alan ’stoper’ parçalarının takılmaması oldu. Bu parça takılı olmadığı için olay meydana geldi. Raylardan bir bölümü çıkan asansörü, üzerindeki yükle taşıyamayan dişliler de kırıldı ve asansör 32’nci kattan zemine çakıldı.
2- Bunun yanı sıra yine yük taşıyan asansörler ile işçileri taşıyanların ayrı olması gerektiği ancak burada ikisinin de bir arada olduğu ortaya çıktı. Firmaların hem insan hem de yük taşımayı bir arada yapmaları halinde emniyet amaçlı kullanmaları gereken, halat ve paraşüt sisteminin de ilk tespitlere göre asansörde olmadığı saptandı.
3- Son tespit ise, asansörü genellikle işe yeni başlayan acemi işçilerin kullanması oldu. Son kazada da asansörü kullanan operatör işçinin de, 5 gün önce çalışmaya başladığı için deneyimsiz olduğu ortaya çıktı.”
Yani sermayeye milyarlarca dolarlık kazanç sağlayan Torunlar İnşaat’ta 3 kuruşluk kesinti de işçilerin canından yapılmıştı. Maliyeti azaltmanın yolu işçiler ile yükü aynı asansörde taşımak, güvenlik için gereken parçanın asansöre takılmaması, asansörün daha düşük ücretle işe başlayan işçilere kullandırılmasında bulunmuştu. Üstelik bu kazadan daha 5 ay önce 19 yaşındaki işçi Erdoğan Polat da asansörün düşmesi ile katledilmişti. Asansörün arıza verdiği işçiler tarafından sürekli olarak dile getirilmiş, ancak hiçbir önlem alınmamış, o asansör 11 işçiye mezar yapılmıştı. Bu katliam bir kere daha kapitalizmde işçi ve emekçilerin yaşamının ne kadar değersiz olduğunu gözler önüne serdi. Tıpkı gereken önlemler alınmadığı için Soma’da resmi rakamlara göre 301 madencinin katledilmesi, Ermenek’te 11 işçinin katledilmesi ve daha nice katliam gibi.
Katliamdan sonra başlanan yargı süreci de işçi ve emekçileri katledenin ve onların katillerini koruyanın aynı düzen olduğunun özeti oldu. Toplumda yankı uyandıran bu katliam sermaye düzeninin yargısını da teşhir etti. Göstermelik olarak açılan dava sürekli ertelendi, sanıklar tahliye edildi. Karar açıklandığında da hiç kimse şaşırmamıştı. Mahkeme 16 sanığa beraat vermiş, 9 sanığı 8 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırmış bunu da kişi başı 60 bin 800’er lira para cezasına çevirmişti. Yani 10 işçinin canı bu düzende birkaç bin TL etmişti.
Torunlar’daki katliamın ardından 4 sene geçti. Geçen zamanda yine aynı ihmaller yine aynı kâr arayışı ile sermaye binlerce işçi ve emekçiyi daha katletti. Bu katliamlar da düzen yargısı tarafından ya aklandı ya da aklanacak. Peki bu durumda işçi ve emekçi ne yapacak? Katliamlardan “baretini takmayan işçi sorumlu” diyen Çalışma Bakanlığı, katillere ödül gibi cezalar veren yargı sistemi, “bu işlerde ölüm fıtrattan” diyen cumhurbaşkanının olduğu yerde biz ne yapacağız?
Katliamların ve sonrasında işleyen süreçlerin sermaye devletinin kapitalizmdeki sınıfsal tavrı olduğunu bir kez daha görüyoruz. Torunlar, Soma ve daha pek çok cinayet gösterdi ki düzenden bu konuda adım atmasını beklemek boşuna. İşçi ve emekçilerin örgütlülüğü, her katliamın, her cinayetin hesabını soracak birliğidir bu kazaları ve cinayetleri engelleyecek olan. Bu cinayet ve kazalar kapitalizm için yalnızca birer sayı ve maliyet hesabıyken bizler için yaşamımız, emeğimiz, alınterimizdir. Yaşamımıza, alınterimize ve emeğimize sahip çıkacak olan da bizleriz.
İ. Y. Gün